1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. Stavros Andoniu: “Türkleri biz getirdik…” (2)
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

Stavros Andoniu: “Türkleri biz getirdik…” (2)

A+A-

Kıbrıs’ın güneyinden ve kuzeyinden,  15-20 Temmuz 1974’te yaşananlarla ilgili tepkiler, yorumlar, duygular…

Kıbrıs’ın güneyinde ve kuzeyinde, son bir haftadan bu yana 15-20 Temmuz 1974’te yani faşist darbe ile 1974’teki savaşla ilgili yaşananlara tepkiler, yorumlar ve duygusal paylaşımlar devam ediyor… Öne çıkan tema ise, “Acıların bayramı olmaz…”

Gazeteci Stavros Andoniu ise önceki günkü “Türkleri biz getirdik” başlıklı paylaşımında özetle şöyle yazdı:

***  Birincisi, Türkler’in Girne denizi tarafından getirildiğini söyler. İkincisi onları Cunta’nın ve darbenin getirdiğini söyler. Üçüncüsü Makarios’un onları getirdiğini söyler. Dördüncüsü Karamanlis’i suçlar. Beşincisi Kissinger’i suçlar. Altıncısı Ecevit’i suçlar… Ancak hiç kimse Kıbrıs halkının onları getirdiğini akıl edemez. Kıbrıs halkı derken, Kıbrıslırumlar’la Kıbrıslıtürkler’in birlikte, yapmış oldukları seçimlerle, onları buraya getirdiğini kastediyorum…

***  Eğer felaketten değil de ekonomik mucizelerden, kültürel gelişmelerden bahsediyor olsaydık, herkes bundan bir pay isteyecekti… Çok çalışıp başarılı olmuş insanlardan söz edeceklerdi. Bu işler böyledir. Herkes bir başarıyı kendi hanesine yazmak ister. Ancak hiç kimsecikler de bir başarısızlıkla anılmak istemez. Aynı şey, felaketler için de geçerlidir. Felaketler, her zaman başkasının hatasından kaynaklanır.

***  Bir yüzyıla yakın zamandır, milliyetçi politikacılara oy verdiler ve her milliyetçi aptallığı kutlayarak büyük felaketin yolunu açtılar. Ancak yıkım zamanı gelince de kuyruklarını bacaklarının arasına alıp toz kestiler.

***  “Kıbrıs Yunandır, Grivas anavatanın değerli evladıdır, Makarios tek liderdir…”  Bu sloganlara karşı kim meydan okuyabildi? Bunu yapanlar, bir elin parmaklarını geçmez… Geriye kalan herkes, bu sloganları destekledi…

***  Ve demokrasimiz de vardı. Hatta demokrasi fazlalığı… Seçimler yapılıyordu. İnsanlar liderlerini seçebilirdi… Seçeneklerin olduğu dönemler de vardı. O nedenle sorumlulukları başka yere atmayalım… Esaret altında bir halktan söz etmiyoruz… Toplum, kendi eylemlerinden sorumluydu… Ve buna hiç direnmedi. Her zaman sersem ve mutlu şekilde alkış tuttu…

***  Kişisel olarak ben, başkalarını suçlayan anlatıları o kadar da kolay kabul etmiyorum… İster yabancılar, ister başkaları olsun… Her bir yurttaşın kişisel sorumluluğu da vardır. İnsanlar da sorumludur… Olayların bu şekilde takdim edilmesinden gına geldi… Alman halkı örneğin, sorumluluğunu kabul etti. Yalnızca Hitler’in suçu değildi ortada olan… Alman halkı, yeterince olgun davranıp sorumluluk üstlendi. Biz, ne zaman sorumluluk üstleneceğiz?

***  Şimdilerde yıkıcı liderler dediklerimiz, bir zamanlar insanların desteklediği iyi liderler olarak kabul ediliyordu… Bizler sokaklara dökülüp ENOSİS sloganı attığımızda her şey tamamdı… Ancak ne zaman ki faturası çıktı, idollerimizin arkasına saklanıverdik… Kahramanlarımızın arkasına… Ve hala birbirimizle didişiyoruz. Suçu birbirimize atıyoruz.

***  Sorumluluklar sağında yaşıyoruz oysa… Her bir insan, kendi eylemlerinden sorumludur… O nedenle bunca çok özgürlük ve hak vardır… Aksi halde bunlar hiç olmazdı… Aksi halde, kralın tabiyetinde kalırlardı… Sağduyuya inanmasalardı, o zaman sivil haklar olmazdı… Seçme hakkımızı kullandık ve bizleri yıkıma götüren politikacıları seçtik…

 


 

“Acıların bayramı olmaz…”

Film yönetmeni Cemal Yıldırım, duygularını ve düşüncelerini şöyle paylaştı:

“Bir kere 20 Temmuz kutlu olmaz. Her iki toplumun kayıplarının olduğu bir gün neden coşkuyla kutlanır ki, anlamak mümkün değil… Kurtulduk diye mi kutlanır? Bu ne bencillik… Yüzlerce insan o gün bu topraklarda öldü gitti.. Neyini kutlayacaksın? Ancak anarsın… Bayrakları yarıya indirip, ölenleri anarsın… Ve bir daha böyle acılar yaşanmasın diye dua edersin… Akıl yürütürsün… Çünkü 46 yıldır gizli bir savaş var bu adada… Tek bir mermi atılmadan yürütülen psikolojik bir savaş ve biz, bu savaştan bıktık usandık… İki taraflı hamasetten usandık, milliyetçilikten usandık, kinden, öfkeden usandık… 46 yıl önce sabah 5’te Bayrak Radyosu’ndan “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bozulan anayasal düzenini yeniden tesis etmek için yapılan sınırlı bir polis harekatıdır” diyen Denktaş’ın bu sözünün yerine gelmesini beklemekten de usandık… Bir usanç adasında yaşamanın dayanılmaz ağırlığından da usandık…”

 


“HANGİ ÖZGÜRLÜĞÜ KUTLUYORUZ BUGÜN?”

Avukat Hatice Kerlo ise şöyle yazıyor:

“Gerçekten hangi özgürlüğü kutluyoruz bugün???

 Avuç içi kadar ülkemde dolaşmak için, elimde kimlikle hangi kapıdan Larnaka’ya veya Girne’ye gidebilirim düşüncesi aklımızdayken hangi özgürlüğün kutlaması bu?

Ailemin bana benim evladıma adanın tümünün Kıbrıs adası olduğunu anlatabilmek için dereden su getirme misali uğraşmak mı özgürlük ??

"O taraf da,  bu taraf da Kıbrıs, sadece ikiye bölündü" demek mi özgürlük??  Ülkemin içinde  kimlik, pasaport göstermeden dolaşamamak; ha şimdi bir de PCR testi çıktı aynı ülkenin içinde, sanki dersin yurt dışından geliyorum... Bu mu özgürlük?

 Kanların aktığı, çocukların öldürüldüğü, kayıpların halen bulunamadığı ve 46 yıldır süren bir iç savaş + politika çıkar savaşının bitmediği gerçeğinin özgürlüğü mü???

 Kalsın sayın büyüklerim, size kalsın bu özgürlük, ben ne böyle kanlı özgürlüğü ne de ikiye bölünmüş bir adanın özgürlüğünü ne kutlarım ne de isterim...

Not: Bu yazımla alacağım tepkileri çok iyi biliyorum ama kusura bakmayın siz 1 amcanın ve 5 yeğeninin katledildiği bir ailenin çocuğuna bu "özgürlük bayramı" ile kandıramazsınız. Benim tanıyamadığım ne amcam ne de yeğenlerim siz bugün bu adayı bölünmüş halde Kıbrıslıları çıkarlarınız için yakın yıkın sürgün edin diye canlarını vermedi.

46 yıldır bu adada birleşme bayramını kutlamayı bekliyoruz giden canların ardından "özgürlük bayramını" kutlayacağınız yere bu adayı birleştirin ve hep birlikte bayram kutlayalım.

Sakın kimse yanlış anlamasın ama savaşlar bayram olarak kutlanmaz benim kitabımda…”


BİR BARIŞ AKTİVİSTİNDEN BİR FOTOĞRAF…

Kıbrıs’ın önde gelen barış atkivistlerinden, iki toplumlu barış korosunun kurucularından Keti Ekonomidu, eşinin “kayıp” ailesinin bir fotoğrafını paylaştı…

ss-104.jpg

“Beşinci Mil… 20 Temmuz 1974, şafak vakti… Pagona, Porfiris ve Ksenya Ekonomidu, işgalin ilk kurbanları idiler… O günden bu yana “kayıp”ırlar… Beşinci Mil plajı, 20 Temmuz 1974’te Türk askerlerinin çıkarma yaptığı nokta idi… Ekonomidis ailesi, ilk kurbanlardandı… O günden beridir “kayıp”tırlar…”

“Çıkarma plajı” diye bilinen bölge, Keti Ekonomidu’nun eşinin ailesine aitti ve ailenin oğluları askerdeydiler, eve döndüklerinde yanmakta olan bir mum buldular ancak anneleri, babaları ve kızkardeşleri yoktu – o günden beridir de “kayıp”tırlar…

Bu konuda Maria Kiriaku, bir arkadaşının anlattıklarına atfen şöyle yazdı:

“Bir arkadaşım şöyle diyor: 1974 yılına kadar Beşinci Mil, bizim favori plajımızdı ailece. Buradaki evin, lokantanın ve diğer fasilitelerin sahibi olan aileyi tanıyorduk. Beş kişilik mutlu bir aile idiler. İki oğluları, bir kızları vardı ve anne ile baba… Oğlanlar askere çağrılmıştı… 20 Temmuz 1974 sabahı erken saatlerde oğlanlar eve döndüler, kapılar açıktı, mutfak masasının üstünde ılık sabah kahvesi durmaktaydı ancak anne babalarından ya da kızkardeşlerinden eser yoktu… Türk askerlerinin yamacı tırmanırken çıkardıkları sesleri duydular ve fark edilmeden oradan ayrılmayı başardılar. Anne-babaları ve kızkardeşleri hala kayıptır. Tahminen bu plaja çıkarma yapacak olan Türk ordusunun rehberleri, bu bölgeyi temizlerken onları öldürmüşlerdi…”

 

Bu yazı toplam 2593 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar