Strovulo’da yeni kazılar...
*** KAZILARDA SON DURUM... KAZILARDA SON DURUM...
Kayıplar Komitesi’nin adamızın kuzeyinde ve güneyinde yürütmekte olduğu ve gerek 1963-64, gerekse 1974’te “kayıp” edilen Kıbrıslıtürkler’le Kıbrıslırumlar’ın gömü yerlerinin aranmakta olduğu kazılara, bayram nedeniyle 8-12 Nisan 2024 tarihleri arasında ara verilirken, 15 Nisan 2024’ten itibaren devam ediliyor.
Kayıplar Komitesi Kıbrıslıtürk Üye Ofisi Kazılar Koordinatörü Arkeolog Gülseren Baranhan’dan aldığımız bilgilere göre, yürütülen bazı kazılar sona ererken, Strovulo’da yeni bir kazıya başlandı. Strovulo’da daha önce kazılan bir yerde, kazılmamış bir bölüm kazılıyor... Bu bölgede bazı “kayıp” Kıbrıslıtürkler’in gömü yeri aranıyor. Bu bölgeye ilişkin bazı okurumuz yıllar önce bize ve Kayıplar Komitesi yetkililerine çeşitli olası gömü yerleri göstermişler ve bu yerlerin bazıları kazıldığında 1963-64 “kaybı” bazı Kıbrıslıtürkler’den geride kalanlar sıra kuyular içerisinde ulaşılmıştı...
Strovulo’da kazı yapılan şu anki yerin tam karşısında da bir görgü tanığı bize ve Kayıplar Komitesi yetkililerine tanık olduklarını aktarmıştı... Buna göre okurumuz 1964’te arkadaşlarıyla birlikte genç birer öğrenci olarak bir portokal bahçesinden portokal toplamaya gittiklerinde bir ses duyup gizlenmişler ve bir landroverde getirilen iki Kıbrıslıtürk’ün bu bölgede bazı silahlı Kıbrıslırumlar tarafından soğukkanlılıkla infaz edilmesine tanık olmuşlardı... Bu sırrı bu genç Kıbrıslırumlar yıllarca saklamışlardı... Yıllar sonra bir yılbaşı gecesi bu Kıbrıslırumlar’dan birisi ailesine tanık olduğu bu olayı aktardıktan sonra bir okurumuz bizi bulmuş ve olası gömü yeri hakkında bilgi vermişti. Bu okurumuz, görgü şahidi Kıbrıslırum’u ikna ederek olası gömü yerine getirmiş ve Strovulo’da şu an kazılmakta olan yerin karşısındaki bölgede sözkonusu Kıbrıslırum görgü şahidi, iki Kıbrıslıtürk’ün tam olarak nerede infaz edildiği hakkında bize ve Kayıplar Komitesi yetkililerine bilgi vermişti. Bu arazide bazı kuyular vardı ancak bu kuyularda herhangi bir kazı yapılmamış olduğunu da biliyoruz... Şahidimizin bu olaya tanık olduğu dönemdeki coğrafya ile bugünkü coğrafya arasında büyük fark var çünkü şimdi çift şerit gidiş, çift şerit geliş asfalt bir yol inşa edilmiş buraya – oysa o dönemde yani 1964’te böyle bir yol mevcut değildi... Sıradan, tek şerit bir yol geçiyordu buradan...
Kayıplar Komitesi Kıbrıslıtürk Üye Ofisi Kazılar Koordinatörü Arkeolog Gülseren Baranhan’dan aldığımız bilgilere göre, kazılarda son durum şöyle:
*** Lefkoşa/Lefkosia; 1974 kaybı bir grup Kıbrıslırum'un, hapishane yanındaki arazide gömülü olabileceği bilgisi üzerine başlatılan kazı çalışmaları halen devam etmektedir.
*** Lapta’daki kazılardan birisi tamamlanarak kapatılmıştır.
*** Atlılar’daki kazı tamamlanarak kapatılmış, 37 Kıbrıslıtürk’ten geride kalanlara ulaşılmıştır.
*** Aydemet/Metehan/Kermiya (Askeri Bölge): 1974 kaybı 4-5 Kıbrıslırum'un kilisenin avlusuna gömülmüş olabileceği bilgisi üzerine kazı çalışmaları başlatılmıştır.
*** İncesu/Motides kazısı tamamlanarak kapatılmıştır.
*** Lapta/Lapithos: 1974 kaybı üç Kıbrıslırum'un, Lapta'daki evin bahçesindeki kuyunun önüne gömülü olabileceği bilgisi üzerine başlatılan kazı çalışmaları tüm hızıyla devam etmektedir.
*** Psimolofo/Somolof’taki kazı tamamlanarak kapatılmıştır.
*** Strovulo/Strovolos: 1963 kaybı olan 4-5 Kıbrıslıtürk’ün bir kuyuya atılmış olabileceği bilgisi üzerine başlatılan kazı çalışmaları hala devam etmektedir.
Biz de kazı ekiplerindeki tüm arkeologlarımıza, şirocularımıza ve diğer çalışanlara “Çok kolay gelsin” diyoruz.
*** KIBRIS’TAN HATIRALAR...
“Üsküdara gider iken ve bir 23 Nisan hatırası...”
Belgin Demirel
23 Nisan denince aklıma ilkokul ikinci sınıftaki ile altıncı sınıftaki kutlamalarımız gelir.
Gönyeli İlkokulu ikinci sınıfta iken, beyaz şifon kumaştan elbiselerimizle ‘Can Can’ dansı yapmıştık. Altından jüpon giydiğimiz elbiselerimizle kelebeklere benziyorduk. Dans süresince, bizi izleyen veliler arasında anne-babama baktığımı, annemin eliyle işaret ederek, “Önüne bak!” dediğini anımsıyorum. Çok mutluydum…
Üçüncü sınıfta iken Kanlı Noel çatışmaları ile hayatımız tepetaklak olmuştu. Kıbrıs Türk Alayı bizim okulumuzda konuşlandığı için iki yılı, yani üçüncü ve dördüncü yılları önce kahvehanede sonra da Çavuş Bar’da okudum. Beşinci sınıfta iken yalnız o dönemde ‘Milli Oyun’ dediğimiz Türkiye halk danslarından birini oynamıştık. Oyun kıyafetlerini büyük sınıflardan ödünç almıştık.
Altıncı sınıfa geldiğimde babamın geçirdiği bir trafik kazasından sonra uzun süren tedavi sürecinden dolayı ailece hayatımız bir trajediye dönmüştü. Merkezi Hapishane’de gardiyan olan babamın maaşı yarıya düşürülmüştü. Beş çocuk, tedavi masrafları ve yokluklar ailenin belini bükmüştü ama ben bütün bu sıkıntıları anlayamayacak kadar çocuktum hala ve 23 Nisan’da arkadaşlarımla dans etmek istiyordum. Ayfer Hanım isminde Polili bir öğretmenimiz vardı. Çok yaratıcı bir hocaydı. O yıl, “Üsküdar’a gider iken” isimli İstanbul türküsüne figürler üretmişti. Kıyafetler de müthiş albenisi olan turkuaz renkli tül ve şifonla süslü şık kıyafetlerdi. Eve gelip zar zar ağlıyordum dansa katılmak için, annemse haklı olarak kıyafet alacak paramızın olmadığını söylüyordu. Babam hala ayağı boydan boya alçılı ve yatakta yatıyor, kalkamıyordu. Sonunda büyükannem (anneanneme böyle diyorduk) imdadıma yetişti ve ben ilkokulun son sınıfında 23 Nisan dansına katıldım.
Bugün angonilerim Noah Şener ile Mert’in 23 Nisan kutlamalarındaki coşkuları, bana bu iki anımı baştan hatırlattı.
*** GEÇMİŞLE YÜZLEŞMEYE DAİR KİTAPLAR...
“Şimdi Kim Kaldı İmroz’da?”
Serdar Korucu’nun kaleme aldığı “Şimdi Kim Kaldı İmroz’da?” başlıklı kitabının İSTOS Yayınları tarafından yazılan tanıtım yazısında şöyle deniliyor:
“Ege’nin küçük ama Türkiye’nin en büyük adası İmroz/Gökçeada, resmi görevliler hariç tamamı Rum nüfusu, kendi kendine yeten tarım, süngercilik, hayvancılığı ve anakaraya uzaklığıyla bir vakitler neredeyse kapalı bir dünyadır. Ahalisi yoksulluklarına rağmen çocuklarının eğitimine büyük önem verir, coşkulu panayırlar, ayinler ve buluşmalarla belirginleşen adaya has kültür ve geleneklerine düşkündür ve yüzyıllardan beri adanın ev sahipliği yaptığı irili ufaklı yüzlerce manastırın ve yetiştirdiği nice ruhbanın gösterdiği gibi dindardır. Yaklaşık 500 sene Osmanlı idaresinde kalan ada, Lozan Antlaşması’yla yerel katılıma dayalı özel bir yönetim şekli oluşturulması hükmüyle Türkiye Cumhuriyeti’ne katılır. Ancak bu hükmün gereği hiçbir zaman yerine getirilmez ve İmroz, yeni adıyla Gökçeada, özellikle Kıbrıs meselesiyle birlikte Türk-Yunan geriliminin tam ortasına yerleşir. Artık İmroz, Azra Erhat’ın ifadesiyle “ilkçağ metinlerinde boyuna övülen ama dünyanın neresinde bulunduğu pek belli olmayan Mutlular Adası” değil, “Eritme Programı”nın devrede olduğu, açık cezaevi, devlet üretme çiftliği, yatılı öğretmen okulu ve jandarma er eğitim taburunun intikaliyle birlikte istimlakler, yerinden etmeler, tehdit, tecavüz ve cinayetler ile zorunlu iskân politikalarının meşum damgasını vurduğu bir operasyon sahası, Sevgi Soysal’ın ifadesiyle “ortası dikenli tellerle bölünüvermiş bir özgürlük”ün yaşandığı bir “yasak bölge”dir.
Gazeteci ve yazar Serdar Korucu’nun hazırladığı “Şimdi Kim Kaldı İmroz’da,” 2020 sonbaharı ile 2022 yılı başına kadar Türkiye ve Yunanistan’daki dört yerde – İmroz/Gökçeada, İstanbul, Selanik ve Atina’da; konuşulan dört dilde – Türkçe, Rumca, İngilizce, Fransızca; 1960’lardan itibaren adada yaşananların, “ahalinin gidişinin” tanığı olan 28 İmrozlu görüşmeciyle yapılan mülakatlardan oluşuyor. Bu mülakatlarla okur hem İmroz’daki ‘eski’ hayatı hem de giden ve kalan İmrozluların arada kalmışlığını tecrübe ederken, gerek devlet politikalarının ‘operasyon sahası’ndaki etkisini gerekse de dönemin basınına tahrif edilerek yansımış ve genel kamuoyunun algısını belirlemiş bazı vakaları bizzat yaşayanlarından dinleyebiliyor.
Bugün yeniden üretilmiş ‘otantik’ kimliğiyle turistik bir merkeze d.nüşen Gökçeada’nın hâlâ yaşamakta direnen geçmişini, kültürünü ve umudunu hatırlamak için… “Olan olmuş, ne olur?” denilmesin. Unutulmasın. Tarih olsun, diye...”