1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. “Srebrenitsa Soykırımını Uluslararası Düşünme ve Anma Günü...”
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

“Srebrenitsa Soykırımını Uluslararası Düşünme ve Anma Günü...”

A+A-

Fikret İLKİZ

Birleşmiş Milletler 11 Temmuz gününü “Srebrenitsa Soykırımını Uluslararası Düşünme ve Anma Günü” olarak kabul etti.

Düşünmeliyiz…8372 kere düşünmeliyiz! Anlamalıyız!

 

Babi Yar ve 1940'lı yıllar…

29-30 Eylül 1941’de Nazi işgalindeki Kiev'de Yahudiler, Çingeneler, Sovyet savaş suçluları ve komünistler dahil 100 binden fazla insan öldürülmüştü. 33 bin 771 Yahudi’nin iki gün içerisinde katledilmesi tarihe Babi Yar Katliamı olarak geçti...

Katledilenler adına elli yıl sonra 1991'de Babi Yar parkına bir anıt dikildi. 2022 yılında Ukrayna'yı işgal etmek isteyen Rus ordusu tarafından bombalandı. Sostakoviç’in 13. Senfoni'sinin 1. bölümü "Babi Yar"; bu katliama ithaf edilmiştir. Serserilerin Şairi olarak bilinen Rus şair Yevgeni Yevtuşenko; "Babiy Yar" isimli şiiri ile  tanınır.  Stalin'e, Hitler'e ve savaşa karşıdır, ırkçılığı şiddetle eleştirir.

 

Katyn Ormanlarında katliam yılları…

3 Nisan 1940 tarihinden itibaren 22 bin Polonyalı subay, sivil ve aydın kişi başlarına birer kurşun sıkılarak öldürüldü. Katyn Ormanında toplu mezarlara gömüldüler. Tarihteki adı Katyn Ormanı Katliamı… Katliam emrinin kim tarafından verildiği Rus hükümeti tarafından yıllar sonra kabul edildi.

Rus hükümeti katliamın savaşta yaşanabilecek bir eylem olduğunu öne sürmüştü. AİHM’deki yargılamalarda infazların bir katliam olduğunu Mahkemeye beyan eden Rusya; 2010 senesinde katliam emri verenin Stalin olduğunu ve Sovyet yetkililerin suçlandığı bildirgeyi onayladı...

Katyn Katliamı’na dair AİHM’sine yapılan başvurular birleştirilerek incelendi.... Başvurucular Sözleşmenin 2. maddesindeki yaşam hakkının ve 3. maddesindeki işkence yasağının ihlali iddialarını ileri sürmüştür. On beş Polonya vatandaşı tarafından Rusya aleyhine AİHM’sine yapılan başvuruda Mahkeme, Rus Hükümeti’nin zaman bakımından (ratione temporis) yetki itirazını kabul ederek şikâyeti Sözleşme’nin 2. maddesi (yaşam hakkı) kapsamında inceleme yetkisi bulunmadığı sonucuna varmıştır. 3. Madde (işkence yasağı) bakımından ise hak ihlali bulunmadığına karar vermiştir...

 

1990'lı yıllar ve "Srebrenitsa"…

Avrupa'nın tam ortasında, Yugoslavya'da Srebenitsa katliamı…

Srebrenitsa Katliamı, II. Dünya Savaşı'ndan sonra tarihin gördüğü en acı, en acımasız katliamlardan birisidir ve en vahşi soykırımdır...

Uluslararası Kızılhaç Örgütü verilerine göre (1992-1995) Bosna-Hersek'te 312 bin kişi hayatını kaybetti. Bu kayıpların 200 bin kadarı Boşnak halkından...

Bosna Hersek’in Srebrenitsa kasabasında 13-18 Temmuz 1995 tarihleri arasında 8 bin genç Müslüman erkek Miladiç’in emriyle Bosnalı Sırp güçleri tarafından katledilerek öldürüldü.

Bosnalılar dünyanın gözü önünde soykırıma tabi tutuldular. Sırplar işkenceden geçirdikleri Bosnalı Müslümanları; çocuklarının ve kardeşlerinin gözleri önünde öldürdükten sonra, onlara mezarlar kazdırdı ve öldürdüklerini onlara gömdürdü.

1993 yılında, "1991'den itibaren eski Yugoslavya topraklarında işlenen ciddi uluslararası insancıl hukuk ihlallerinden sorumlu olan kişilerin yargılanması için uluslararası mahkeme” kuruldu.

Katliam emrini verenler zor zahmet yargılanabildi!

Uluslararası sözleşmeler o zaman da yürürlükteydi. Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği o yıllarda da vardı; ama katliamlar önlenemedi, önlenmedi.

Birleşmiş Milletler tarafından Srebrenitsa’yı korumakla görevlendirilen 700 Hollanda askeri, bölgeye "güvenli" olduğu güvencesiyle sığınmış 8 bin kadar Bosnalıyı katledileceklerini bile bile Sırplara teslim ettiler. Sonra "üstün hizmet" madalyalarıyla ödüllendirildiler.

2002 yılında Hollanda hükûmeti katliamı önleyemediği için toplu olarak istifa etti. 2013, 2014 ve 2019'da Hollanda devleti; Hollanda yüksek mahkemesi ve Lahey Bölge Mahkemesinde 300'den fazla insanın ölümünü önlemek için yeterli çabayı göstermemekten sorumlu bulundu.

Nisan 2013'te Sırbistan Cumhurbaşkanı Tomislav Nikolić, Srebrenitsa’da işlenen "suç" nedeniyle özür diledi ancak bunu soykırım olarak adlandırmayı reddetti.

Srebrenitsa katliamın baş sorumlusu Sırp güçlerinin komutanı Ratko Mladic 15 yıl boyunca kaçak yaşadı. 26 Mayıs 2011’de yakalandı, Lahey'de yargılandı. .

2017 yılında Ratko Mladic’i mahkûm eden Mahkeme Saraybosna’nın bombalanması emrini verdiğine, Srebrenitsa’da soykırım ve ırk katliamı yaptığına, cinayet işlediğine, tüm Bosnalı Müslüman nüfusu yok etmeye kastettiğine karar verdi. Soykırım, savaş suçu ve insanlığa karşı suç işlemekten müebbet hapis cezasına çarptırıldı.

Bosnalı Sırpların savaş dönemindeki siyasi lideri Radovan Karadzic benzer suçlardan ve 50'ye yakın Bosnalı Sırp savaş dönemi yetkilisi de Srebrenitsa cinayetleri nedeniyle 700 yıldan fazla hapis cezasına mahkum oldu.

Srebrenitsa katliamı önlenebilir miydi? Tarihe sorun!

Savaşın tanığı ve birçok kişiyi tedavi etmiş olan Yugoslavya lideri Tito'nun torunu kardiyolog, yazar Svetlana Broz, Srebrenitsa katliamından onlarca yıl sonra, şöyle söylüyor:

"Aslına bakarsanız yaralar hâlâ çok derin. Bosna'da 3 grup halk var. Mağdurlar, failler ve seyirciler. Mağdurlar izleri silemiyor ve geçmişten kurtulamıyor. Çünkü faillerin çoğu firarda ve hatta yetkili konumunda. Failler, olayları inkâr etmekten gayet mutlu. Parmaklarını oynatmayan seyirciler, sürdürdükleri eylemsizlikle mevcut duruma katkıda bulunuyor."

Parmaklarını oynatmayanlar Avrupalı seyircilerdir… Kimlik savaşını sürdürenlerdir!

Tarihten küçük bir ayrıntı... 2012 yılında Nobel Komitesi, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Avrupa'da "barış ve uzlaşı, demokrasi ve insan haklarının ilerlemesine katkısı" gerekçeleriyle 2012 Nobel Barış Ödülü'ne Avrupa Birliği'ni layık gördü.

"60 yıllık barış" veya "savaşsız 60 yıl" gibi gerekçelerle verilen Nobel Barış Ödülü'nün tam ortasında Srebrenitsa Katliamı, Katyn Ormanları, Babı-Yar duruyor.

8372 insan Serebrenitsa’da katledildi…

Katyn Ormanında 22 bin insan kafalarına sıkılan tek kurşunla infaz edildi…

Bab-ı Yar’da yüz binden fazla insan öldürüldü. 

Soykırım Avrupa’nın tam ortasında…

"Srebrenitsa'daki soykırımı asla unutmayacağız" yazılı pankartlardaki "8.372" sayısı katledilmiş insan sayısıdır.

Katyn Ormanında toplu mezarlardan çıkarılan insan sayısı 22 bin...

Yıl 2024…11 Temmuz 1995'te Srebrenitsa'da Sırplardan kaçmak için çok sayıda Boşnak'ın kullandığı ormanlık yolda düzenlenen üç günlük "Barış Yürüyüşü" soykırım kurbanlarının defnedildiği Potoçari Anıt Mezarlığı'nda bitti.

Savaş dehşetini yaşayan insanlar Avrupa’nın göbeğinde öldürülüyor. Herkesin gözü önünde; insanlar, çocuklar kadınlar ölüyorlar, öldürülüyorlar. Barış çok uzaklarda, geçmişte kaldı!

Gazze’de öldürülenler yüzyılın ve insanlık tarihinin utancıdır.

Sorumluları kimlerdir? Konuşun ve tartışalım ve gerçeklerle yüzleşelim. Soykırımla yüzleşmekten korkmayın. Ne soykırım diyen insanları cezalandırmakla tehdit edin ne alçakça cinayetlerle öldürülenleri unutun…

Tarih yeniden yazılmıyor; tarih yakıyor, yıkıyor ve tarih insanları öldürüyor.

Ne bir mezar ne bir yas kaldı geriye; hiçbirisi geçmişe sığmıyor…

... Savaşa karşı barış istemek ve antifaşist mücadeleye inanmak tek çaredir.

Kan, kin, savaş ve ölümlere ve utanca boğulmuş tarih önümüzde duruyor. Dün gibi!

Su çürüdü, tuz çoktan koktu. Artık dün yok !

Artık tarih, dün ve geçmiş değildir.

Bugün insanları tarih öldürüyor.

https://bianet.org/yazi/tarih-dun-ve-8372-297481

(BİANET.ORG – Fikret İLKİZ – 15.7.2024)


***  GEÇMİŞLE YÜZLEŞMEYE DAİR YAZILAR…

“Bir etnoturizm arsızlığı: ‘Mübadele’ ismiyle kokteyl satmak...”

Kavel Alpaslan/ Gazete Duvar

Urla, uzun zamandır pek çok insanın gözünde bir kasaba isminden çok bir marka ismini tarif ediyor. ‘Satılık Rumsuz Rum evleri’ burada da hızla satın alınıp kalburüstü bir turist profilinin kullanımına açıldı. Düne kadar av malzemeleri ve tarım ilaçları satan dükkanların bulunduğu Zafer Caddesi’nin ismi kısa sürede ‘sakin Ege kasabası’ hayalini gerçekleştiren zengin atölye-dükkan sahiplerinin eline geçti, sokağın ismi de Sanat Sokağı oldu.

Buraya kadar hikayenin fazla özgün bir yanı yok. Güneş gözlükleri, pahalı arabalar, 34 plakalar, parfüm kokuları, şarap tadımları, yemek tabağı fotoğrafları, Instagram hikayeleri… Alaçatı, Ayvalık ya da Bodrum'un kaderi, gecikmeli olarak Urla’nın da kaderi oldu.

Hali vakti yerindeki şehirlilerin Urla’yı kendi lunaparklarına çevirişi, eğer çocukluğunuz burada geçmişse sizin için hüzünlü olabilir. Fakat rant meselesi hariç tek başına bu hüzün bizi romantizme sürükleyebilir. Sonuçta Urla öncesinde de her yer gibi bir yerdi, Ege kıyısındaki herhangi bir kasabaydı. Dolayısıyla uzun uzun kaybolup gidenlere mersiye yazmaya gerek yok.

Aslında benim için de durum bundan farklı değildi. Büyüdüğüm kasaba olan Urla’ya her gidişimde yeni dükkanlar, yeni insanları görüp şaşırıyordum. “Burası eskiden bilmem neydi şimdi AVM olmuş” gibi bitmeyen serzenişlerle çevremdeki dostlarımın sabrını zorlardım. Geçtiğimiz gün de yine böyle bir gündü. Günübirlikçi işgali altındaki İskele’de yürüyüşe çıkmıştık. Bu yürüyüş sırasında biraz da mekanların pahalılığından şikayet etmek üzere Batis’in Kahvesi önünde yavaşlayıp Rast Urla isimli mekanın önünde asılı duran menüye göz gezdirdik. Fakat fiyatlara şaşırmayı beklerken çok daha korkunç bir sürprizle karşılaştık: Mübadele Kokteyli!

İnsanların bir besi havanıymışçasına türlü acılar içerisinde değiş tokuş edildiği 1922 Nüfus Mübadelesi’nin ismini bir kokteyle vermek? Bu toprakların tarihinde işlenmiş belki de en fantastik insanlık suçlarından biri olan mübadeleyi her şeyden soyutlayıp içki ismi yapmak? İşte bu sadece ‘rant gölgesi altında yok olan kasaba kültürü’ nostaljisi ile açıklanamayacak, daha vahim bir durum.

 

EGZOTİK BİR KOKTEYL OLARAK İNSAN ACISI

Urla, zamanında Karaburun, Çeşme ve Foça gibi İzmir kırsalında Yunan nüfusun en yoğun olduğu yerleşimlerden biriydi. Tıpkı diğer yerleşimler gibi Urla’da da bu geçmiş tüm tarihsel bağlamdan ayrıştırılarak etnoturizm için bir meze haline getirildi. Mesele otantikleştikçe tarihsel bir hesaplaşma yerini tarihi romatizme bıraktı. Olayın ciddiyeti ve vahameti turizm potasında eridi.

Bunun sebebi bilinçli bir merkezi politika değildir belki. Ancak hiç şüphe yok ki çarpık merkezi tarih anlatısının yarattığı fazlasıyla bilinçsiz bir tavırdır. Bir insanın -ve hatta o insana ait mekanların- nasıl siyasetten, tarihten ve toplumsal hayattan soyutlanıp etnoturizm aracılığıyla ‘egzotik bir meyveye’ dönüşebileceğine dair Ötekinin Üçüncü Hali: İmroz’da Otantiklik ve Turizm başlıklı yazısında Hasan Münüsoğlu şöyle diyor: 

“Günümüzde niceliğin artan vurgusuna paralel olarak özelde İmroz’da genelde ise Türkiye’de, söylem düzeyinde de olsa artık tehlike olmanın dışına çıkmış olan Rumlar, nostaljik ve folklorik öğe algısını da aşarak sahip oldukları başta mekanlar olmak üzere, maddi kültür ürünleriyle de ‘etnografik malzemeye’ dönüştürülmektedirler. Dolayısıyla sosyal bilimleri meşgul eden ve özellikle antropolojide artık aşıldığı kabul edilen ‘özne-nesne’ ilişkisi, turizm bağlamında işlemeye devam etmektedir. Turizm, kapitalizme paralel olarak, maddi kültür ürünlerinden insan-tekine kadar her şeyi bir ürün olarak görmekte ve pazarlanabildiği ölçüde ‘metalaştırmaktadır’. Gelişen iletişim teknolojileri, ulaşım teknikleri sayesinde, orta sınıf kesimler için deniz turizminin her yıl gerçekleştirilen bir rutin haline gelmesi ve bu kesimlerin ‘farklılığı keşfetmek’ adına yeni arayışlar içine girmeleri etnoturizmi hızlandırmıştır.” (1)

... Ancak 'mübadele kokteyli'nde artık daha da başka bir arsızlık seviyesi ile karşı karşıyayız. Rast Urla’nın sahipleri... doğrudan acıları metalaştırıyor. Akıl tutulması da burada başlıyor. Çünkü kelimenin tam anlamıyla insanların acıları üzerinden kâr elde ediliyor. Bilinçsizlik ve yabancılaşma öyle seviyelere geliyor ki ‘mübadele’ kelimesi, bir içkinin içine sakız likörü koyulunca akıllara gelebiliyor.

Turizm gerçekten de otantik olanı arama arzusudur. Her şeyin tüketilebilir oluşu turizm endüstrisi için bu arzu üzerinde tepinme fırsatı doğuruyor. Hal böyle olunca sermayenin dizginlenemez doğasını çekirdeğinde taşıyan turizm endüstrisi için, en çıplak haldeki acılar bile kelimenin tam anlamıyla masalara meze olabiliyor.

Bu noktada şöyle düşünebilirsiniz “Karşı kıyıda yaşanan acıların üzerinden bir süre geçti. Üstelik biz de orada yaşamıyoruz. Dolayısıyla acılarla hemhal olmak mümkün değil”. Böyle düşünürsek, mekan sahiplerinin mübadele kelime anlamını bilmediklerini varsaymak gerekecek. Öte yandan yüz yıl, üç-dört jenerasyona sığacak kadar kısa bir zaman dilimidir, dolayısıyla ‘zaman aşımı’ da pek geçerli bir sebep değildir. Ancak yine de bunları bir kenara bırakalım. 'Mübadele kokteyli'ni aklamak için herhangi bir gerekçe bulunamayacağını daha yakından bir örnek ile açıklayalım: Rast Urla ya da benzeri mekanların menüsünü hazırlayan bu insanlar öylesine dar bir fanus içerisinde yaşıyor ki ‘mübadele’ ismini bir kokteyle vermenin sadece Urla’dan gidenler için değil gelenler için de aşağılayıcı olabileceğini akıllarına getiremiyorlar! Bir saniyeliğine düşünün, aileniz Girit’ten, Kavala’dan, Rodos’tan, Yanya’dan ya da Selanik’ten mübadele ile yerini yurdunu bırakıp zorla buralara gelmiş. Hemen hemen hepsi ya yolda, ya geldiklerinde çeşitli zorluklarla karşılaşmış. Giden de gelen de yeni ‘memleketlerinde’ hor görülmüş, türküler yakmış. Kolay mı nesillerdir yaşadığın memleketi geri dönmemek üzere bir anda kaybetmek? Öyle görünüyor ki mekan sahiplerinin bakış açısına göre bu yolculuk ‘harika anıların biriktirildiği bir road-trip’…

 

YENİDEN KURULAN ŞEHİR

Gelelim ‘mübadele kokteyli’ satan mekanın geçmişine. İskele’nin kalbinde yer alan ve Batis’in Kahvesi olarak bilinen bu yapı, kıraathane işlevini yitirdikten sonra harabeye döndü ve etrafı çitlerle kapatıldı. Kısa bir süre önce -yanlış hatırlamıyorsam 10-15 yıl kadar önce- restore edildi. Tahta tabureli bu mekanın dış cephesi yenilense de, bambaşka bir yüz ile geri döndü. Bir tarafında suşici (evet, yanlış duymadınız) diğer tarafına ise söz konusu mekan açıldı. Binanın üst katı ise geceliği 4 bin 5 yüz liradan başlayan odaların bulunduğu bir konaklama işletmesine ayrıldı.

Bugün sadece belli bir sosyal sınıfın kullanabildiği bu yapıyı özel kılan bir diğer şeyse eski günlerinde çekilmiş fotoğraflarda karşımıza çıkıyor. Urlalı şair/yazar Yorgo Seferis, henüz çocukken kardeşleriyle birlikte kahvenin sütunları altında hoş bir fotoğraf çektirir. Fotoğrafın çekildiği tarihten birkaç yıl sonra ise sırtını Batis’in kahvesine dayayarak fotoğrafı çekilen çocuklar, İskele’yi kendi iradelerinin dışında yaşanan gelişmeler sonucunda terk ederler. Yıllar sonra memleketini ziyaret ettiğinde ise Seferis şöyle yazar: “Nasıl ki / kalkar, doğup büyüdüğün şehre / gidersin bir gece / ve bakarsın temelinden yıkılıp yeniden kurulmuş o şehir. / Ve yakalamaya çalışırsın geçen yılları / yeniden bulmanın umudu içinde.”(2)

İşte şimdi, yıkılıp yeniden kurulmuş o şehirde, aynı sütunun altında ‘mübadele kokteyli’ yudumlanıyor.

Anlayacağınız mübadele kokteylini gördüğünüzde tüylerinizin diken diken olması için ille de ailenizin mübadil olması gerekmiyor, asgari bir kelime bilgisi ve vicdan zerresi yeterli olacaktır.

ncelikli-sayfa-16-resim.jpg

NOTLAR:

(1) Rum Olmak, Rum Kalmak (İstos)

(2) Yorgo Seferis, Bir Şairin Günlüğü (Can Yayınları)

https://www.gazeteduvar.com.tr/bir-etnoturizm-arsizligi-mubadele-ismiyle-kokteyl-satmak-makale-1676047

(GAZETE DUVAR – Kavel ALPASLAN – Mart 2024)

 

Bu yazı toplam 523 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar