Sözcükten Yaratıcı Yazmaya
Yazarın yapıtına son noktayı koymasına karşın kitaba ad koyma konusunda ciddi, yoğun sıkıntılar yaşaması bile yazma eyleminin ciddiyet ve önemini yansıtır
Metin Karadağ
[email protected]
2000’li yılların başından beri Türkiye’de görülmeye başlanan “Yaratıcı yazarlık-Yaratıcı yazma” terimi, Batı dünyasında daha eski dönemlerde ve farklı boyutlarda ortaya çıkmıştır. Özellikle iletişim dünyasının inanılmaz boyutlardaki toplumsal işlevi ve tecimsel yanı, Batı dünyasında bu alanın farklılaşmasına; eğitsel ve kültürel boyutlarıyla kitlelere yansımasına yol açmıştır. Türkiye’de de yakın zamanlarda 100 binleri aşan roman baskıları, Orhan Pamuk’un Nobel kazanması, yayın sektörünün palazlanarak çoksatarlığın gözde haline gelişi, ün-para-saygınlık kazanma gibi hedefler, elektronik ortamın olanakları, geniş kitlelerin yazma isteklerini kabartan öğeler olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu niyet ve girişimlerin ciddi edebiyat medyası tarafından kıyasıya eleştirildiğini de görmekle birlikte, özellikle sanal medyada edebî türlerin hemen her dalında pespaye denilebilecek birikimlerin yanı sıra, kitapçıların raflarında da değersiz ürünlerin arz-ı endam ettiklerine tanık olmaktan kurtulamıyoruz. Öte yandan yazma eyleminin kuramsal boyutuyla yıllar boyu uğraşıp, kurguya dayalı görece farklı sayılabilecek metinler oluşturabilen öğrencilerimizin çok sınırlı kalması da, üzerinde durulması gereken başka bir ağır sorun.
Yaratıcı yazma eyleminin sanatsal bir üretimin süreçlerinden çok farklı olmadığı bir gerçek…İçerik olarak bu süreci kısaca “yazarken sıradanlığı aşmayı denemek, alışılmışların dışına yelken açarken bilinmeyenleri yakalayıp yepyeni bir düşünce ya da duygusal örüntülerle etkileyici ve belki kalıcı özelliklere sahip satırlar oluşturmak” biçiminde tanımlamak mümkündür. Bir başka yaklaşımda “Rahatsız edici boşlukların veya eksik öğelerin farkına varma bunlarla ilgili düşünme, bunlarla ilgili varsayımlar ortaya atma, varsayımları sınama, elde edilen sonuçlara göre gerekirse yeni varsayımlar kurma, sorunlara-aksaklıklara, bilgi eksikliklerine, kayıp öğelere duyarlı olma, güçlüğü tanımlama, güçlüğe çözüm bulma, tahminde bulunma” biçimiyle açıklanabilir yaratıcı yazarlık. (Torrance, aktaran: Sungur, 1992: 20). Bir yeti mi, ya da çalışıp çabalamayla ortaya konulabilecek bir hüner mi? Bir başka yorum: “Tüm duygusal ve zihinsel etkinliklerde, her türlü çalışma ve uğraşın içinde varolan, insan yaşamının ve insan gelişiminin tüm yönlerinin temelini meydana getiren bir yeti” (San, 1979:177).Yaratma eylemenin düşünsel temelinde çok farklı yaklaşım ve yorumların karmaşasına girmeden kavramsal anlayışımızın ortak noktası olarak gördüğümüz bir öneriyle çıkış noktamızdan rotamıza doğru hareketlenelim: “Yaratıcı süreç sayrılığın sonucu olarak değil, duygulanımsal (emotional) sağlığın en yüksek derecedeki betimi, normal kişilerin kendilerini gerçekleştirme edimlerinin bir dışa vurumu olarak keşfedilmeli. Yaratıcılık, sanatçının olduğu kadar bilim adamının, estetin olduğu kadar düşünürün emeğinde görülmeli; ve yaratıcılığın erimi, ola ki modern teknolojinin kaptanlarında ya da bir annenin çocuğuyla normal ilişkilerinde ortaya çıksın, çizip sınırlandırmamalı. Yaratıcılık Webster’ın yerinde belirtiğiyle yapma, varlığı ortaya çıkarma sürecidir” (May,2007:64).
Dünyanın her tarafında yazmaya başlamadan önce okumanın gerekliliğinden söz edilir. Doğrudur da bir yerde. Okuma eyleminin ayrıntılarına girmeden iyi bir okurun, kısa zamanda bir edebiyat yapıtında okuduklarının zihninde canlanan yanlarının dışında, başka metinlerle ya da düşüncelerle ilişki kurması beklenir. Yapıtın farklı katmanlar dünyasına girebilmelidir okur. Burada işin içine eleştirel okuma koşulları giriyor tabii… Onu da hızlı geçtiğimizi varsayalım. Peki yazmaya başladığımızda tüm bu ön hazırlıkları tamamlamış olsak da niçin okuduğumuz yazarlarda gördüğümüz sular seller gibi akmıyor kalemimiz? Değil bir kitap oluşturmak sınırlı bir sayfayı doldurmak bile neden dünyanın yükü gibi sırtımıza biniyor? Yazdıklarımızın bize anlamsız, basit ve özgünlükten ırak olmasının sebebi ne? “Boş kâğıda bakarken neden tüm güzel ve anlamlı cümleler bizden bucak bucak kaçmaya başlar?” (Gülsoy 249). Konunun uzmanları yaratıcı yazmanın düşünsel boyutlarının başında gerçek ve kurgu ilişkisinin geldiğini ileri sürmekteler. Yazar gerçekliği bir nesne olarak seçer ama kendi düşlemiyle yeniden onu örgütler. Kurmaca olarak adlandırdığımız bu yeni gerçeklik, artık edebîdir. Picasso’nun ünlü balık tablosunu cahilâne bir tarzla eleştiren kişiye verdiği yanıt, yaratıcı sanatsallığın özü gibidir: “ O bir balık değil, resimdir!” Nabokov’un dünyaca ünlü birkaç romanı saydıktan sonra “…bunlar su katılmamış peri masallarıdır. Ama bu peri masalları olmasa dünya gerçek olmazdı” demesi işin can alıcı noktasını ortaya koyuyor sanıyorum. Öte yandan John G.Fitzgerald’ın “İyi bir yazar iyi bir yalancıdır” sözü de kurgunun yazma eylemindeki işlevini açık bir biçimde yansıtmaktadır, bence.
Yazma eyleminin çıkış noktasında uzmanların pek çok teknik önerileri bulunmaktadır. Örneğin alanın tanınmış kişilerinden Lean Z. Owen, yazma yeteneğinin gelişmesinde beş hazır noktadan söz eder:
- Tür ayrımı yapmadan okuyabilirsiniz. Yazar, genel kültür bilgisine yönelik yayın yelpazesini geniş tutmalıdır.
- Diğer yazarlarla ilişki kurabilirsiniz. Bu doğrudan sevdiğiniz yazar, şairle anında dostluk kurma anlamına gelmez. O sanatçıları her yönüyle tanıma, yazma süreçlerini öğrenme, giderek yazar derneklerine ya da toplantılarına, eleştiri gruplarına, çalışma ortamlarına katılma demektir. Sanal ortamın olanakları çerçevesinde pek çok yazarın özel siteleri, sosyal iletişim araçları bulunmaktadır. Bu girişimlerinizi sürdürdüğünüzde gözlemleyeceğiniz gelişmeleriniz, kendinizi de şaşırtabilecektir. Ancak Owen’ın bu süreç için bir uyarısı var: “Bunların tümünü gerçekleştirebilseniz bile bu katkı, edebiyatın denizinde bir ayak parmağının işlevi kadardır”.
3. Defter tutabilirsiniz. Yeni başlayanların düşüncelerini, ilginç buluşlarını, diyalog parçalarını ve karakterlere ait eskizlerini bir deftere kaydetmelerinde süreci izlemek açısından da büyük yarar vardır.
4. Günlük programınızı farklı düzenleyebilirsiniz: Yazma işinde ciddiyseniz, bu eylemin öyle ilhamının sihirli kanatlarıyla bir uğurlu zamanda zuhur etmesini hayal etmeyin. Planlar ve tasarımlar çerçevesinde yeteneğin gelişmesini sağlayacak programlar yaşam biçiminiz olmalıdır.
5. Kendi yolunuzu aydınlatabilirsiniz. Yazınsal çalışma belli bir noktada durmaz. Yaşam şartlarına ait değişiklikler, yazma programınızı nasıl etkileyecektir? Düzenli olarak kendinizi yazmaya göre ayarlayabilecek misiniz? Ya da kendinizin yahut hayatın yarattığı engelleri kaldırabilecek misiniz? Buna hazır ve kararlı mısınız? Bu soruların tümüne evet diyorsanız ve önceki ön koşulları da yerine getirmişseniz büyük bir adım atmışsınızdır demektir.
Bu ön koşullar tablosunu anımsattıktan sonra yazmanın ilk öğesi olan sözcük üzerinde durmak yerinde olacaktır. Pek çok edebiyatçının yapıtlarının belki tümünde bazen de kimi yerlerinde tek bir sözcüğü seçmek için günlerce düşündüğü söylenir. Yahya Kemal Beyatlı’nın bir şiirinde uygun sözcüğü seçmek için altı ay çırpındığı bilinir. Edebî yaratının sanatçıda sancılar doğurması son derece doğaldır. Orhan Veli’nin ünlü “Her şeyi söylemek mümkün; Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum; Anlatamıyorum” diyen dizelerindeki sıkıntıyı hissetmeyen var mıdır yazmayla bir biçimde ilişkisi olanlar arasında ? Bu karmaşık olguyu çözümlemekten kaçınıp -merhum hocamız ve dostluğuyla onur duyduğum Doğan Aksan’ın Şiir Dili ve Türk Şiir Dili kitabında Türk şiir dilinde şiirin anlam çerçevesini ortaya koyarken vurguladığı ve yazmanın temeli saydığım sözün duygu değeri konusuyla yetineceğim. Sözcüklerin salt anlam bakımından değil bireylerde yarattığı duyguların çeşitliliği bakımından da önemli olduğunu yazan Aksan, bu kavram için Avrupa’da duygu değeri ya da ruhsal durum değeri terimlerinin kullanıldığını belirtir. Salt lirikte değil edebî türlerin çeşitli ürünlerindeki adlarda da sözcüklerin bu özelliğini yansıtan göstergeler kullanılır. Örneğin etkileme gücünü tek sözcükten alan edebiyatımızdaki Yalan, Damga, Bomba, Sürgün gibi; yabancılardan Amok, Şahika, Koku gibi adlandırmalar ilk görüntülerinde farklı algılamalar yaratmışlardır. Tamlama biçimindeki adlardan Gurbet Çıkmazı, Kanlı Topraklar, Yılanların Öcü, Dişi Örümcek, Sisler Bulvarı, Ateş Gecesi, Benim Adım Kırmızı, Soydaşınız Balık Burcu, Ten Tarihi ve yabancılardan Morg Sokağı Cinayeti, Vadim O Kadar Yeşildi ki, Garb Cephesinde Yeni Bir Şey Yok, Silahlara Veda, Durgun Akardı Don gibi örnekler adetâ okunmayı kışkırtır yapılardır. Örneklerden çıkarımımız ise sözcüğün tek başına inanılmaz bir yaratıcı güce sahip oluşudur. Acaba bu yüzden mi Cemal Süreya “Çağdaş şiir geldi sözcüğe dayandı” demişti?
Yazarın yapıtına son noktayı koymasına karşın kitaba ad koyma konusunda ciddi, yoğun sıkıntılar yaşaması bile yazma eyleminin ciddiyet ve önemini yansıtır. Tanık olduğum bir örnekle fikri somutlaştırırsak; lisans ve yüksek lisanstan öğrencim şair Sinan Oruçoğlu, Yasakmeyve yayınlarından ilk kitabı çıkacağı zaman bir şiirinin de başlığı olan “Çirkin Ağacı” adında karara varmıştı. Fakat baskıdan birkaç gün önce bir kadın şairimizin bir şiirinde bu tamlama kullanıldığından Oruçoğlu, günlerce kıvranıp durmuş, sözcüğün tutsaklığından kurtulamayarak gene de ilk adı kullanmıştı. Kitap adları gerçekten yaratıcının neler söyleyebileceğini ifşa eden şifresel pusulalar, kılavuzlardır. Sorgularsak kimi gizli ya da gizemli sebepleri yakalayabiliriz belki. Yaratıcı neden bu adı seçmiştir? Neleri çağrıştırıyor? Nasıl bir sözcüksel bağdaştırmayla oluşturulmuş? Pek çok yaratıcı işin en zor tarafı olduğunu söylerler ad koymanın. Öylesine etkin ve yaygın kitap adları vardır ki yazarını geçmiştir. Don Quijote, gariban Cervantes’i gölgede bırakmış, Moby Dick’in yazarı belki gölge de bulamamıştır! Faust, Hamlet, Goriot Baba da öyle değil mi? Bizden İnce Memed, Kuyucaklı Yusuf, Keşanlı Ali…gibi Sisler Bulvarı, şairin önündedir. Annabel Lee şiirini ezbere bilirdik lisede. Ama Poe’yu yıllar sonra tanıdık… Bazı ilginç ad koyma anılarını da anımsatmak yerinde olacak. Nobel ödüllü Steinback, ünlü eseri Fareler ve İnsanlar’ın adını, Robert Burns’un “Bir Fareye”adlı şiirinden almıştır. Adnan Binyazar yazdığı romana ad ararken günlerce kararsız kalır, bir gün Macbet’ten aşağıdaki dizeleri okur tesadüfen: “ Hayat dediğin nedir ki; yürüyen bir gölge, bir zavallı kukla sahnede. Bir saat boy gösterecek, boyun kırıp gidecek…” Yazar, romanın iç sesiyle bu sözler arasında derin bağlantılar kurmuş ve Ölümün Gölgesi Yok adına bu yolla ulaşmış. Agatha Christie de birçok kitabının adını Shakespeare’in eserlerinden almıştır. Orhan Pamuk’un “Kitap adları kafamızda tıpkı insan adları gibidir; bir kitabı milyonlarca benzeri içinden ayırmaya yararlar” sözü de yazarlıkta “adlandırmanın” bile ne denli önemli olduğunu yansıtır. Yaratıcı özelliği olan ad koyma konusunda Fatih Andı’nın “Edebiyatçılar ya çarpıcı, aykırı, hatta okuyucu ile inatlaşan, muzip adları daha çok tercih etmektedirler yahut da şiirsel, tedaileri zengin, okuyanı alıp başka dünyalara daha kolay götürebilecek adları... Bunun için de, söz sanatlarıyla örülmüş adlar, bir şiirin bir mısraından ödünç alınmış adlar, şiirsel çağrışımlı adlar, dilde var olan kalıp sözlere yaslanan adlar, bu kalıp sözler üzerinde küçük oynamalarla çarpıcı hale getirilmiş adlar vs. daha cazip imkânlar sunmaktadır yazara” biçimindeki yorumu, konuya akademik yaklaşımın sonuç niteliğindeki saptamalarını yansıtmaktadır (İğrek 2014).
Evet, yaratıcı yazma işinde salt sözcükten, duygu değeri olan ad koymaktan söz etmeye çalıştım. Abecesini dahi anamayacağımız sınırlılıkla oluşan bu söyleşi bağlamında May’in kimi “başlangıç önerileri” ile sözü noktalayalım:
Yazmak bir emek işidir; salt hevesle, ilhamın göklerdeki perileriyle oluşacak bir sihir yoktur. Yazmaktan keyif almak, üretilenle mutlu olmaktır ilham perisi… Söyleyecek sözümüz varsa, yazacaklarımız da olacaktır mutlaka!
Kaynaklar:
Gülsoy, Murat. (2016). Büyübozumu: Yaratıcı Yazarlık. İstanbul: Can Yayınları
İğrek, Musa. (2014) Bir yazar kitabına nasıl isim koyar? http://www.musaigrek.com/2014/12/bir-kitaba-isim-vermek.html.
May, R. (Çev: Oysal, A.). (2007). Yaratma Cesareti. İstanbul: Metis Yayınları.
San, İ. (1979). Sanatsal Yaratma ve Çocukta Yaratıcılık. Ankara: Türkiye İş Bankası Yayınları.
Sungur, N. (1992). Yaratıcı Düşünce. İstanbul: Özgür Yayın Dağıtım.