1. HABERLER

  2. ARŞİV

  3. Stavrokonnolu Salih Bobi’nin öyküsü...
Stavrokonnolu Salih Bobi’nin öyküsü...

Stavrokonnolu Salih Bobi’nin öyküsü...

Stavrokonnolu “Bobi’nin kızı” Meryem İmam’la röportajımızın devamı şöyle; Stavrokonnolu Salih Bobi’nin öyküsü... MERYEM İMAM: Geldi bir adam, dedi bana, “Meryem hanım...” “Ne var Halil Ağa?” d

A+A-

 

 

 

Stavrokonnolu “Bobi’nin kızı” Meryem İmam’la röportajımızın devamı şöyle;

 

Stavrokonnolu Salih Bobi’nin öyküsü...

 

MERYEM İMAM: Geldi bir adam, dedi bana, “Meryem hanım...”

“Ne var Halil Ağa?” dedim, köylüydü, enişte derdik kendine, kocamın yeğenini tutardı.

“Beni bilin ki üslerde işlerim, duydum ki kaçacayık bu yerden, aha geldi bir Rum, satasın hayvanları da alasın parayı” dedi.

Dedim kendine, “Gel gidelim kocama, söyleylim beraber da inanmaz ki kaçacayık, belki göynünü eden da satar...”

Gittik, suvarırdı hayvanları...

“Be Ali Beyi...”

“Ne var enişte?”

“Kaçacayık, ben üslerde işlerim, duydum ki kaçacayık. Getirdim aha bu Rum’u satasın hayvanları da alasın parayı...”

“Galsınlar oraşta ama satmam” dedi.

“Deli olma olan! İnan ben seni sevdiğim için getirdim bu adamı...”

İnanmaz... Vallahi o gün vermedi Ali dayın hayvanları...

Ertesi günü getirdiler kendine kağadı ki kaçacayık. O zaman inandı. Berekat versin bulundu bir deli Rum, verdi hayvanları... Ama obiri 12 lira tanesine verirdi, bu yeni bulunan Rum 10 lira tanesi verdi, cehenneme aldık. Geldik bu yannı... Bu Kondealılar’ın işi hep bahçacılığıydı... İçi hep ağaç doluydu, istemedi... Buldu oraşta bir marketçik, hem kahve, hem market, ikisini bir ederdik. Hep 30 sene da işlettik orasını, aha şimdi verdik oğlumuza.

 

SORU: Biraz da  deden Stravrokonnolu Salih Bobi’yi anlat bize...

MERYEM İMAM: Sevdi bir kız, Ciyaslı, ciracığdı. Salih’in anası istemezdi... “Kanımızı piç etme bize,” demiş. Gebe da kalmış o ciracık, öyle duyardık. Anası gaylolmadı alsın kendini...

 

SORU: Yani kızın ailesi değildi karşı çıkan, dedenin ailesiydi...

MERYEM İMAM: Evet. Almadı kendini... O zaman dedemiz kaçtı, kaçak da oldu, bilmeyik naptı yani. Kaçtı, çıktı dağlara... Bir İngiliz, “Ben onu tutacam” dedi. Gezer atın üstünde... Salih Bobi da Stavrokonno’dan gelmiş Bladanisya’ya... Kaçar... Bir böyük şinyanın içine girmiş. İngiliz da gelir üstüne atıla... Gördüynan ki geliyor, tabii İngiliz da tutar silah, o da tutar, kaldırdı elini, nişan aldı... Çok da nişancıydı, ava gittiğinde bir hayvan yükletirmişti, tavşan  hem başka av hayvanları. Kaldırdığında ki atıyordu İngiliz’e, İngiliz da marifetli, döndü, atın karnına, yapıştı atın karnına.

İngiliz “Hey Baby” demiş kendine... Kısaydı boyu diye... Kaçtı İngiliz, gitti söyledi. “Baby” dedi kendine İngiliz ama o “Bobi” anladı. Lakabı “Bobi” oldu.

Dedemize Hacıosman derlerdi yani Salih Bobi’nin babası... Bir büyük küpü vardı, kırmızı lira doluydu, köşede dolu dururdu. Bu çocukken doldurmuş, aldı da gitti oynasın, oynadı oynadı o altın liracıklarla, sonra da kazmış bir çukur, gömdü kendilerini da kaçtı. Gider sonradan bir hukara adam sürsün tarlayı, meğer onun tarlasına gömmüş Salih Bobi, buldu bu hukara adam o altınları. Stavrokonno’yu satın aldı adam! Sonradan anladılar, unutmadı da söyledi dedem ki o tarlaya gömdüydü altınları...

İngiliz’nan böyle çatışınca, babası yollattı kendini Türkiye’ye. Bir kutu vardı, buğday ölçelerdi, “Havız” derlerdi. Doldurdu havızı altınlarnan ve gemi kaptanına “Al bu belayı” dedi, “götür göyver kendini Türkiye’ye...”

Kaptan görünca altınları, deli oldu! Aldı kendini, hayvanları koydukları geminin en altına koydu kendini ve sakladı. Torbalarla örttü kendini.

“Hiç çıkmayacan, kalacan burada, ne zaman ki çıkacayık Türkiye’ye, gelecem da göyvereyim seni, nere istersan gidesin” dedi.

Götürdü kendini, göyverdi, gitti nere gidecek?

Gitti bir kahveye, oturur o kahvede... Geldi bir ağa... Onda varıdı ağalar, hala daha var.

“Akşam yaban domuzları mahsıl bırakmadı bana bahçada, hep parçaladılar” dedi.

Salih Bobi da “Sen bir silah bul bana da ben domuzları öldüreyim” dedi.

“E korkman be çocuk?” dedi kendine. “Domuzlar insan da yer...”

“Ben onları vururum, sen tüfeği getir bana” dedi.

 

SORU: Türkiye’de iş da buldu!...

MERYEM İMAM: İş da buldu! Getirdi kendine ağa silahı, gitti vurdu domuzları. Ağa sevindi. Ağanın da üç tane kızı varmıştı, “Hangisini istersan verecem sana” dedi kendine. Ne kadar deliydi, öyle yere düştü da kabul etmedi!

“Yoook” demiş, “benim bir gardaşçığım vardır da, onu özledim da, günüm geldiğinde gidecem döneyim yerime” dedi. Te gelsin, o gardaşçığı da ölmüş... Bekir’di o gardaşçığının adı.

Bilmem ne kadar kaldığında, af çıkardı ve dönebilirdi Kıbrıs’a. Af çıkmasını beklerdi İngiliz’den.

 

SORU: Yani hapse gitmediydi...

MERYEM İMAM: Kaçtı, babası yollattı kendini, hapse girmesin diye.

 

SORU: Yani Hacıosman Ağa, Salih Bobi eşkiyalıktan hapse girmesin diye yollattıydı kendini Türkiye’ye...

MERYEM İMAM: Hah... Kaldı bir müddet onda, te çıksın Af Kanunu, mektup yolladılar galiba, dediler kendine “Gel da Af Kanunu çıktı, korkma da tutuklamazlar seni...”

Geldi.

“Hade oğlum evlendirelim seni” dediler kendine.

“Evlendirelim seni, zamanındır artık...”

Babası çok zengin idi. Hacıosman derlerdi kendine...

“E tamam ama ben kendim seçecem alacağım kadını” dedi.

“E nasıl seçecen sen?”

“Gidecem oraya, çeşmeye...”

Çeşmeye giderdi kadınlar da su doldururdu. Köyden dışarıdaydı çeşme... Şinyalar vardı çeşmenin yanında.

“Gidecem ben saklanayım oracığa, görmeycekler beni. Gelinca çeşmeye açacak yüzünü hepsi, görecem kendini nasıldır. Bir iki gün gidecem bekleyim oraşta, hepsini göreyim da seçeyim kendini. Da yollayım sizi isteyesiniz..”

“E tamam, git” dediler kendine.

Gitti saklandı, geldi kadınlar, gitti, sonra gelmiş nenemiz işte. Pembe nenemiz. Pembe’ydi adı. Geldi Pembe nenemiz doldursun... Doldurdu iki tane testi, “istammı” derdik... Almış birini bir eline, birini da bir eline, ne kadar kuvvatlı kadındı – su dolu istammılar, testiden büyüktü. Bir teneke su alırdı her biri, daha fazla. Öyle ikisini bir koydu hayvanın üstüne, köfünlere...

“Haaa” demiş Salih Bobi, “Bu benim için eder!”

Gitti eve, “Buldum bir tane” dedi anasına. “Öyle kuvvatlı bir kadın, benim için eder...”

Tembeldi kendi... Hacıosman’ın oğlu, altın liralar ortalıkta, hiç çalışmak ister?

Yedi o liraları...

Gittiler istediler nenemizi, kısmetidi, evlendi. Etti yedi tane kız, iki da oğlan. Kadın balligari...

 

SORU: Oğlanlardan biri, Hüseyin Bobi, senin babandı...

MERYEM İMAM: Evet. Benim babam, bir da amcam ama amcam sağır dilsizdi. Konuşmazdı. Büyüttü kendilerini. Dedem hayırsızdı, hiç iş yapmazdı, paralarını Hacıosman’ın hep yedi...

Büyüyünca babam hep derlerdi kendine “Bu kahveler da Hacıosman’ındı, bu mallar da, bu tarlalar da...”

Babam hayırın çıktıydı ama bir şey kalmadı kendine, Salih Bobi hep sattı, yediydi... Tükettiydi...

 

SORU: Baban nasıl biriydi?

MERYEM İMAM: Babam pehlivandı, güreşçi, orakçı... Güreşirdi... Annesi gibi iriydi, ondan çekti. Amcam da öyleydi, amcamın adı Hasan... İki gardaşlar çıktığında... Eskiden gelini alaya götürürlerdi, çıkardı o cesurlar da güreşirlerdi. Babamız rahmetlik çok severdi güreşi, güreşirdi devamlı. Hem orak biçerdi. Eskiden bu makinalar yoğudu ki biçsin. Orakçılar gelir biçerdi. Beni da götürdü bir defa. Üç gün yol yürüdük Fasula’dan te gelelim Lefkoşa’ya. 10 yaşındaydım, eşeklerinan.

Geldik, bir gece kaldık bir Rum köyünde, Fini’ydi o köyün adı. Babam rahmetliğin ahbapları vardı, kaldık o köyde. Sabahtan kalktık, bindik eşeğe, geldik Lefke’ye, bir gece da kaldık Lefke’de. Ertesi gece da güneşila bir Küçük Kaymaklı’ya geldik. Üç günde eşeklerinan geldik, orak biçmeye Fasula’dan Küçük Kaymaklı’ya. Orak biçerdiler, ben da demet yapardım, on yaşında yahu! Onlar gece da biçerdi, düşerdim ben aha öyle demetin üstüne da uyurdum. Geldi bir da eniştem vardı, kızkardeşimi tutardı, başladı evvel onuyla biçsinler. Evvel gabalıdı bu işler... Durmadan biçerlerdi, gece da sabaha kadar. E dayanır 10 yaşında çocuk? Düşerdim... Demiş eniştemiz, “Aldı belekteki çocuğu da getirdi bağlasın kendine demet...”

Ama o da babam kadar biçemezdi, az biçerdi. Babam böyle girdiynan rahmetlik ovaya, zannederdin makinaydı... Bir orağı vardı kızım aha bu kadar, püsküllü, aynalı... Aldım o orağı götürdüm çadırlara da kaldı çadırlarda. Bakayım kim aldı... Aha bu kadar ağzı vardı. O elleri, avuçları vardı, bir deste keserdi, bir demet olurdu o bir deste.

Eniştem Şahmaran “Aldı belekteki çocuğu da getirdi, aha düşer da uyur” dedi.

Duydu bunu, söylediler kendine. Sabahtan kalkar, “Hade gaçacayık” der bana.

“Nere gideceyik?”

“Şahmaran dedi belekteki çocuğu getirmişim...”

Rahmetlik biraz alınganıdı.

“Kaçacam” dedi. Bindirdi bizi eşeğe, “Gideceyik Balliryotissa’ya” dedi.

“Ali ondadır... Onu bulacayık...”

Gittik bulduk adamı... Ali Masso derlerdi kendine. Kaldık oraşta, iki ay... Karısının da küçük çocuğu vardı biçarenin, sağırıdı karısı da. Yardım ederlerdi bize demetleri bağlamaya. İki ay biçtik. Hep ovalar bitti, gittik bizim köye bakarık, buğdaylar daha yeşil bizim köyümüzde! Bir ay da biçtik bizim köyümüzde. Buğday ekerdik biz, ekmek yapalım, arpa ekmezdik, buğday ekerdik ki ekmeğimizi biz, kendimiz yapalım.

 

SORU: Rumlar’la iyi gidermişsiniz dediydi İsmet...

MERYEM İMAM: Çok ahbapları vardı babamın. Giderdik, götürürdü bizi... Anoyira’nın destebanı kocamıla arkadaşıdı. Şişman Rum’du, Kosta’ydı adı. Gelirdi bize devamlı kocama da yerler içerlerdi, severdi kendini çok. Bir defa aldıydı bize Rumlar karışıklıkta keçi da çıktı da buldu kendini. Kosta’yı. O zaman ki karışıklık olduydu, aldıydı bize Rumlar keçilerimizi. Götürdüler Arçumandirda’ya . Varıdı bir gardaşı çocuğu babamın da oydu o gün davarda, o beklerdi. Kocam da nöbetteydi. O gün Sedat isimli o çocuğdu bekleyen, dutardı tüfek da av avlardı. Avcıydı çocuk. Bakar, geldiler da kodular önüne davarı da aldılar da gidiyorlar. Çağırır kendilerine çocuk, “Nere götürüyorsunuz davarı? Bırağın oraşta...” Alacaklar gitsinler Rumlar. Bırakmazlar. Attı kendilerine bir tüfek, o zaman korktular... Kaçtılar.

Geldi söyledi amcasına. Ama biraz aldılar da gittilerdi, ikinci gelişleriydi bu, geldilerdi obirlerini da alsınlar.

“E be, attın kendilerine tüfek, şimdi nasıl gideceyik? Öldürecek bizi Rumlar” dedi Ali dayın. 63’lerde’ydi bu.

“Napacayık?” dedi kocam. “Gideyim Anoyra’ya, Kosta’ya, kurtarsın bize hayvanları” dedi.

Gitti Kosta’ya... Ama hiç koymazlardı Rumlar köylerine Türk girsin, Türkler da koymazlardı Rum girsin köye... O günlerdeydi...

“Böyle böyle mesele” dedi ve olanları anlattı desteban Kosta’ya. “Napacayık?” dedi. “Geldim aha sana söyleyim giden, versinler bana hayvanlarımı” dedi.

“E tamam” dedi.

Arçumandirda yakınıdı köyümüze, meralarımız karışırdı. Gitti Kosta Arçumandirda’ya, “O hayvanları çaldınız, veriniz gitsinler da bir ahbabındır” dedi.

“Kendi ne gelmedi?” dediler kendine. “Attı bize tüfeği...”

“Yahu, tüfeği atan o değil, çocuktur atan tüfeği... Gardaşı oğludur...”

“E aynı değil? Ha o attı, ha o attı...”

“E çocuğun aklı kesmedi, çağırır size almayasınız hayvanları, ne vakıt alıyordunuz, o da korktu, attı” dedi.

“Bu kadar çocuk attı bize da ağızdan dolmaydı tüfeği da başladı doldursun baştan!” der adam.

“Almayasınız hayvanları, çocuk korkutmak için attı” dedi Kosta. “Benim hatırım için göyverin bu hayvanları gitsinler da çok arkadaşımdır o adam...”

Ama gelirdi da derdi, “O Ali aha buramda oturur” derdi, kocamı o kadar çok severdi Kosta. “Buramdadır, çok severim kendini” derdi. Sevilen adamdı kocam... Hepsi severdi...

Bıraktılar hayvanları, göyverdiler hayvanları, kocam bakar öyle karşı, hayvanlar geldi meralarına.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu haber toplam 1941 defa okunmuştur