Sözün Teknolojileşmesi
Ong’un tespitlerine göre yazı bilmeyen, sözlü beyin; bugün bizim beyinlerimizden oldukça farklı çalışıyordu
Tayfun Can Onuk
[email protected]
Walter J. Ong. Sözlü ve Yazılı Kültür: Sözün Teknolojileşmesi. Çev. Sema Postacıoğlu Banın. İstanbul: Metis Yayıncılık, 2014
Geçen haftalarda Gaile’nin Kütüphanesi için Hakan Karahasan Barry Sanders’ın Öküzün A’sı isimli kapsamı ve fikirleri bakımından oldukça önemli olmasına rağmen hak ettiği üne kavuşamamış kitabını tanıttı. Kitabın “Elektronik Çağda Yazılı Kültürün Çöküşü ve Şiddetin Yükselişi” olan alt başlığı, içindeki fikirleri özetler nitelikte. 1994’te kaleme aldığı eserinde Sanders, dünyada yükselen şiddetin sebebi olarak çökmekte olan yazılı kültürü gösteriyor ve bunu kanımca oldukça sağlam temelli bir şekilde yapıyordu.
Ben de bu hafta Sanders ve Öküzün A’sı denince hemen gündeme gelmesi gereken Walter J. Ong ve muhtemelen içselleştirmesi kolay bir eser olmadığı için ünlenememiş kitabı Sözlü ve Yazılı Kültür’den bahsetmek istedim. Özünde bir rahip olan ve 2003’de ölen Walter J. Ong, yazılı kültür ve dünyanın geleceği konusunda Sanders’ın tam anlamıyla muhalifiydi.
Dinlerin sesli (yazılı olmayan) sözcükle kurduğu derin ilişki ilgisini çektiği için rahiplikten bilim insanlığına evrilen Ong da Sanders gibi yazılı kültürün dünyayı nasıl değiştirdiğini anlamaya ve anlatmaya çalışıyordu. Bu çabasının en somut ürünü olan ve 1982’de yayınlanan Sözlü ve Yazılı Kültür (Orality and Literacy), yazılı-sözlü kültür araştırmaları yapanların en temel eserlerinden. Bu eserinde Ong, o zamana kadar derli toplu şekilde ele alınmamış bir soruyu cevapladı: “Dili (sadece) sözlü olarak bilen beyin nasıl çalışır?”. Ong’a göre yazıyı kültürün vazgeçilmez bir parçası gibi görmek ve yazı öncesi kültürleri ‘yazısız kültürler’ olarak adlandırmak büyük bir yanlıştı çünkü hem yazı dilin doğal bir sonucu değil yapay bir insan icadıydı hem de uygarlık tarihine oranla yaşı oldukça küçüktü. Gerçekten de düşündüğümüzde bugün onsuz yapamadığımız yazının uygarlık tarihinde etkin bir aktör olmasının tarihi oldukça yeni. Yazı çok kadim bir icat olsa da matbaa Orta Avrupa’ya gelene kadar tarihi dönüştüren bir etkisini göremiyoruz.
Ong’un tespitlerine göre yazı bilmeyen, sözlü beyin; bugün bizim beyinlerimizden oldukça farklı çalışıyordu. Sözlü kültüre ait bireyler; toplam bildiği sözcük sayısı bizim gibi matbaa beyinlilere göre az olsa da bildiği bütün sözcükleri etkinlikle kullanan, sözlü dili ustaca kurgulayan, farklı ezber dinamiklerine sahip olan ancak analiz yapamayan, soyut düşünemeyen, sözcüklerle rahat manipüle edilen ve neden-sonuç ilişkileri kurmakta oldukça başarısız bireylerdi. Burada şöyle de bir not düşmek istiyorum, Ong için bu tespitler oldukça arkaik bir döneme aitti. Avrupa’nın matbaa ile muhabbeti geçmişe dayandığından bugün sözlü kültürün organik bir kesitini gözlemlemeleri mümkün değil. Oysa yazılı kültüre geçiş hikâyeleri Avrupa’dan oldukça farklı olan Kuzey Kıbrıs ve Türkiye’de sözlü kültürü gözlemlemek için en yakın köye gidip orada bir nene ya da dedeyle sohbet etmek halen yeterli oluyor (Ong okuma yazma bilmek ile yazılı kültürde olmanın birbirinden oldukça farklı şeyler olduğunu söylüyor, yerden kazanmak adına bu farka girmiyorum). Her bir cümlesini atasözü ve deyimlerle süsleyen, ezberinde kaç masal olduğunu kendi de bilmeyen, ne anlatsa estetik bir hazla dinleten ama eleştirel ya da bilimsel düşünemeyen nene, dede ve abalar aslında Ong’un anlattıklarının yaşayan örnekleri.
Ong’a göre matbaa ve okur-yazarlık yaygınlaşırken sözlü beyin yerini matbaa beynine bıraktı. Bu da dil üzerindeki becerilerimizi kısıtlarken eleştirel düşünme ve analiz konularında insanlığa bambaşka ufuklar açtı. Nitekim durup düşünürsek, ucu bucağı belirsiz uygarlık tarihine adını yazdırmış bilimsel gelişmelerin ağır çoğunluğunun matbaanın Orta Avrupa’ya gelmesinden sonra olduğunu görebiliriz.
Buraya kadar anlattıklarımdan Ong’un da tıpkı Sanders gibi yazılı kültürü övüp kutsadığı anlamı çıktıysa da durum öyle değil. Ong’un kitabında sözlü kültüre büyük bir aşk ve iade-i itibar çabası var. Bugüne (kitabın yazıldığı güne) kadar ilkellikle bağdaştırılan sözlü kültüre hak ettiği derinliği kazandırmak için Ong çabalıyor ve yerinde tespitler yapıyor. Yazının iletişim açısından söze göre oldukça güçsüz olduğunu iddia eden Ong’a göre, yazının en büyük acizliği kendini savunmaması. Yazı söylem ile onu üreteni birbirinden ayırdığı için okuyanın anladığı ile üretenin kast ettiği birbirinden farklı olabilir. Sözlü dönemde retorik becerileri ile karşısındakini ikna edene kadar çabalama özgürlüğü bulunan söylem üreticisi yazı ile kağıt üzerindeki lekelere indirgenimiştir.
Yazıya dünyada yaygınlık ve iktidar kazandıran matbaadan ise ölümünü keyifle izlediği bir düşman gibi bahsediyor Ong. Yazının ve yazılı kültürün dilin doğal bir sonucu olmadığını ve bu sebeple ömrünün sınırlı olduğunu iddia eden Ong, matbaa kültürünün çökmekte olduğuna kanıtlar gösterirken insanlığın matbaa ile geçirdiği dönemi Gutenberg Parantezi olarak adlandırıyor ve bu parantezin kapanmakta olduğundan da çok memnun. Ong’un savunusuna göre insanın dili üretme biçiminin doğal ürünü olan sözlü dil ve sözlü kültür, matbaa yüzünden kısa bir süre baskılanmış olsa da geri gelecek ve bu döneme İkincil Sözlü Kültür dönecek. Ong kitabını İkincil Sözlü Kültür döneminin nasıl olacağını, matbaanın durağan ve katı bilgi birikiminin teknoloji ile nasıl akışkan ve devingen olacağını anlatarak bitiriyor. Gerçekten dolu bir kitap olduğu için buradaki özet oldukça basitleştirici oldu, özür dilerim.
Burada dikkate değer nokta Ong’un kitabını 1982’de kaleme alırken sosyal medyanın henüz bildiğimiz haliyle icat edilmemiş olması. Halbuki Ong, matbaayı tahtından edecek yeni dönemi anlatırken gerçekten de sosyal medyayı anlatıyordu. O dönemde bu teknolojinin nasıl işleyeceği net olmadığı için de matbaayı tarihe gömecek bu teknolojiden, beklenen bir Mesih gibi bahsediyordu. Ong’a göre matbaa dönemi kapanınca dinamik, etkileşimli, bilgiye erişimin hiç olmadığı kadar kolaylaştığı, her bireyin üretici olabildiği bir dönem başlayacaktı ve dünya daha iyi bir yere doğru evrilecekti.
Ong 2003’de öldü. Sanders halen hayatta. Sözlü ve yazılı kültür çalışmalarına başladığımda iflah olmaz bir Ong fanatiğiydim ve matbaanın ölmekte oluşunu ben de Ong gibi içsel bir tatminle izliyordum. Ne yazık ki teoride bilginin akışkanlığını artırarak dünyayı bilgiye daha sık erişen bir yer yapabileceği halde sosyal medya insanların dünyanın yuvarlak olmadığını savunmak için örgütlendiği bir yer haline geldi. Sosyal medya ve matbaa kültürü üzerine analizlerimi gelecek yazılar için saklayarak tarihin çok net bir şekilde Sanders’ı haklı çıkardığı ve Ong’un matbaa sonrası ütopyasından bambaşka karanlık bir kültürel atmosfere doğru yol aldığımız gerçeği ile bitiriyorum.