St. Hilarion’da olası gömü yerleri…2
“Kayıplar”ı bularak gömdükleri günün tarihi 23 Temmuz 1974 imiş… Kıbrıslırumlar bu bölgeden 26 Temmuz’da ayrılmışlar… Bölgeyi boşaltmışlar yani…
“Burada bir de eşeğimiz öldüydü” diye anlatıyor şahidimiz… “Belki de araştırsak, onun kalıntılarını bile burada, koğuşun önünde bulabiliriz…”
Ve eşeciğin hikayesini anlatıyor…
Bu mahrumiyet bölgesinde sürgün olarak askerliklerini yapmaya gönderilmiş bu Kıbrıslırum gençlere yiyecek dağıtımı zormuş…
Bir gün Karmi’ye gitmişler 1973’te… Karmi’nin Kıbrıslırum muhtarının duvarında ünlü film yıldızı Raquel Welch’in bir fotoğrafı varmış eşecikle… Raquel Welch 1970’te Karmi köyüne gelerek burada “Sin” (“Günah”) adlı filmi çekmiş. Film “Beloved” (“Sevgili”) ismiyle de çıkarılmış…
Raquel Welch’in filmde rol icabı bindiği ve fotoğraflarının da çekildiği bu Kıbrıs eşeğini Karmi muhtarı şahitlerimize vermiş… Bu eşek onlara her gün yiyecek taşımakla görevlendirilmiş…
1974 çarpışmalarında bu eşecik de vurulmuş ve ölmüş…
“Bize yiyecek taşıyan bu eşecik vurulup ölmüştü… Ertesi günü şişmiş ve ayakları dikilmişti…” diye anlatıyor…
Burası sessiz, ıssız, yeşil ve mis kokulu bir alan…
Yükseklerdeyiz…
Altımızda Girne’nin tüm kıyı şeridini görebiliyoruz…
Çam kokusu, adaçayı kokusu, tülümbe kokusu birbirine karışıyor…
Baş döndürücü bir güzelliği var St. Hilarion bölgesinin ve aşağıya baktığımızda o korkunç betonlaşma karşısında bu bölgede “yeşil” olan tek yerin St. Hilarion bölgesi olduğunu bir kez daha kavrıyoruz…
Lefkoşa’nın korkunç sıcağına karşılık, burası nisbeten daha temiz… Hava mis gibi… Güneş yaksa da zaman zaman gelen bir esinti insanın içini ferahlatıyor…
Fotoğraflar çekiliyor, koordinatlar alınıyor, dönüş yoluna doğru yürümeye başlıyoruz…
Ancak bir problem var – Yalkın Süreç’in sürdüğü Kayıplar Komitesi’nin dört çekişli aracını burada döndürecek ve dönüş yoluna sokacak pek yer yok…
Bu iş için de bir 15-20 dakika uğraşmaları gerekiyor…
Nihayet araç dönüş yoluna girdi… Okan Oktay ve şahitlerimizden biri aracın önünden yürüyerek tehlikeli noktalarda Yalkın Süreç’i yönlendiriyorlar, iri taşları yoldan çekiyorlar…
Herkes kan ter içinde kalmış…
Ve aracın ısısı yeniden yükselmeye başlıyor… Çamların altında bir gölgelik bularak duruyoruz, kaput açılıyor – arabanın ısısının düşmesini bekliyoruz…
Kallis bir taktik veriyor:
“Klimayı sıcağa koyun, sonuna kadar açın… Beş dakikaya kalmaz, soğur…”
Yalkın öyle yapıyor ve Kallis haklı çıkıyor: Isı düştü… Yola devam edebiliriz…
Nihayet kazasız belasız Lefkoşa’ya dönüyoruz…
Şahitlerimize 42 yıl aradan sonra bu zorlu ve travmatik yolculuğu yapma cesareti gösterdikleri için sonsuz teşekkürler…
Kayıplar Komitesi yetkililerine de şahitlerimizin altı “kayıp” şahıs için bu olası gömü yerlerini göstermelerine olanak sağlamış oldukları için çok teşekkür ederiz…
Akşam sosyal medyadan günün fotoğraflarını paylaştığım zaman bir arkadaşım hemen bana bir not yazıyor:
“O bölgeden dayım kayıptır… Mezarı vardır aslında… Ama içi boştur…”
Bu arkadaşım bana annesinin telefonunu veriyor… Arayıp mutlaka konuşacağım…
Başka arkadaşlarımız da – hem Kıbrıslıtürk, hem Kıbrıslırum – yardım teklif ediyor… Bölgeyi bilenler, bu bölgeyi araştırmış olanlar, bu bölgede bulunmuş olanlar…
Akşam işyerinden Halil Sadrazam’ı arıyorum ve onunla da bu konuda sohbet ediyoruz…
Kitaplarını yanıma alıyorum, bu alanda neler yaşanmış olduğuna dair neler yazmış olduğuna bakacağım…
O bana başka bir kitabın adını daha veriyor, o da araştıracak ve daha sonra tekrar konuşacağız…
Akşam işten sonra aklımda hala St. Hilarion bölgesinin güzelliği ve trajedisi var…
Evde, bahçede küçük süs havuzunun başında oturup bu adada yaşanmış trajedileri düşünüyorum… Kana bulaşmış bir güzellik bu… Çam kokusu, adaçayı kokusu, tülümbe kokusu gene de bu kanlı geçmişi bastırmak ve hayatın ölümden, öldürmekten daha önemli olduğunu, bunun için de iyiliğin kötülüğe baskın çıkması gerektiğini anlatıyor sanki… Yüreğimde tüm bunlarla öylece, saatlerce oturuyorum havuzun başında, kedilerim ve kaplumbağalarımla…