“Stroncilolu Kıbrıslırumlar’ı öldüren adamın karısı, evde kocasından yediği dayaklara dayanamayıp intihar etmişti…”
OKURLARIMIZ BİLDİKLERİNİ PAYLAŞMAYA DEVAM EDİYOR…
Bir okurumuz şu bilgileri paylaşmak istediğini söyledi:
“Size önemli bir şey anlatmak istiyorum… Stroncilo (Turunçlu) köyü bize komşu bir köydü. Bu köyün muhtarı Poyrazis, hem 1963’te, hem de 1974’te Stroncilolu Kıbrıslıtürkler’in hayatını kurtarmış, dışarıdan köye girmek isteyen bazı Kıbrıslırumlar’ın önüne geçerek, “Köylülerimize dokanamazsınız, çekin gidin” diye onları yollatmıştı.
Ancak bizim köyden birileri bu köye giderek köyde kısılan bazı Kıbrıslırumlar’ı ve bu köye başka köylerden sığınmış bir kısım Kıbrıslırum’u alarak Beygirli Mağara ya da Direkli Mağara tabir edilen yere götürmüş ve orada öldürmüşlerdi. Öldürdükleri insanlar masum insanlardı – bir suçları yoktu ve aralarında Kıbrıslıtürkler’in hayatını iki defa kurtarmış olan Poyrazis de vardı, onun ailesinden başka şahıslar da…
İşte Stroncilolu Kıbrıslırumlar’ı öldürenler arasında bulunan bir şahıstan size söz etmek isterim. Bu adamı tanırdık biz – Kıbrıslılar’ın “bad character” dedikleri tiplerden biriydi. İçer içer, sarhoş olur, zavallı masum karısını döverdi… Zaten anlatılanlara göre, Stroncilolu Kıbrıslırumlar’ı öldürdüğü gün da bir taraftan içer, bir taraftan kusarmış Beygirli Mağara’da ve sonra da ateş eder, insan öldürürmüş… Bizim köyden Stroncilo’ya giden bu adam ve birkaç kişi daha, yanlarına birkaç da Stroncilolu Kıbrıslıtürk alarak bu cinayetleri işlemişlerdi o zaman…
Size sözünü ettiğim bu “bad character” yani kötü karakterli adamın gül gibi bir karısı vardı. Fakat bu adamın masum ve sessiz karısı evde kocasından yediği dayaklara dayanamayıp intihar etmişti… Geçmiş gün, hatırımda kaldığı kadarıynan tarım ilacı mıydı, çamaşır suyu muydu, böyle zararlı bir şey içip hayatına son vermişti… Yediği dayakları köyde herkes bilirdi… Kadın intihar ettiğinde, bütün köy bu adamı ayıplamıştı… Ama bu adamın umurunda oldu mu sanırsınız? Kendisi da bugün artık hayatta değildir… Ama konu açıldığında, köylüler onu lanetle anmaya devam eder…”
Bir Kıbrıslırum’un, Afroditi Katsi’nin Sevim Ebeoğlu için yazdıkları…
“Senin hatıranla, senin düşün olan ortak bir vatanı inşa etmeye devam edeceğiz…”
Yıllarca Kıbrıslırumlar’la birlikte futbol oynayan, AEL takımının yıldızı, çok sevilen emektar futbolcu Sevim Ebeoğlu’nun vefatı üzerine, pek çok Kıbrıslırum, sosyal medya üzerinden üzüntülerini bildirdiler… Bunlardan biri olan Afroditi Katsi, Sevim Ebeoğlu anısına şunları yazdı:
“87 yaşında büyük bir Kıbrıslı olan Sevim Ebeoğlu vefat etti… Kendi kuşağının en iyi Kıbrıslı futbocularından biri olan Sevim Ebeoğlu, AEL’de top koşturuyordu – takımını hiç unutmadı çünkü kendisi de AEL’in büyük bir taraftarıydı – yakın zamana kadar, AEL maçlarını gelip izliyordu…
“AEL benim bütün hayatımdı, evimdi, ailemdi, o dönemin en iyi takımıydı” demişti kitabında…
O günlerde ilerici ve solcu Kıbrıslıtürkler’e karşı şiddet yüklü, zor ve karanlık yıllarda, Sevim takımından ayrılmaya mecbur edilmişti 1957’de…
Kıbrıs’ın ilk karma futbol takımında yurdunu hakkını vererek temsil etmişti…
1974’te 92 gün boyunca esir tutulmuştu… “Savaş çok büyük yıkım yarattı” diyordu, acı biçimde…
Ancak o hiçbir zaman ortak bir vatan, yeniden birleşmiş bir yurt inancını yitirmedi, Kıbrıslırumlar’la Kıbrıslıtürkler’in birlikte barış içinde yaşayacağı bir vatan, birlikte oynayacağı, stadyuma birlikte gideceği, birlikte tribünlerden sevinip tezahürat yapacakları bir vatan…
İşte bu nedenle sevgili Sevim, hatıranı onurlandırmaya devam edeceğiz ve senin düşün olan ortak bir vatanı inşa etmeye devam edeceğiz…”
BASINDAN GÜNCEL…
“Cami inşaatında birlikte çalışan imam ve rahip…”
Türkiye’nin Arıca köyünde yaklaşık 100 yıl önce Müslümanlar ve Süryaniler tarafından inşa edilen caminin onarımı için Gercüş Kaymakamlığınca destek sağlandı.
Kaymakamlıkça malzeme desteği verilmesi üzerine Muhtar Mehmet Şerif Ekinci ile imam Mehmet Beşir Kardaş tarafından başlatılan caminin onarım çalışmalarına bir destek de Mor Aho Manastırı rahibi Edip Daniel Savcı'dan geldi.
Muhtar, imam, rahip el birliği ile kum ve çimento ile hazırladıkları harçla minber ve caminin duvarlarını onardı. Muhtar Ekinci, 100 yılı aşkın süredir ayakta kalan camiyi onarmaktan duyduğu memnuniyeti dile getirdi.
Papaz: Gerektiğinde Müslümanlar da bize yardımcı oluyorlar
"Hoşgörü, yani insanlar arasında sevgi bağı oluşturan bir şeydir bu gibi durumlar. Gerektiğinde Müslümanlar da bize yardımcı oluyorlar. Bundan daha doğal ve güzel bir şey olamaz" ifadelerini kullanan Savcı, köyde manastırlarının bulunduğunu, köydeki vatandaşlardan büyük destek gördüklerini aktardı.
Savcı, "Binlerce yıldır biz Süryaniler bu topraklarda yaşıyoruz. Müslümanlar bu köye geldiklerinden beri hep birlikte yaşıyoruz. Böyle durumlarda elbette bizlerin de yardım etmesi gerekiyor. Bu yaptığımız çok ufak bir şeydir" şeklinde konuştu.
65 haneli köyün Muhtarı Mehmet Şerif Ekinci, caminin minberini inşa ederken bu konuda uzman olan bir usta olan ve köylerindeki manastırda da rahip olan Daniel Savcı'yı yardıma çağırdıklarını belirterek şu şekilde açıklama yaptı:
"Kendisi de bu ricamızı kırmadı. Birkaç gündür caminin inşaatında imamımız ve rahibimizle birlikte çalışıyoruz. İnşaat için gerekli olan harcı köyümüzün imamı yapıyor, ben de onlara taşları ve malzemeleri taşıyorum, taş ustası olan Rahibimiz de minberin duvarını örüyor. Burada hepimiz Allah rızası için çalışıyoruz."
(YENİ ŞAFAK HAYAT – 21.11.2018)
Gazeteci Tuğrul Eryılmaz’ın “68’lı ve Gazeteci” başlıklı kitabı yayımlandı…
“Hrant Dink’le birlikte Ermenileri tanımaya başladık…”
Gazeteci Tuğrul Eryılmaz’ın “68’li ve Gazeteci’ kitabı İletişim Yayınları’ndan çıktı. Eryılmaz, Asu Maro’yla yaptığı uzun söyleşide Türkiye’de ve dünyada 68’li olmanın anlamını, o döneme dair tanıklıklarını, arkadaşlıklarını anlatırken, TRT’den Nokta’ya, Yeni Gündem ve Sokak’tan Radikal İki’ye uzanan kendi gazetecilik serüvenini de renkli bir üslupla paylaşıyor. Eryılmaz’ın uzun röportajının bir bölümü şöyle:
*** Kitapta, ‘Hrant Dink’le birlikte Ermenileri tanımaya başladık’ diyorsun. Bunu biraz açar mısın?
TUĞRUL ERYILMAZ: Evet, Hrant Dink bizimle gazeteci olarak ilişki kurdu. Benim iddiam şudur: Her gazetede ‘onlar’dan birinin çalışması şarttır. ‘Onlar adına’ değil, ‘onlardan biri’nin konuşması şarttır. Yani bir erkek editör tecavüzün ne kadar korkunç bir şey olduğunu bir kadın editör kadar anlayamaz. İstediği kadar duyarlı olsun. Türk ve Müslüman olarak yetiştirilmiş bir insanın da bir Ermeniye ya da bir Yahudiye karşı duyarlılığı liberal duyarlılıklardır. Elbette bu da değerlidir ama bir Ermeni’nin yaşadığı sıkıntıları bir Ermeni kadar yüreğinde hissedemez. Gazetecinin azınlıklara, dezavantajlı gruplara karşı duyarlılığı yoksa gazeteci olamaz. İşte bu yüzden 1989’da ‘Sokak’ dergisini kurduğumuzda gay arkadaşımız da Kürt arkadaşımız da vardı. Ama Ermeni veya Süryani arkadaşımız yoktu. Hiç de aklımıza gelmedi. Çünkü onlardan ses çıkmıyordu. Agos’un önemi de burada. Agos dünyanın en iyi gazetesi değil ama Agos okumadığın zaman Ermeni Patrikhanesi’nde neler olup bittiğini öğrenemiyorsun. Ya da Ermeni komşunun başına neler geldiğinden haberin olmuyor. Bu nedenle gazetecilik sadece ana akım medyada yapılır diyemeyiz. Agos’ta biz bunu gördük. Hrant Dink beni oğlunun düğüne davet etmişti. O düğünde bir grup gazeteci vardı. İşte bu çok önemli bir şey. Gazetecilerin birbiriyle karşılaşması, yüz yüze iletişim kurması çok önemli. Agos’tan önce de bu ülkede çıkan Ermeni gazeteleri vardı. Ama onlar bizimle hiç ilişki kurmadılar.
Türkiye’de biz duymadığımız zaman bir şey olmadı sanıyoruz. Azınlıklar için de şöyle bir kural var: “Sesini çıkarma, sesiz sessiz yaşa, kimse sana bir şey yapmaz”. Bu sadece dini veya etnik azınlıklar için değil her türlü azınlık için geçerli. Yeter ki “burada biz de varız” deme. Hrant Dink Agos’la bunu yaptı. “Türkiye’deyiz, buradayız” dedi. İşte fark burada… O zaman ben de Ermeniler hakkında bir şeyler öğrenmeye başladım. Aslına bakarsan çok geç öğrenmiştim.
Beni çok etkileyen bir olayı anlatmak istiyorum. Yeniköy’de oturuyoruz. Turgut Bey var, komşumuz. Karşılaşınca sohbet ediyoruz. Eşinin adı da Lusi. Bir de kızları var oğlum Hüseyin’le yaşıt gibi. Aradan uzun zaman geçti. Bizi evlerine yemeğe çağırdılar. Onlar için özel bir günmüş. Evde haçlar var. “Herhalde karısı çok dindar bir hanım” dedim. Ben kaç sene sonra Turgut Bey’in aslında Ermenice bir ismi olduğunu, soyadında da ‘yan’ takısı olduğunu öğrendim. Bu utanç bana yetmez mi? Düşünsene ben İngiltere’ye gittiğim zaman kendime ‘Jack’ demek zorunda kalsam… Üstelik onlar doğup büyüdükleri ülkede isimlerini, soyadlarını gizlemek zorunda kalıyorlar…
(AGOS – Asu MARO – 16.11.2018)
Yıllık iznimin bir bölümünü kullanacağımdan birkaç günlüğüne yazılarıma ara veriyorum… Haftaya bu sayfalarda yeniden buluşacağız…