1. YAZARLAR

  2. Eralp Adanır

  3. Sosyal Paylaşım mı, afişe olmak mı?
Eralp Adanır

Eralp Adanır

Sosyal Paylaşım mı, afişe olmak mı?

A+A-

Uzun zamandır sosyal paylaşım siteleri hakkında gel-gitlerim var.

Ben de kullanıyorum ama bazan oturup “ne yapıyorsun?” diye kendime sorduğumda; bulduğum cevapların olumlu yanları dışında korkutucu hallerini de görmekteyim.

İsmi lazım değil; üye olduğum paylaşım sitesinde; “üye nedenlerimi” düşündüğümde beni ilk teşvik eden dürtünün; gazete yazılarımın, televizyon programlarımın, vakfımızın duyurumlarını geniş kitlelerce paylaşılmasını sağlamak ve eski arkadaşlarımı, izlerini yitirdiklerimi bu araç vasıtasıyla bulmaktı.
Öyle de oldu.

İzlerini ve neredeyse yüzlerini belleğimde yitirdiğim çocukluk arkadaşlarımı buldukça içimi bir sevinç kapladı, paylaşım sitesine yüreğimden teşekkür etmiştim.

Duyurumlar konusunda da; yazılarımı okuyup beğenenleri hatta yorum yapanları görmek; aynı şekilde yaptığım duyurumların geri dönüşlerini izlemek; böylesi bir ağ sisteminin yararlı olduğuna yüzde yüz inanır oldum.

Bugün; gerek etik gerekse sosyolojik açıdan tartışılır konumda olan sosyal paylaşım sitelerinin bizzat kendi kendimizle de tartışılması gerektiğine inanıyorum.

İnsanların birbirlerini bulmaları hatta “hatıra” derecesindeki fotoğrafları paylaşmaları teknolojinin güzel bir lûtfu.

Ama günümüzde “tehlike” boyutunda işin fıcırığının da çıktığına inanıyorum.

Bizzat kendimin de sadece haber nitelikli paylaşım siteleri dışındaki sosyal sitelerin birinde fıcırığını çıkarmaya başladığımı fark etmem; duvara toslamak gibi birşey geldi bana.

Bu yazımda eminim sizler de kendinizi; ne yaptığınızı sorgulayacak kiminiz kendi sınırınızı korken kiminiz de fıcırığına devam edecektir. Sonuçta herkesin kendi tercihi ve saygı duymak gerek.

Yukarıda belirttiğim “ilk aşamalar”; gerçekten söz konusu paylaşımın büyük yararı olduğunu gösterir.
Sonra neler gelişmeye başladı?

Tüm kimlik dökümlerimizi sanal ortamda yüzlerce hatta binlerce kişi tarafından paylaşıma açtık.
Kişinin doğum tarihinden, medeni halinde, yaşadığı yerden, adresinden, iş-kariyerinden herşeyi yazarken, tüm bu özel bilgilerin haricinde tek birşey kalıyor ki o da kimlik kartı numaramızdı. Bunu da yazsak tüm verilerimizi sanal ortamda kötü niyetli insanların hizmetine tam manasıyle sunmuş olurduk.

Sonra saf bir şekilde durum güncellemesi ya da şu anda bulunduğunuz yeri de belirtiyorsunuz ya; aslında hırsızlara: “ben şu an yurt dışındayım, ya da evimin uzağındayım, istersen hırsızlık yapabilirsin” diyorusunuz.
Ayrıca belki farkında değiliz ama; kafede, restoranda hatta evin içerisinde bile ailece otururken, birbirimizden kopuk hayatlar inşa ettiğimizden bir haber, “sosyalleşmek” yerine “a-sosyalleşiyoruz”.

Ve röntgencilik yapıyoruz.

Tüm paylaşımları pür dikkat izler, detayların adeta röntgenini çeker belleğimize kaydediyoruz.
Diğer taraftan (ki ben de aynı sarmalın içine düştüm); deyimi yerindeyse “eşek bırt dese” her anımızın fotoğrafını yayınlıyoruz.

Bundan amacımız nedir?

Yaptıklarımızla insanları büyülemek mi, kıskandırmak mı, ne kadar marifetli ya da ne kadar zengin, ya da ne kadar mütevazi olduğumuzu göstermek midir?

Ve “selfi” denilen şey. Tek kelimeyle artık bir”kabus” niteliğinde.

Bunun dışında ailenin özel günlerini de paylaşıyoruz mesela.

Evet yine masumane ve iyi niyetli bir mutluluğumuzu bizim dışımızdakilerle de paylaşma arzusu var sanki.
Kendi ailemizin dışında, aileden olmayanlarla da.

Peki niye? Her şeyimizi niye afişe etme eğilimimiz vardır?

Bu soruların cevabını bulduğumu ve size “doğru” denilen yolu gösterme gibi bir çabam olduğunu sanmayın. Haddime düşmez.

Ben tüm bunları düşünerek bir karar verdim bu tip sosyal paylaşım sitesinde: Sadece
haber ve duyurumlarıma ve bunlarla ilgili fotoğraflara yer vereceğim. Zaman tünelimdeki tüm fotoları temizleyeceğim. Sanal ortamda kişsel bilgilerimi minimum düzeye getireceğim.

Sizi bilmem ama bir düşünün: sadece sosyal paylaşım sitelerindeki haberlerden ancak yaşamın haberdarı olabiliyorsunuz. Bunun dışındakileri artık neredeyse hayatımızdan çıkardık. Sanki başka yaşam yokmuş gibi...

Bu yazı toplam 3087 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar