Sosyal Politikalar; Şimdi Değilse Ne Zaman!
Toplumsal gelişim, toplumdaki her bireyin ekonomik-sosyal ve kültürel refah seviyesinin iyileşmesi ve böylece tam potansiyeline ulaşabilmesiyle mümkündür. Toplum fertlerinin bireysel başarıları, refah düzeyinin yükseltilmesiyle bağlantılı olarak genellikle kamunun/devletin yükümlülüğü gibi görülse de sürdürülebilir bir toplumsal gelişim, ancak tüm kesimlerin bu sorumluluğa ortak olmalarıyla elde edilebilir.
Sosyal gelişimin sağlanabilmesi için toplum fertlerine yatırım yapmak gerekiyorsa, mevcut koşullarda bunu nasıl sağlayabiliriz? Söz dönüp dolaşıp yine Kıbrıs sorununun çözümüne dayanıyor ister istemez: Kıbrıs Türk Toplumu’nun federal çatı altında siyasi statüsüne, uluslararası hukuk ve toplumla bütünleşmesine onurlu bir şekilde erişmesinin önündeki siyasi bariyerler kaldırılmadan sürdürülebilir bir sosyal gelişimin sağlanması kolay olmayacaktır. Zira kontrol edemediği birçok siyasi ve sosyo-ekonomik zorluğun bedelini ödemekle karşı karşıya kalan toplumların sürdürülebilir bir kalkınma, kabul edilebilir bir sosyal refahı sağlayabilmeleri ne yazık ki mümkün değil… Bu gerçeğe olan inançla, Kıbrıs Türk Toplumu da, kendi kendine yeterlilik yolunda ilerleyebilmesi için yaptırımlardan arınmış, üretime ve uluslararası ticarete imkân sağlayan, istikrarlı bir gelecek vaad eden bir ülke özlemi içerisindedir.
Çözüm perspektifinden bir an bile odağımızı kaydırmaksızın, bugünden yarına yapılacak şeyler, her birimize düşen görev ve sorumluluklar yok mu? Muhakkak vardır ve olmalıdır...
Her vatandaş, toplumsal sorumluluğu tahtında bu nihai hedeften şaşmamalıdır. Bu yolda ilerlerken, kendi becerilerini geliştirme ve ülkesel gelişime anlamlı katkıda bulunma dürtüsüne sahip olmalı ve bağlı kalmalıdır.
Rasyonel kararlar üzerinde etkili olabilmek ve hedef yönünde yol alabilmek için sosyal politikaların uygulanması, böylelikle sosyo-ekonomik kırılganlığa karşı mücadelede kamu, sermaye ve emek sinerjisi kaçınılmazdır. Çözümle birlikte oluşacak koşullardan beklenen kazanımlar malumdur. Ancak, sosyal ve ekonomik kazanımları azami seviyeye eriştirebilmek için üretmek ve üretimde yüksek nitelikli yerel işgücü katılımı şarttır. Kendi insan kaynağını randımanlı biçimde kullanmayan ve ağırlıklı olarak yabancı işgücüne muhtaç bırakılan bir toplumda, ne ekonomik ne de sosyal kalkınma beklenemez!
Şüphesiz siyasi, ekonomik ve sosyal istikrar; insanların tek tek kendi kendine yeterlilik sınavından başarıyla çıkabilmeleri ve geleceğe güvenle bakabilmeleri açısından çok önemliyken, ülkemizin uluslar ailesi içerisinde eşit ve onurlu bir üye olması açısından da çok önemlidir.
Bugünden yarına, hemen hayata geçirmemiz gereken işlerimiz vardır.
Toplumun sosyo-ekonomik kalkınmasına katkıda bulunması için insanlarımıza yapılacak yatırımları hızlıca planlamalıyız. Gençlik programları ve hizmetleri, orta öğretim sonrası mesleki eğitim, lokomotif sektörlerde varolan teşvik sistemi kapsamında istihdam sağlamaya dönük politikaların geliştirilmesi, öncelikler arasında yer almalıdır.
Ekonomik krizler karşısında kırılganlığı ve yoksulluğu asgariye indirmek için, sosyal gelişim yaklaşımını benimsememiz, ekonomik aktivite ve alım gücünü korumak için hep birlikte sorumluluk almamız zaruridir. Hükümetimizin aldığı önlemlerin de temel hedefi budur. Bu önlemlerin başarısı, diğer ülkelerde de gördüğümüz gibi, tüm kesimlerin ortaya koyacağı işbirliği ve özveri oranına bağlıdır.
Sağ iktidarlar krizin yükünü dar gelirlilerin omuzlarına yükleme kolaycılığını seçseler de, Cumhuriyetçi Türk Partisi’nin başını çektiği bir hükümet yaklaşımının en büyük farkı, kuşkusuz üretim odaklı sosyal politikalarla ülkenin krizden mümkün olan en hafif hasarlarla çıkmasını sağlamak, ve bu süreçten en çok etkilenecek dar gelirli kesimlerin de kriz dalgasından mümkün olan en az hasarı almasına dönük politikalar geliştirmektir.
Kriz yönetimi uygulanırken ve artan olumsuz sonuçlarına karşı koyarken, toplumsal gelişimin vazgeçilmez unsuru olan sabit gelirli halkın alım gücünü koruma yoluyla yoksulluğu, iflasları ve olası depresyonu önleme, Hükümetimizin uygulamaya koyduğu bu sosyal politikalarla mümkün olacaktır.
CTP’nin temel ilkeleri doğrultusunda yürütülen ve sosyal adalet odaklı olarak nitelendirebileceğimiz çalışmalarımız, dinamik gelişmeler karşısındaki duyarlılığını koruyacak, paylaşımcı, katılımcı ve sürekli olacaktır. Bu toplumsal görevi üstlenmek için, başta Hükümet ortaklarımızla olmak üzere, toplum kuruluşları, işletmeler, üniversiteler ve belediyeler ile sorumluluk paylaşmamız doğaldır.
Hiç kimse bu sorumluluktan kaçmamalı; “benim koşullarım iyi, toplumun geri kalanından bana ne” diyerek toplumsal varlığı tehlikeye koymamalıdır. Sayın Başbakan’ın açıklama ve çağrıları, toplumun tüm kesimlerini ortak sorumluluk almak konusunda uyarıcı bir nitelik taşıyor.
Hepimiz elimizi taşın altına koyma sorumluluğuyla hareket etmeyi başaramazsak, küresel ve bölgesel kriz dalgaları küçücük ve kırılgan toplumumuzda tamiri on yıllar alacak hasarlara yol açacaktır!