1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. “Soykırım kurbanlarına ait eşyaları, mezarlarının yakınında tutmak...”
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

“Soykırım kurbanlarına ait eşyaları, mezarlarının yakınında tutmak...”

A+A-

GEÇMİŞLE İLGİLİ OLARAK DÜNYADA NELER YAPILIYOR?

Ahmo Mehmedoviç

***  Srebrenika soykırımında öldürülen bir baba olan Azem Deliç’e ait kişisel belgeler, giysiler ve fotoğraflar yakın geçmişte Srebrenika Anı Merkezi’ne bağışlandı – bu eşyalar arasında öldürülmeden kısa süre önce oğlu Muhammed için kendi yaptığı bir de kemer vardı... Azem’in soykırımdan hayatta kalan oğlu Muahmmed Deliç, “Bunlar Srebrenika Anı Merkezi’ne aittir artık çünkü bu eşyalar, öldürülenler hakkında en fazla şeyi anlatırlar” diye konuşuyor.

***  Bosna’nın doğusunda ve Ölüm Yürüyüşü yolundaki toplu mezarlarda bulunan eşyalar, Anı Merkezi’ne hayatta kalanlar tarafından bağışlanıyor ve merkezde sergileniyorlar. Bu geniş daimi sergi, Srebrenika’da yaşayan soykırım kurbanlarına yönelik bir anma girişimi... Srebrenika Anı Merkezi, Bosna-Hersek’in geriye kalanının öykülerini anlatmadan Srebrenika’nın öyküsünün anlatılamayacağını belirtiyor ve tüm ülkeden bu tür objelerin ve diğer belge niteliği taşıyan materyalin kendilerine bağışlanması çağrısında bulunuyor.

***  “YADİGAR: Srebrenika Soykırımı’ndan Parçalar” başlığı taşıyan sergide bir de multimedya eğitim projesi var. YADİGAR başlıklı bu sergi, 1995’te Srebrenika’da yaşanan soykırımdan kurtulanlar ile soykırım kurbanlarının kişisel öyküleri ve fotoğrafları aracılığıyla, o dönemde hayatta kalma mücadelesini aktarmaya çalışıyor. Proje bir fotoğraf sergisi, bir fotoğraf kitabı, hayatta kalanların sesli tanıklıkları ve bir de mobil uygulamadan oluşuyor. YADİGAR projesi, Srebrenika Anı Merkezi’yle işbirliği içerisinde Çatışma Sonrası Araştırma Merkezi tarafından yaratılmış.

***  Sergilenmekte olan eşyalar, gerek soykırımdan sağ kurtulmuş olanlar, gerekse soykırım kurbanlarının yakınları tarafından bağışlanıyor. Bunlar arasında Muhammed Deliç de var ki babası Azem, dedesi Selim, amcaları Eniz ve Aziz, soykırımda öldürülmüş. Balkan Diskurs’la röportajında Muhammed Deliç, babası ve dedesini son görüşünü anlatıyor... Temmuz 1995’te kendisi, annesi ve kızkardeşi, Srebrenika’dan sürülmüş...

***  Muhammed, Srebrenika yakınlarındaki Biyelo Polye köyünde babası Azem, annesi Almasa ve kızkardeşi Maida ile birlikte yaşamaktaymış. Daha çok tarım ve hayvancılıkla uğraşmaktaymışlar, babası Azem zaman zaman ekstra para kazanabilmek için inşaatlarda da çalışmaktaymış...

***  “Boş zamanlarında babam el işleriyle uğraşmayı severdi. Bir keresinde bana bir kemer yaparak sürpriz yapmıştı. O günlerde bu aldığım en güzel hediyelerden birisiydi... Bugün ise ondan bana geride kalan tek yadigar bu kemerdir” diyor Muhammed...

***  11 Temmuz 1995’te Sırp askeri ve polis kuvvetleri Srebrenika’yı işgal ettiğinde, Deliç ailesinin yolları da Babulyiçe’de ayrılmış. Babaları, ormana dalarak Bosna-Hersek ordusu kontrolündeki özgür topraklara ulaşmaya çalışmış, annesi de çocukları ve dedeleri Selim’i de alarak Potoçari’deki Birleşmiş Milletler kampına gitmiş ve Hollandalı BM askerlerinden yardım istemiş...

***  “Son kez veda edişimizi hatırlıyorum” diye anlatıyor Muhammed. “Babam, anneme yalnız kalacağı için kaygılanmaması gerektiğini söyledi, sonra da bana dönerek saçlarımı okşadı ve ‘Annenin sözünü dinle’ dedi...” Annesi, kızkardeşi ve dedesiyle birlikte BM kampı önünde iki gün geçiren Muhammed, dedesinin dışında herkesin Kaldanj’daki Luka yerleşkesine otobüsle götürüldüğünü anlatıyor... “Bir asker beni otobüse doğru götürürken, dedemi bizden ayırmıştı” diye anlatıyor... Kladanj’a götürülmelerinin uzun ve zorlu bir yolculuk olduğunu ve korkularının arttığını aktarıyor...

***  11 Temmuz 1995’ten başlayan bir hafta içerisinde Sırp askeri ve polis kuvvetleri ormanlara kaçan erkekler ve oğlan çocuklarını öldürmüşler, ayrıca Potoçari’de ailelerinden ayrılanları veya başka yerde bulduklarını da öldürmüşler. Eski Yugoslavya’yla ilgili Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin kararlarına göre, Srebrenika soykırımında 8 bin erkek ve oğlan çocuğu öldürülmüş. Binden fazla erkek ve oğlan çocuğu Kraviça, Orahovaç, Petkovçi, Kozluk ve Branyevi gibi toplu infaz alanlarında öldürülmüşler. Katliamlar ardından da kurbanların cesetleri, Bosna’nın doğusunda geniş bir bölgede bulunan çeşitli toplu mezarlara dağıtılmış.

***  Muhammed’in babası ve iki erkek kardeşi ormanı geçip de Bosna-Hersek Ordusu denetimindeki bölgeye ulaşamamışlar. Öteki tutuklularla birlikte onlar da toplu infaz yerlerinde öldürülmüşler. Dedeleri Selim de öldürülmüş... Aile 2003 yılına kadar onların hayatta olduğu yolunda umut besliyorlarmış ancak beş ay içerisinde dedeleri Selim ile üç oğlu yani Azem, Aziz ve Eniz’den geride kalanlar bulunarak kimliklendirilmişler.

***  Selim ve Eniz’den geride kalanlar, Zvornik yakınlarındaki Pliça toplu mezarında bulunmuş. Azem’den geride kalanlar Kozluk’taki toplu mezarda bulunmuş. Aziz, Kraviça’da öldürüldüğü halde, ondan geride kalanlar Ravniça toplu mezarında bulunmuş... Selim ve üç oğlu, 20 Eylül 2003’te üçüncü toplu gömü töreninde, Srebrenika Anı Merkezi’nin resmi açılış gününde toprağa verilmişler. Ptoçari’de aynı cenazede ilk kez bir baba ve üç oğlu birden aynı anda defnedilmekteymiş... Bu büyük trajedi nedeniyle o günlerde ABD Başkanı olan Bill Clinton, kurbanları anmış...

s1-365.jpg

(BALKAN DISKURS’ta Ahmo Mehmedoviç imzasıyla 21.2.2022’de yayımlanan yazıyı özetle derleyip Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).

 


KIBRIS’TAN HATIRALAR...

“Bekir Kara abimizin anısına...”

s2-326.jpg

Ulus IRKAD

1973 yılıydı galiba. O sene babam en az beş veya altı türkü bestesiyle Baf'tan Türkiye Cumhuriyeti 50. yıl kutlamalarının Türkü Beste Yarışması’na katılmıştı. Baf Fasullalı İsmail Türker ve Kazım Türker kardeşler de bu yarışmaya hem kendi besteleri, hem de yeğenleri Bekir Kara ile ve de onun da besteleri ile katılacaklardı yarışmaya. Çalışmalar genelde bizim evde olmaktaydı. Bekir abiyi yakından orada tanımıştım. Bekir abi de bu grupta hatırladığıma göre yer almaktaydı. Solist İsmail-Kazım Türker kardeşlerle, Bekir abi ve Baf Maronalı Rahmetli Sonay Adem'in yeğeni, sınıf arkadaşım Sait Batıbeniz kardeşimizdi. Bu yarışmada Türker kardeşlerin besteleri de, Bekir abininkiler de, babamın da besteleri ödül kazanmıştı. Babam Hüseyin Irkad, bu sırada Baf Rintler topluluğuna besteler yapmaktaydı ve topluluk Lefkoşa'da Neptün yarışmasında  birinci gelerek tüm Kıbrıs'ı ilk defa enternasyonal bir yarışmada temsil etme hakkına sahip olmuştu. Daha sonraları babamın da katılmış olduğu ulusal şiir yarışmalarında Bekir abinin şiirleri de ödül kazanmıştı.

1974 yılındaki savaş sonrasında kardeşim Hamza dağdan kaçarken, bense üniversite adayı öğrenci olduğumdan BM ile Kuzey'e geçmiştik. Arkadaşım Salih Kemal'i görmek için Omorfo'ya gittiğimde Bekir abiyi oradaki Halk Kültür Derneği'ni idare ederken bulmuş ve hem bana, hem de kardeşim Hamza'ya büyük bir yakınlık göstermişti. Bize gösterdiği dayanışma ve yakınlığı hayatım boyunca unutmadım.

Bekir abi gerek 1974 öncesi, gerekse 1974 sonrası, şiir, folklor, piyes, roman ve öykü alanında üretmeye devam etti. Üretmekten durmadı. Son zamanlarda hasta olduğunu ve artık herşeyi unuttuğunu öğrenmiştim Mağusa Belediyesi'nde çalışan gelininden. Fakat gene de ona kim olduğumu, babamın Hüseyin Irkad olduğu şeklinde haberler gönderince beni anımsadığını söylemiş, hatta ona babamın en son çıkarttığım bir şiir kitabını göndermiştim. Bugün onun vefatını işittim. Bafımızın ve de tüm Kıbrıs Türk edebiyatının üreten bir sanatçısı bir yazarıydı Bekir abi ve benim de hayatımda başarı anılarıyla rol oynamıştı. Daha çok gençti. Aydınlıklar içinde kalsın. Hoşçakal Bekir abi...

 


BASINDAN GÜNCEL...

“Giyeceklerimi bırakabilirim, ama fotoğraflarım benim hayatım”

Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu'nun (UNFPA) internet sitesinde 11 Nisan 2022 tarihinde yayınlanan yazının Türkçe çevirisini paylaşıyoruz:

***

"Dışarıda patlamalar vardı, duman kokusu geliyordu. Etrafımız neredeyse sarılmıştı, yukarıdan uçaklar geçiyordu.

"O kadar çok ses vardı ki konuştuğumda kendi sesimi duyamadım. Ertesi gün gitmeye karar verdik, eğer sağ çıkabilirsek..."

Rusya, Ukrayna'nın doğusundaki memleketi Mykolaiv'i bombalarken 72 yaşındaki Valentina Ejova hayatını öncesi ve sonrası olarak ikiye ayıran bir karar verdi. Birkaç saat içinde eşyalarını iki küçük bavula sığdırıp memleketini, arkadaşlarını ve bildiği haliyle dünyayı ardında bıraktı.

Birleşmiş Milletler Mülteci Örgütü'ne göre, işgalin başladığı 24 Şubat'tan bu yana Ukrayna nüfusunun dörtte biri evlerinden ayrılmak zorunda kaldı. Bu kişilerin 4,5 milyondan fazlası Ukrayna'yı terk ederken geri kalan 6,5 milyonu ülke içinde yerinden edildi. 9 Nisan 2022 itibariyle, savaş başladığından bu yana yaklaşık 400 bin kişi Moldova Cumhuriyeti'ne geçiş yaptı; bu kişilerin çoğu kadınlar, çocuklar ve yaşlılardı.

Ejova, "Ayrılırken kalbim acısa da ardıma bakmadan memleketimi terk ettim" diyor: "Hayatımın vazgeçtiğim maddi mallardan daha kıymetli olduğuna karar verdim."

Kriz durumlarında kadınlar, kız çocukları ve yaşlı insanlar daha büyük bir istismar ve kötü muamele riski ile karşı karşıya kalıyor. Bu risk özellikle hareket halindeyken, sınır noktalarını geçerken ve dolu, çoğu zaman da güvensiz yerleştirme merkezlerinde söz konusu oluyor.

Yaşlılar özelinde düşünüldüğünde ise, özellikle tek başına yolculuk edildiği durumlarda ve çatışmaların yaşandığı bölgelerden geçerken mevcut sağlık ve hareket ile ilgili sorunlar halihazırda sınırlı olan sağlık hizmeti ve psikososyal desteğe erişimi daha da zorlaştırıyor.

Henüz mevcut kriz başlamadan önce bile Ukrayna'nın çatışmalardan etkilenen bölgelerinde yaşayan yaşlı kişiler insani yardıma ihtiyacı olan kişilerin üçte birini oluşturuyordu. Bu, tüm dünyada bir krizden etkilenen en büyük yaşlı insan nüfusu anlamına geliyordu.

Ukrayna aynı zamanda ortalama yaşam süresi açısından dünyadaki en büyük cinsiyet farklarından birine sahip.

Buna göre, kadınlar erkeklerden ortalama on yıl daha fazla yaşıyor: Pek çok yaşlı kadın kendi başlarına kaçıyor, bu da onları daha büyük bir cinsel ve fiziksel şiddet ve istismar riski ile karşı karşıya bırakıyor.

Mykolaiv'den Moldova'nın başkenti Chișinău'ya yolculuk normalde yarım gün sürerdi. Ejova belki de son kez ön kapısını kapattıktan 24 saat sonra sınıra ulaştı. Önce Odessa'da aile dostlarının arabasında onlara katıldı, ardından uzun bir arayışın sonunda Chișinău'ya giden bir minibüs buldu.

Yolculuk meşakkatliydi; hava çoğu zaman soğuktu, yolculuk tıkış tıkış ve yalnız devam etti. Varış noktası ise belirsizdi.

"Her zaman aktif bir hayat sürmüşümdür fakat bu yolculuk gücümü tüketti; fakat fiziksel olarak değil, duygusal olarak" diyen Ejova, "mayın tarlalarından geçme ya da durdurulma korkusunun bir an için bile kendisini bırakmadığını" söylüyor.

Ejova ancak sınırı geçtikten sonra iç rahatlığıyla derin bir nefes alabildi.

Moldova Cumhuriyeti'ne vardığında, geçici yerleştirme merkezlerinden birinde kendisine kalacak bir yer verildi. UNFPA ile konuştuğunda birkaç gündür o yerleştirme merkezinde kalıyordu. Ejova, bu ülkenin kendisi için barış, yardım ve nezaket anlamına geldiğini söyledi.

Hem Ukrayna'da hem de mültecileri ağırlayan komşu ülkelerde UNFPA tıbbi ekipman ve sağlık birimlerine sevki sağlıyor, içinde hijyen ve temizlik ürünlerinin olduğu haysiyet kitleri dağıtıyor ve cinsiyet temelli şiddete maruz kalan kişilere kalacak yer ve destek hattı sunuyor.

Ejova bugüne kadar Moldova'da gördüğü yardıma minnettar; birkaç gün sonra ise Ukrayna'dan gelip kalan ya da başka ülkelere geçen mültecilerin olduğu Avusturya'ya uçacak. Bu, yurt dışına yapacağı ilk yolculuk olsa da ve orada kimseyi tanımasa da yerini bulacağından emin:

"Evet, 72 yaşındayım; ama yeni bir dili [öğrenmeye] çalışmaya hazırım. Çalışmaya ve yeniden kendi ayaklarımın üzerinde durmaya hazırım. Yaş bir tanı değil; kendimi tam güçte ve enerjide hissediyorum. Yeni bir ülkede zorluklar ile karşı karşıya kalmaya hazırım."

Geride bıraktığı hayattan enstantaneler arasında sayfaları çevirirken şöyle diyor Ejova: "Neyi bırakıp neyi yanıma alacağıma karar vermem lazım. Kıyafetlerimi ve ayakkabılarımı bırakabilirim, ama fotoğraflarımdan vazgeçemem; onlar benim hayatım."

Ejova, eşi yıllar önce öldükten sonra 39 yaşındaki oğlu ile birlikte yaşamış. Oğlu ise geride, neredeyse hiçbir iletişim ve internet hizmetinin kalmadığı Myoklaiv'de kalmış. Birkaç gün önce oğlu ona telefonla ulaşıp ayrılmak istediğini söylese de Ejova o günden beri ondan haber almamış.

Ejova cebinde sadece 78 dolar ile sağ salim Avusturya'ya vardı. Ukrayna'dan ayrılmadan önceki gün pek çok ATM'den para çekmeye çalışmış, fakat hiçbirinin içinde para olmadığını görmüştü. Memleketini bir daha görüp görmeyeceğinden emin olmasa da Avusturya'da rahatlık ve huzur bulacağından umutlu ve bunları orada bulmakta kararlı:

"Oğlumu getirmek için mümkün olan her şeyi yapmak istiyorum. O babası gibidir, nadiren ani kararlar alır. Oğlum genç; genç insanlar böyle kararları genelde daha kolay alırlar. Bizim durumumuzda tam tersi oldu: Onu tekrar görebilmek için dua ediyorum."

s3-166.jpg

(BİANET.ORG – 13.4.2022)

 

 

Bu yazı toplam 1162 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar