'SOSYAL ÖLÜM: VİCDANİ RET' Panelinden Notlar…
Sıla Murat: ‘’Hangi insan hakları?’’ Film Festivali’nin bu seneki konusu ‘’çocuklar ve hakları’’… Festival çerçevesinde 7 Aralık 2011’de ‘’Sosyal Ölüm: Vicdani Ret’’
Feminist Atölye (FEMA)
Sıla Murat (FEMA aktivisti)
‘’Hangi insan hakları?’’ Film Festivali’nin bu seneki konusu ‘’çocuklar ve hakları’’… Festival çerçevesinde 7 Aralık 2011’de ‘’Sosyal Ölüm: Vicdani Ret’’ başlıklı panele katıldım. Türkiye iki hafta önce vicdani redde, ‘’üç altın gününü’’ yaşadı diyebilirim. Panelde, bir iç savaş halinde olan Türkiye’de barışın inşasında vicdani reddin önemi üstüne konuşuldu; hayatımızın her alanında hissettiğimiz militarist nüvelerin tespitine gidildi, Türkiye’deki vicdani ret ve vicdani retçiler üzerine konuşmalar yapıldı. Panel, vicdani retçi Mehmet Tarhan, Merve Arkun ve militarizm üzerine çalışmalarını sürdüren Ayşe Gül Altınay’ın katılımıyla yapıldı.
Mehmet Tarhan vicdani reddin tanımı, hukuksal boyutunu anlatmasının yanı sıra, bir vicdani retçi olarak Türkiye’de yaşadığı deneyimlerden bahsetti. Merve Arkun, bir kadın vicdani retçi olarak, zorunlu askerlik görevi olmadığını ancak doğup büyüdüğü aileden, gittiği okula ve diğer sosyal yaşam alanlarında militarizmi iliklerine kadar hissettiğinden zorunlu askerlik görevi olmasa da militarizmi, militarizmin cinsiyetçi yönlerini, şiddetini anlatarak reddinin açıklamasını yaptı. Ayşe Gül Altınay, iki hafta önce Türkiye’nin gündemine oturan vicdani ret konusunda, nelerin eksik bırakıldığını, Türkiye’nin vicdani ret konusunda durumu hakkında bilgiler verdi.
Panelin ilk konuşmasını vicdani retçi Mehmet Tarhan yaptı. Vicdani reddin tanımını yapan Tarhan, Türkiye’de vicdani reddin tarihçesinden de bahsetti. Tarhan en genel anlamıyla vicdani reddi, herhangi bir bireyin dinsel, ahlaksal, sosyal veya ideolojik olarak herhangi bir nedenden dolayı askere gitmeyi reddetmesi olarak tanımladı. İlk vicdani ret açıklaması 1990’larda Sokak Dergisi’nde yapıldığını söyleyerek, 2004’de kadın vicdani retçilerin, 2008’de ise Kürt vicdani retçilerin mücadelede bulunduğunu anlattı. İlk olarak anarşistler tarafından yürütülen vicdani ret hareketinin kısa zamanda yayılarak büyüdüğünü belirtti. Tarhan, anarşistler, feministler, ekolojistler, anti-militaristler, LGBTQ aktivistleri derken vicdani reddin genişlediğini, 2008’lerde Kürt vicdani retçilerden sonra, İslami vicdani retçilerde meydanlarda görüldüğünü ve alanın gittikçe yayılarak siyasi bir özellik kazandığını belirtti. Tarhan, siyasi, etik, ideolojik veya dinsel hangi nedenden olursa olsun bireylerin askerliği reddetmesini anti-militarist bakış açısıyla yorumlayarak, reddin önemini açıkladı. Vicdani reddin hukuki boyutuna değinirken, bu gün Türkiye’de vicdani retçilerin hangi yasalardan mağdur edildiğinin altını çizdi. Erkek vicdani retçiler, madde 63 ve 68’te var olan ‘’firar’’, 87 ve 88 de etkin olan ‘’emre itaatsizlikte ısrar’’ maddelerinden yargılandığını bahsetti. Bunun yanından vicdani retçiler madde 318 de var olan ‘’halkı askerlikten soğutma ve devletin kurumlarını aşağılama’’dan yargılandığını belirtti; kadın ve erkek vicdani retçilerin bu yasadan yargılanabilmelerinin mümkün olduğunu ancak, kadınların vicdani retlerini açıklamasının politik bir alan olarak dahi görülmediğinden kadınlara herhangi bir cezai yaptırım uygulanmadığını anlattı. Görünmeyen kadın vicdani retçiler noktasında vurgulanması gerekenin vicdani reddin sadece zorunlu askerliğin reddi olarak tanımlanmaması gerektiği üzerinde durdu. Nisan 2006’da vicdani reddini açıklayan Osman Murat Ülke’nin Türkiye’yi mahkûm eden AHİM davası sonrasında Türkiye’de gelişen süreçlere değinen Tarhan, bugün vicdani reddin konuşulmasının dahi öneminden söz etti. Osman Murat Ülke davasında AHİM, Türkiye’deki vicdani retçilerin ‘’sivil ölüm’’e mahkûm edildiğini söylemişti; çünkü vicdani retçiler bu gün hastaneye gidemiyor, günlük işlerden bahsedersek kendisine gelen postayı dahi alamıyor. 22 Kasım’da AHİM, Türkiye’yi direk vicdani ret konusunda mahkum etti ve bunun üstüne AHİM Türkiye’ye bir çok dava okundu. Aynı gün Recep Tayyip Erdoğan ‘’Gündemimizde vicdani ret konusu yok’’ demişti.
Sohbet bu şekilde ilerlerken geçen haftalardan Türkiye’nin gündemine gelen vicdani ret konusunu değerlendiren Tarhan, konuşulması çok değerli ancak bugün AKP’nin yapmaya çalıştığının zaman kazanmak olduğunu vurguladı ve vicdani reddin hak olmasına karşılık Türkiye’de tanınacak bir vicdani reddin hak olarak değil de cezai sistemle oluşturulacağını anlattı. Türkiye’deki vicdani retçilerin talepleri üstünden konuşmasını sürdüren Tarhan, bu gün genel olarak Türkiye’deki vicdani retçilerin alternatif sivil hizmeti de reddettiğinden bahsetti. Zaten kendisini de bu noktada total retçi olarak tanımlayan Tarhan, vicdani redde tanımlanacak alternatif sivil hizmetin nasıl olması gerekliğini üstüne konuşmasını sürdürdü. Sunulacak alternatif sivil hizmetin caydırıcı ve cezai yapısı olmamalı, bireyler arasında eşitsizliğe sebebiyet vermemeli diye bahsetti. Bireyler arasındaki sınıfsal eşitsizlik, şu şekilde işleme olasılığını da yanında getirmektedir; iyi eğitim görmüş burjuva kesimi örneğin doktorluk yaparken, maddi koşullar sebebiyle okuma-yazma öğrenememiş kişinin yapacağı işin eşitlik yaratacağı durumu, olayı karmaşıklaştırmaktadır. Aynı iş nasıl eşitlenecek sorusunu akıllara getiriyor. Ayrıca doktor olacak insanın hayat rutinini değiştirmezken, örneğin tarlasında ekip biçen bir çiftçinin alternatif sivil hizmeti kamuda nasıl ayarlanacak ve o çiftçinin hayatında değişiklikler olacak, bu da eşitsiz bir düzenlemeyi getirecek. Türkiye alternatif sivil hizmeti getirirse, ucuz iş gücüne sahip olacak bu devlete fayda sağlayacak ancak çalışan insanın sosyal güvencesi nasıl sağlanacak, sendikal hakları nasıl sağlanacak gibi soruları akla getiriyor. Bugün Türkiye’de büyük sorun haline gelen, taşeronlaşma bu şekilde de desteklenecek gibi duruyor. Zorla bir işi yaptırma noktası da, bu noktada düşünülmesi gereken bir konu. Fransa’da vicdani ret tanımlanırken getirilen alternatif sivil hizmetle hastanelerde zorla çalıştırılan insanlar sonrasın da Fransa’daki hastanelerde enfeksiyon oranlarının arttığı örneği önümüzde duruyor. Tarhan, vicdani reddin yasal hak olarak tanımlandığı birkaç ülkenden örneklerle konuşmasını bitirdi.
Merve Arkun, Türkiye’nin kadın vicdani retçilerinden ve Barış İçin Vicdani Ret Platformunda aktivisti. ‘’Bir kadın neden vicdani retçi olur?’’ sorusuyla konuşmasına başladı. “Kadınlar, zorunlu askerlik için askere çağrılmıyor ancak, gerek doğup büyüdüğümüz ailede içimize işleyen otoriteye boyun eğme, cinsiyet ve yaş hiyerarşisi gibi militer nüveler, gerekse eğitim hayatındaki tek tipçilik, milliyetçi söylemler, nizam duruşlarının militer yapısı, sosyal yaşamın birçok alanındaki militarist cinsiyetçi söylem ve yapılar kadınları, vicdani ret hareketinin öznesi olmaya itiyor” dedi. Merve Arkun, vicdani reddini anti-militarizm üzerinden anlatarak açıkladı. Türkiye’de ki iç savaşı, Türkiye’ye egemen olan militer kültürün reddedilişi olarak tanımladığı vicdani reddini, resmi kültürün, askeri kültürün reddedilişi olarak açıkladı. Devletlerin ürettiği, korku politikaları beraberinde ‘’güvenlik, savunma’’ söylemlerini de getiriyor, bu şekilde militer sistem, askerlik meşrulaştırılmaya çalışılıyor. Bu gün Türkiye bir iç savaş halinde, bu savaşa alet olmamak için vicdani reddi çok önemsediğini belirten Arkun, barışın ancak dünyadaki çatışmacı, militer kültürün yok oluşuyla gerçekleşeceği düşüncesini dile getirdi.
Vicdani reddi sadece askere gitmeyi reddetmek olarak görmeyen Arkun, militer sistemde tanımlanan zorunlu askerliğin evet, kadınları etkilemediğini ancak topluma egemen olan militer yapının çoğu alanda erkeklere oranla kadınları daha çok etkiliğini dile getirdi. Hiyerarşik düzen yaratan militer sistemde kadınlar ikincilleştiriliyor, ‘’duygusal, nazik’’ bireyler olarak tanıtılıyor. Erkeklikse ‘’güçlü’’ olmakla bağdaştırıyor ve bu noktada toplumsal cinsiyet kodları yeniden üretiliyor. Gelenek, namus, töre gibi söylem ve pratiklerin yoğun yaşandığı Türkiye’de anti-militarist mücadelenin önemine dikkat çeken Arkun, militarizmin kadınları çok fazla etkilediğine dikkat çekmeye çalıştı. Militer sistem kadınlara, orduya asker yetiştirme, cephe arkasında hemşire, hasta bakıcı olmayı, şehit eşi, annesi veya kardeşi olmayı ardından ‘’vatan sağ olsun’’ deme görevini yüklüyor, Arkun vicdani reddini açıklarken militer sistemin kadınlara dayatmış olduğu bu pratiklerin reddine de konuşmasında yer verdi. Bugün Barış İçin Vicdani Ret Platformu olarak ‘’Cumartesi Anneleri’’ ve ‘’Barış Anneleri’’ ile görüştüklerini, Türkiye’deki iç savaşın bitmesi için uğraş verdiklerini anlattı. Kimliği (kendini nasıl tanımlıyorsa) ne olursa olsun, bu gün bu topraklardaki savaşı reddeden herkesin vicdani redde önemli kişiler olduğu vurgusunu sürekli yeniledi. Geçtiğimiz haftalarda, Türkiye gündeminde konuşulan vicdani ret konusuna da değinen Arkun, AKP bu gün, askerlikten muaf için 24 ay hapis cezasından bahsediliyorsa zaten burada hak tanımlamasının mevcut olmadığı üzerinde durdu. Vicdani ret konusunu gündeme gelirken beraberinde ‘’bedelli askerlik’’ konusunun getirilmesinin tesadüf olarak düşünülemeyeceğini belirten Arkun, burada kafa karışıklığı yaratılmaya çalışılıyor diyerek konuşmasını bitirdi.
Militarizm üzerine çalışmaları olan Ayşe Gül Altınay, genel anlamıyla iki hafta öncesinde Türkiye gündeminde konuşulan vicdani ret konusunda nelerin eksik bırakıldığı konusundan bahsetti. Türkiye’de gündeme gelen vicdani ret konusunda, kadın vicdani retçilerin görünmediğini, vicdani reddin sadece askere gitmeyi reddetme olarak tanımlandığını, vicdani reddin otorite, hiyerarşiyi sorunsallaştırdığı noktalarının eksiklik kaldığından bahsetti. Militarizmi sadece ordudan ibaret görmenin eksik yerlerini ele aldı. Vicdani reddin, bireysel bir yük olduğunu, ancak etkilenen insanların sadece vicdani retçilerin değil onların etrafındaki ailelerinin, arkadaşlarının da olduğunu anlattı. Bu gün İnan Süver’e yapılan her eziyet, onun eşine ve çocuklarına yapıldığı gibi vicdani reddini açıklayacak kişilere de yapıldığını örnekler anlattı. Bu gün vicdani reddi, cinsiyetçiliğin, heteroseksizmin, militarizmin eleştirisi olan gören Altınay, vicdani reddi özgün ve yalnız bir hareket olarak tanımladığını anlattı. Militarizmi önemsemesinin önemli noktalarından bahseden Altınay, militarizmin sadece egemen milliyetçiliği değil, her türlü otorite, hiyerarşik ilişkileri sorunsallaştırdığı noktasında değindi. 90’larda etkin olan ‘’ne dağa ne askere’’ söyleminin bu gün Türkiye’nin içinde bulunduğu iç savaşı bitirmek için önemli bir söylem olduğunun üzerinde durdu.
Konuşmalar, izleyicilerin katılımlarıyla da devam etti, gerçek bir barış tanımı için, tüm itaat ve şiddet kültürünün yok oluşu olarak tanımlanabileceği etkin görüşlerdendi. Devletlerin yarattığı güvenlik fetişi ve bunun militarizmi yüceltmesi noktasında vicdani reddin önemi vurgulandı. Bu gün savaş, savunma amaçlı gösterilip meşrulaştırılmaya çalışılıyor ancak durumun o kadarla bitmiyor. Savaş demek, ölüm ve öldürmek demek. Güvenlik ve savunma arasında kalan savaş ve savaş bitse de arkasında bıraktığı çatışmacı kültürün irdelenmesi gerekliliği ve alternatiflerin üretilmesi üzerine sohbet devam etti. Bu geliştirilecek alternatiflerden sayılan vicdani ret ve ‘’barış dilini’’ kullanmanın önemi üzerinde duruldu. Panel Mehmet Tarhan’ın sözleriyle son buldu. Tarhan’ın sözleri gündemde bir Suriye işgalinin varlığından bahsediliyor, bu dönemde anti-militarist söylemlerin güçlenmesini ve savaşa alet olmamak için vicdani reddin daha fazla konuşulması gerekliliği üzerineydi…