“Statüko statik değildir”
Prof. Dr. Ahmet Sözen, “Kıbrıs’ta statüko sürdürülebilir değildir” denmesine rağmen statükonun uzun yıllardır sürdürüldüğüne dikkat çekti.
Ödül ÂŞIK ÜLKER
Doğu Akdeniz Üniversitesi (DAÜ) Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı
Prof. Dr. Ahmet Sözen, “Kıbrıs’ta statüko sürdürülebilir değildir” denmesine rağmen statükonun uzun yıllardır sürdürüldüğüne dikkat çekerek, “Statüko devam eder ama statüko statik yani durağan değildir, devamlı değişmektedir. 74-75’in statükosuyla 84’ün, 2000’lerin statükosu farklıdır, bugünkü daha farklıdır” dedi.
Sözen, “Kıbrıs meselesi karlı bir dağın tepesinden düşen bir kartopu gibidir. Aşağıya gelene kadar kartopu üzerine daha çok kar katmanları koyar yani daha çok uyuşmazlık, daha çok konuda sorun ekleyerek büyüyen bir sarmal oluyor. Kıbrıs meselesini çözmek geçen zaman içinde daha da zorlaşıyor. Örneğin 75’te Kıbrıs meselesini çözmek bugüne göre daha kolaydı, oysa bugün o günlere göre çözmemiz gereken daha fazla sorun var” diye konuştu.
Kıbrıs meselesinde 2020 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden önce ciddi anlamda bir hareketlenmenin olabileceğini düşünmediğini söyleyen Prof. Dr. Sözen, “Seçim yarışı başlamışken, Yunanistan’da seçimler varken, Türkiye’nin bu kadar problemlerle ilgilendiği bir dönemde Kıbrıs’ta ciddi bir hareketlenme olmaz” dedi.
Prof. Dr. Sözen, BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’in yarın BM Güvenlik Konseyi’ne sunacağı raporda Kıbrıs konusunda başarısızlık ilan etmesini beklemediğini kaydederek, şunları söyledi:
“BM için, çözümden fazla belki de sürecin devamı önemlidir. Yani bir şekilde diyaloğun, düşe kalka, itekleye itekleye de olsa gitmesi, tamamen diyalogsuzluk, sürecin tamamen çökmesinden daha çok tercih ettikleri birşeydir. Bu raporda benim beklediğim, geçmiş rapordan günümüze olan dönemde BM’nin Kıbrıs konusunda neler yaptığı, Lute’nin temasları, referans belgesinin hala hazırlanmadığı gibi bir durum tespiti olmasıdır. Ayrıca taraflara çağrı yapılması, büyük ihtimalle güven yaratıcı önlemlerin uygulanması, komitelerin bir araya gelmesi gibi konulara değinilecektir ve taraflara referans şartlarını tamamlaması için cesaretli şekilde çalışması çağrısı yapılacaktır.”
Prof. Dr. Sözen, mevcut olumsuz ortamın tek taraflı önemli adımlar atılmasıyla olumluya dönebileceğini de söyledi.
“Referans belgesinin ortaya çıkarılması çok zor bir iştir”
Soru: Crans Montana’daki Kıbrıs konferansından sonra yaklaşık 2 sene geçti. BM Genel Sekreteri Guterres bu sürecin bir değerlendirme süreci olmasını istedi. BM Genel Sekreteri geçici özel danışmanı olarak Jane Holl Lute atandı, onun temasları oldu. Son teması sonrasında iki taraftan yapılan açıklamalar çok iç açıcı değildi. Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Burcu, görüşme sonrasında görev tanımıyla ilgili bir belgenin tamamlanmasının mümkün görünmediğini söylemişti. Tüm bunları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Prof. Dr. Sözen: Referans belgesi aslında “stratejik anlaşmayı kabul ediyorum” demekle neredeyse eş anlamlı. Çünkü referans belgesinin içeriği nedir? Taraflar arasında ortak vizyon var mı, ortak vizyona giderken ucu açık olmayan, sonuç odaklı bir süreç olacak ve o stratejik anlaşamaya giderken hangi konularda sıkıntılar olduğu ve ne şekilde çözüleceği tespit edilecek. Bunu da sadece iki taraf değil, üç garantör de kabul edecek. Yani Lute, “Guterres’in Crans Montana’da ortaya koyduğu çerçevedeki 6 maddeyi kabul ediyor musunuz ve bunları nasıl çözeceğinizi benim referans belgesine koymam gerekir ki neredeyse formalite icabı bir süreci başlatabileyim” diyor. Aslında istenen başlatılacak olan süreçte yoğun bir pazarlık yapmak değildir, pazarlık referans belgesindedir. Süreç başlayacaksa bu formalite icabı, törensel olacak, gidip orada taraflar imzalayacak. O yüzden, takdir edersiniz ki, böyle bir referans belgesinin ortaya çıkarılması çok zor bir iştir.
“Çok zordur ama başarabilirlerse o zaman ara anlaşmaya varılabilir”
Soru: Son süreçte Rum Lider Anastasiades, liderler ve Lute’un bir araya gelmesini, üçlü görüşme önerdi ancak Kıbrıs Türk tarafı buna sıcak bakmadı ve öncelikle Anastasiades’in pozisyonun netleşmesi gerektiğini, göstermelik bir görüşme istemediğini söyledi. Lute’nin de Türkiye, Yunanistan ve adadaki iki tarafın katılacağı dörtlü bir görüşme önerdiği de yazıldı...
Prof. Dr. Sözen: Yaşadığımız son süreçlere ve Kıbrıs müzakerelerinin geldiği son noktaya baktığınız zaman, tarihinde ilk defa, 1960 kuruluş antlaşmalarından sonra ilk kez, Crans Montana’da üç garantör ülke iki tarafla beraber masaya oturdu ve bir paket şeklinde konuya nokta koymaya çalıştılar. Artık Kıbrıs meselesi sadece iki tarafın üzerinde anlaşacağı bir noktada değil. Eğer bu konuyu bitirmek, kapatmak istiyorsak, nokta koyarak kapatmak istiyorsak, beğenelim veya beğenmeyelim, üç garantör ülkenin de dahil olması lazım. İngiltere pozisyonunu zaten belirledi, “adadaki üslerimizi devam ettireceğiz, bir çözüm durumunda üslerden bir miktar toprak da veririz ama üslerimizi korumaya devam edeceğiz. Garantör kalma gibi bir isteğimiz, niyetimiz de yoktur” diyerek topu diğer iki “anavatan” garantöre attı. Böyle bir durumda dörtlü bir toplantı çok daha faydalı olur. Dörtlü zirveden önce yapılması gereken, belirlenmesi gerekenler var. Yani iki taraf arasında gerçekten ortak vizyon var mı, kendi iç konularında varacakları çözümü görüyorlar mı, nasıl varacaklarını belirlediler mi, kendi iç konularındaki al-veri kabul ediyorlar mı? Örneğin Kıbrıs Türk tarafı Güzelyurt’u, Maraş’ı veriyor mu? Kıbrıs Rum tarafı siyasi eşitliği sulandırmadan kabul ediyor mu?
Bunun dışında iki “anavatan” garantörün de dörtlü zirve öncesinde garanti ve güvenlik konusunu nasıl çözeceklerini, bu konuda yaratıcı formül bulup bulamayacaklarını tartışmaları lazım. Bundan sonra bir dörtlü görüşme daha anlamlı olur. Çünkü Crans Montana’da gelinen nokta ve Guterres çerçevesinde “Kıbrıs’taki garantörlük sistemi artık sürdürülemez. Tek taraflı müdahale hakkı olmayacak ama bu garanti sistem yeni bir güvenlik sistemiyle ikame edilmeli” diyor. Bu güvenlik sisteminin içinde mutlaka Türkiye ve Yunanistan olacaktır. Bu yüzden iki garantör ülkenin bir araya gelip, yaratıcı davranıp bir formül bulup bulamayacaklarına bakmaları lazım. Yani bir yanda Kıbrıs’taki iki tarafın iç konuları çözmüş olması lazım, diğer yanda iki tarafın da kabul edebileceği yeni güvenlik sistemiyle ilgili iki “anavatan” garantör ülkenin yeni fikirlerle ortaya çıkması lazım. Ancak bütün bu unsurlar bir araya gelirse referans şartları ortaya çıkar. Çok zordur ama bunu başarabilirlerse o zaman bir stratejik anlaşmaya, bir nevi ara anlaşmaya varılabilir. Sonrasında geriye merkezi devletin, kurucu devletlerin anayasaları, federal yasaların yapılması kalır. Bunun için de sıfırdan başlamaya gerek yoktur, 2002-2004 arasında, Annan Planı döneminde bunlar yapılmıştır, bunlardan esinlenilerek varolan mutabakatlar çerçevesinde bunlar ortaya çıkar.
Anastasiades’in stratejisi...
Soru: Kıbrıs Türk tarafı geçmiş mutabakatlara, 11 Şubat 2014 ortak açıklama belgesindeki ilkelere ve Guterres’in sunduğu 30 Haziran çerçevesine saygı gösterilmesi gerektiğine vurgu yaparken, Rum tarafının desantralize federasyon gibi önerisi oldu, sonrasında iki toplumlu ve iki kesimli federasyon içerisinde parlamenter demokrasi önerisini gündeme getirdi. İki tarafın duruşunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Prof. Dr. Sözen: Çok çok iyimser bakarsanız, ki bu kadar iyimserliğin saflık olduğunu düşünüyorum, BM Genel Sekreteri’nin son raporlarında yazdığı “sürece taze fikirler koyunuz”vurgusuna karşılık olarak Rum tarafının bu önerileri ortaya atmış olabileceği düşünülebilir ama dediğim gibi bu saflık olur. Benim gördüğüm kadarıyla, Anastasiades Genel Sekreter’in “masaya yeni öneriler de koyun” sözünü kılıf olarak kullanarak böyle davranıyor. Ama bu tamamen süreci durdurmak, ciddi bir sürecin başlamaması için yaptığı manevralardır. Bunun da arkasında bir stratejisi var; Türkiye’nin nereye gideceğini görmek istiyor. Türkiye’nin son yıllarda yaşadığı bazı sıkıntılardan dolayı NATO, ABD ile ilişkileri, bölgedeki pozisyonu ne olacak? Batı ittifakının içinde mi olacak? Olmayacaksa Batı böyle bir durumda Kıbrıs Rum tarafına daha fazla iltimas geçeceğini düşündüğünden bunu bekliyor. Bunun dışında bölgede değişen jeopolitik dengelere de baktığınız zaman, özellikle de Kıbrıs Rum tarafının İsrail Başbakanı Netanyahu ile son dönemlerde geliştirdikleri ilişkiler çerçevesinde, sanıyorum Netanyahu’nun Anastasiades’e “kesinlikle siz Türkiye ile bir yere varamazsınız, pozisyonunuzu daha da sertleştirin” gibi bazı telkinleri olmuştur ve Anastasiades de bunlara uyuyor.
Bugün bölgesel resme bakınca, maalesef Türkiye ile İsrail arasında çok ciddi bir kutuplaşma var ve şu andaki İsrail yönetimi Türkiye’yi bir “düşman ülke” olarak görüyor. Nereden nereye? 2010’lara kadar “stratejik ortaklığa” kadar çıkan bir ilişki vardı, sonrasında kötüye giden bir ilişkiler yumağı oldu. İsrail bütün gücüyle bugünkü Türkiye’nin herhangi bir bölgesel konuda resme girmesini engellemeye çalışıyor. Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de, İsrail’in etki alanı içinde söz sahibi olmasını kesinlikle istemiyor ve Mısır’ı öncelliyor. İsrail’in şu anda Mısır’la ciddi bir stratejik, ittifak ilişkisi var. Bölgede bir enerji merkezi olarak Türkiye yerine Mısır’ı öncelliyor.O yüzden bölgedeki gelişmeleri anlamak için, tüm bunları da büyük resme katarak, bütünlüklü bakmak gerekiyor. O yüzden, önümüzdeki görünen bir dönemde Kıbrıs’ta ciddi bir müzakere veya çözüm sürecinin başlayabileceğini düşünmüyorum.
“Kıbrıs meselesini ister istemez ajandadan düşüyor”
Soru: Daha önce Haziran’da hareketlilik olabileceği konuşuluyordu...
Prof. Dr. Sözen: Ben bunu göremiyorum çünkü Yunanistan’da da seçimler gündemde, Haziran veya Ekim ayında olabileceği söyleniyor, ki daha belli değil. O seçimlerden önce bugünkü Yunan hükümetinin Türkiye ile oturup yeni güvenlik sistemi konusunda bir anlaşmaya varabileceğini düşünmüyorum. Türkiye’nin de kendi iç meseleleri var. Yılan hikayesine dönen yerel seçimler konusu var. Amerika ile S-400 ve F-35 krizi var. Buna ek olarak Suriye’nin Kürt bölgesiyle ilgili ABD ile çok ciddi fikir ayrılıkları var. Bununla beraber Türkiye’nin,Batı’nın neredeyse yenilenmiş bir soğuk savaş içine girdiği bir rakip olan Rusya ile yakınlaşması var. Amerika’nın İran devrim muhafızlarını terörist güç ilan ettiği İran’la Türkiye’nin bir yakınlaşması, daha da ötesinde bir ittifakı var. Bütün bunlar Kıbrıs meselesini ister istemez ajandadan düşürüyor.
“Cumhurbaşkanlığı yarışı ve çekişmeleri kızışmaya başladı”
Soru: Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon konuları süreci nasıl etkiler?
Prof. Dr. Sözen: Şu ana kadar Türkiye, donanması aracılığıyla, İtalyan ENI şirketinin sondaj yapmasını engellemişti; ama Exxon Mobil sondajını yaptı. Bir tanesinde pek birşey bulunamadı, diğerinde ise 3-8 trilyon ayak küp gaz rezervi buldular. Bu tek başına oyun değiştirici bir miktar değil ama o bölgede uluslararası firmaların ilgisini devam ettirmeye yeterlidir. Exxon Mobil daha öte sondajlar yapmak için kararlıdır. Exxon Mobil öyle bir şirket ki, eğer ciddi anlamda bir potansiyel görüyorsa o bölgede çatışma, istikrar olup olmamasıyla çok fazla ilgilenmiyor. Amerikan devleti de Exxon Mobil’i korumak için elinden geleni yapıyor. O yüzden ileride ciddi anlamda bir kaynak bulunabilirse, bu belki bir çözüm için bir tetikleme görevi yaratabilir.
Kıbrıs meselesinde 2020 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden önce ciddi anlamda bir hareketlenmenin olabileceğini de göremiyorum. Her ne kadar adaylar resmen ilan edilmemiş olsa da, aslında seçim yarışı başlamıştır. Erken de başlamıştır. Seçimlerden bir yıl öncesinden cumhurbaşkanlığı yarışı ve çekişmeleri kızışmaya başlamıştır. Öyle görünüyor ki mevcut Cumhurbaşkanımız da tekrar aday olacak. Böyle bir dönemde, seçim yarışı başlamışken, Yunanistan’da seçimler varken, Türkiye’nin bu kadar problemlerle ilgilendiği bir dönemde Kıbrıs’ta ciddi bir hareketlenme olmaz.
“Çözmek geçen zaman içinde daha da zorlaşıyor”
Soru: Türkiye ve Yunanistan başbakanları yine bir araya geldi. Bu görüşmelerde sizce ne konuşuldu?
Prof. Dr. Sözen: Tahmin ediyorum, Yunanistan Türkiye’ye “gerek Kıbrıs, gerek Ege konusunda varolan sorunlarımızı çözmek istiyoruz, buna da hazırız ama bu siyaset işidir. Bize biraz zaman tanıyın, seçimleri atlatalım, o zaman çok daha rahat şekilde konuşuruz. Seçimden önce hiçbir hükümet taviz veren taraf gibi görünmek istemez” demiştir ve kibar bir şekilde talepte bulunmuştur. Türkiye de buna soğuk bakmaz diye düşünüyorum çünkü Türkiye’nin de Kıbrıs meselesini çözme konusunda bir telaşı yoktur. Bu süreç nasıl ki bu kadar yıldır devam etti, yine devam edecek.
Her zaman vurguladığım gibi,“Kıbrıs’ta statüko sürdürülebilir değildir” denmesine rağmen statüko uzun yıllardır sürdürülüyor ve Kıbrıs birçok çatışma bölgesi için olumlu bir örnek olarak da görülüyor. Statüko devam eder ama statüko statik yani durağan değildir, devamlı değişmektedir. 74-75’in statükosuyla 84’ün, 2000’lerin statükosu farklıdır, bugünkü daha farklıdır. Kıbrıs meselesi karlı bir dağın tepesinden düşen bir kartopu gibidir. Aşağıya gelene kadar kartopu üzerine daha çok kar katmanları koyar yani daha çok uyuşmazlık, daha çok konuda sorun ekleyerek büyüyen bir sarmal oluyor. Kıbrıs meselesini çözmek geçen zaman içinde daha da zorlaşıyor. Örneğin 75’te Kıbrıs meselesini çözmek bugüne göre daha kolaydı, oysa bugün o günlere göre çözmemiz gereken daha fazla sorun var.
BM raporunda ne yazacak?
Soru: 15 Nisan’da BM raporunda ne yazacak? Rum tarafında mutlak çıkmaz, başarısızlık ilan edilir mi tartışmaları var.
Prof. Dr. Sözen: Hayır, böyle birşey çıkmaz. BM için, çözümden fazla belki de sürecin devamı önemlidir. Yani bir şekilde diyaloğun, düşe kalka, itekleye itekleye de olsa gitmesi, tamamen diyalogsuzluk, sürecin tamamen çökmesinden daha çok tercih ettikleri birşeydir. Bu raporda benim beklediğim, geçmiş rapordan günümüze olan dönemde BM’nin Kıbrıs konusunda neler yaptığı, Lute’nin temasları, referans belgesinin hala hazırlanmadığı gibi bir durum tespiti olmasıdır. Ayrıca taraflara çağrı yapılması, büyük ihtimalle güven yaratıcı önlemlerin uygulanması, komitelerin bir araya gelmesi gibi konulara değinilecektir ve taraflara referans şartlarının tamamlaması için cesaretli şekilde çalışması çağrısı yapılacaktır.
Olumlu ortam nasıl yaratılır?
Soru: Liderlerin son gayrı resmi görüşmesinde güven yaratıcı önlemlerle ilgili kararlar alındı ancak henüz uygulanan olmadı, çalışmaların sürdüğü söyleniyor. Ortam da iyi değil, iki taraf arasında suçlama oyunu başladı. Bu da olumlu gelişmelere yardımcı olmuyor. Ortam nasıl düzelir?
Prof. Dr. Sözen: Protracted conflicts denen tüm müzminleşen uyuşmazlıklarda, Arap-İsrail, Kaşmir vs gibi uyuşmazlıklarda, bu suçlama oyunu yaşanır. Ancak, bize göre şu anda Kıbrıs’ta olumlu bir atmosfer yok. Olumlu ortam nasıl yaratılır? Şöyle, ya dışarıdan gelen bir iteklemeyle şartlar değişecektir, ya da taraflar tek taraflı önemli adımlar atıp varolan durağanlığı dürtüp değiştirecektir. Nasıl ki, 24 Nisan 2003’te Kıbrıs Türk tarafı tek taraflı kapıları açmıştı; ancak bunun gibi tek taraflı atılacak büyük adımlarla varolan olumsuz ortam olumluya döndürülebilir. Yoksa statüko gibi bu suçlama oyunu da devam edecektir.
“BM’nin yönetiminde Maraş’ı açmak sürece yeni bir momentum yaratabilir”
Soru: Bu tek taraflı adım Maraş’ın açılması olabilir mi?
Prof. Dr. Sözen: Neden olmasın? Maraş’ı zaten bütün anlaşmalarda Rum tarafına vermeye hazırız. Bunu müzakerelerde bir koz olarak kullanma şeklinde yaptık ama bugün BM’nin yönetiminde Maraş’ı açmak sürece yeni bir momentum yaratabilir. Türk tarafının kontrolünde açmak bile ivme getirir ama çok yeterli olmayabilir. BM yönetimi altında Maraş’ı açarsak, ortaklaşa iş gücüyle oranın ıslah edilmesi için Kıbrıslı Türklere de, Kıbrıslı Rumlara da binlerce iş olanakları çıkacaktır. Mağusa Limanı da bundan olumlu etkilenecektir çünkü Maraş’a en yakın limandır. Mağusa halkı ve bölgesi de bundan olumlu etkilenecektir.
Kıbrıs Rum tarafı da eğitim konusunda bir açılım yapabilir. Kıbrıs Cumhuriyeti orijinal anayasasına göre eğitim o zamanki iki cemaat meclisinin yetkisi altındaydı. Örneğin Rum tarafı “Kuzey Kıbrıs’taki üniversiteler Avrupa Üniversiteler Birliği’ne akredite olursa, diplomalarını kabul edeceğim. Bu KKTC’yi tanıma anlamına gelmez” diyebilir.
Bunlar dışında iki tarafın da yapabilecekleri pek çok şey vardır ama maalesef bunlardan imtina ediliyor. İki lider arasındaki görüşmeler çok önemlidir ama tek başına yeterli değildir. Sürecin muhakkak buna paralel şekilde iki taraf arasında işbirliği kültürünü, tecrübelerini çoğaltacak bir süreçle desteklenmesi lazım.