1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. “Şu anki iklimimizde tarihin yankıları, tartışmasızdır...”
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

“Şu anki iklimimizde tarihin yankıları, tartışmasızdır...”

A+A-

University of Southern California yani Güney Kaliforniya Üniversitesi’nin kendisini onore ettiği törende ödülünü alırken yaptığı konuşmada, ünlü film yönetmeni Steven Spielberg, “Şu anki iklimimizde tarihin yankıları tartışmasızdır” dedi.

CNN’den Alli Rosenbloom’un haberini okurlarımız için özetle derleyip Türkçeleştirdik. Haberde şöyle deniliyor:

***  Geçtiğimiz Pazartesi günü Güney Kaliforniya Üniversitesi’nin verdiği ödülü alırken yaptığı konuşmada Steven Spielberg hem bir uyarıda bulundu, hem de umuttan söz etti. Oscar ödüllü ünlü yönetmen USC Shoah Vakfı’yla yürütmüş olduğu çalışmalar nedeniyle onore edildi – bu vakıf 1994 yılında kuruldu ve Holokost’tan yani Soykırım’dan sağ kurtulmuş olanlar ve görgü tanıklarıyla röportajları kayıt altına alıp koruma çalışmaları yapıyor.

***  Spielberg, soykırımdan kurtulup hayatta kalanların anlattıklarını dinlediği zaman “tarihin yankılarının günümüz ikliminde de tartışmasız var olduğunu gördüğünü” söyledi. Radikal görüşlerin “tehlikeli bir çevre” oluşturduğuna işaret eden Spielberg, “bunun da farklılıkları takdir etmekten vazgeçen bir topluma yol açtığını” söyledi.

***  Etklinlikte Oskar Schindler’in Listesi’nde olduğu için Soykırım’dan kurtulan ve halen hayatta olan en yaşlı insanlardan biri olan 92 yaşındaki Celina Biniaz da onore edildi. Biniaz, Nazi rejiminin soykırımından kurtulmayı başarmıştı çünkü annesiyle babası Schindler için çalışıyordu, Schindler, Nazilerden onları korumak maksadıyla Yahudileri istihdam eden Alman bir işadamıydı. Los Angeles Times’a göre Biniaz, Auschwitz-Birkenau ölüm kampından 13 yaşındayken ayrılabilmişti ve hayatta kalabildi böylece...

***  Shoah Vakfı ayrıca Ekim ayında İsrail’e yönelik Hamas saldırısından sağ kurtulanların anlattıklarını da kayıt altına alıyor... Geçtiğimiz Kasım ayında bu girişim anons edildiği zaman Spielberg de yaptığı açıklamada, “Her iki insiyatif de, yani hem 7 Ekim saldırılarından kurtulanlar, hem de Soykırım’dan kurtulanların tanıklıkları, hayatta kalanlara verdiğimiz sözü yerine getirmek için girişimlerdir: Öyküleri kayıt altına alınacak ve paylaşılacaktır, böylece antisemitizm ya da herhangi bir nefret türünden arınmış bir dünya yaratmak maksadıyla tarihi koruma çabasıdır bu...”

***  USC Shoah Vakfı, Spielberg’in “Schindler’in Listesi” başlıklı 1993 yapımı filmi arından kurulmuştu. Spielberg’le sohbet etmeye gelen soykırımdan kurtulan insanlarla film setinde yaptığı konuşmalar ardından ünlü yönetmen böyle bir vakıf kurmaya karar vermişti – böylece bu vakıf gerek Soykırım’dan sağ kurtulanlardan, gerekse insanlığa karşı işlenmiş diğer suçlara maruz kalıp hayatta kalmayı başaranlardan 56 bin tanıklık toparlamayı başarmış bulunuyor.

***  Spielberg, ödülünü alırken yaptığı konuşmada özetle şöyle dedi: “Rahmetlik annemin dediği gibi bugün sizlerleyiz, Shoah Vakfı’nın kurulmasından 30 sene sonra, Güney Kaliforniya Üniversitesi’nin partnerimiz olmasından 20 sene sonra, başardıklarımızı kutlamak ve daha neler başarmamız gerektiğini düşünmek için bir araya geldik.”

***  “Ben gerçekten çok şanslıydım çünkü meslek hayatım boyunca uzun yıllar öyküler anlatarak geçirebildim zamanımı. Bu öyküler, tarihin temelleridir. Öyküler büyülü olabilir. İlham verebilir, dehşete düşürebilir – unutulmaz olabilirler. Ve öyküler, tüm güzelliği ve trajedisiyle insanlığın bir resmini ortaya koyarlar. Antisemitizme ve ırksal ve dinsel nefrete karşı da en güçlü silahlarımızdandır öyküler.”

*** “Ben büyürken sürekli işittiğim öykülerden biri de annemle babamın “büyük cinayetler” diye adlandırdığı Soykırım hakkında öykülerdi... Ninemle dedemin Cincinatti, Ohio’daki evinde üç yaşına kadar kalmıştım, ninem Jenny, Soykırım’dan sağ kurtulmuş Macarlara İngilizce öğretiyordu. Bu dersler sırasında çoğunlukla ninemle aynı masada oturuyordum. İşte orada sayı saymayı öğrendim – okulda değil ancak soykırımdan sağ kurtulmuş olanların kollarına işlenmiş sayılara bakarak sayı saymayı öğrendim... Soykırım’dan sağ kurtulmuş adamlardan birisi kolunu sıvayarak bana beş sayısının neye benzediğini, üç sayısının neye benzediğini göstermişti. Yedi sayısını da göstermişti. Sonra da bana “Bir kandırmaca görmek ister misin? Bak bu dokuz sayısıdır. Ancak böyle baktığında o zaman altı olur. Görüyor musun Steve? Bu bir dokuzdur ama aynı zamanda altıdır da...” demişti. Henüz üç yaşındaydım ancak bunu asla unutmadım...”

***  “Yıllar sonra Kaliforniya’da liseye giderken, okuldaki az sayıda Yahudi’den birisiydim. Ve o zaman gerek sözlü, gereksel fiziksel olarak, gerekse sessiz bir dışlamayla antisemitizme maruz kalmanın ne olduğunu deneyimledim. Soykırım’ın üstünden onlarca yıl geçmiş olmasına karşın, ninemin masasıyla okulumun duvarları arasındaki mesafe o kadar da uzak değildi. Yahudiler’e karşı ayırımcılık İkinci Dünya Savaşı’yla başlayıp onunla sona eren birşey değildi...”

***  “Schindler’in Listesi’nin yapımına giden ve yapım esnasındaki yıllarda kendimi Soykırım’ın karanlığına daldırmak kaçınılmazdı. Bu karanlığı her zaman delebilen şeylerden biri de Soykırım kurbanlarının bizi Krakow’da ziyaretleriydi. Hatırlarım da Soykırım’dan kurtulan her bir şahsın, anlatacak bir öyküsü vardı. Ancak şunu da hatırlarım: Bu öykülerin tüm Avrupalı Yahudiler’e yapılanların kanıtı olarak belgelenmeyişi de beni çok üzmekteydi...”

***  “Bu öyküleri cesaretle kamera önünde anlatmak, aileler için daimi bir kayıt olacak ve bu da her bir gelecek kuşak için tarih eğitimine yarayacaktır. Bu benim misyonum oluverdi. Bu işimiz oldu ve Shoah Vakfı da böyle oluştu. Ve bundan 30 yıl sonra bu seslerin duyulması için her tür fırsatın yaratılmasında kararlıyız. Kayedetmiş olduğumuz 56 bin tanıklık 80 yıldır Soykırım’dan sağ kurtulanların neler yaşadığını yeni kuşaklara öğretmekte son derece değerli bir kaynaktır. Bir daha asla... Bir daha asla... Bir daha asla...”

***  “Bu tanıklıkları dinlerken, tarihin yankılarının şimdiki iklimimizde tartışmasız var olduğunu anlıyoruz. Aşırı görüşlerin yükselmesi, tehlikeli bir ortam yaratmıştır ve radikal toleranssızlık da farklılıkları kutlamaktan vazgeçmiş bir topluma yol açmaktadır – tam tersine kendilerinden farklı olanları şeytanlaştırmak için fesat kurmaya varmaktadır... Öteki hakkındaki düşünceler yolumuzu zehirler ve toplumlarımızda tehlikeli bir kırılma yaratır. Ötekileştirmek, önyargıları rasyonalize eder. Gerçekliği gönüllü olarak inkar ve çarpıtmayı teşvik eder ve bu da önyargıları kuvvetlendirir. Ötekileştirme, aşırılığı ve liberalizm karşıtlığını kışkırtır...”

***  “Ve her gün, aşırılık mekanizmasının kolej kampüslerinde nasıl kullanıldığına tanık oluyoruz, öğrencilerin yarısı sırf Yahudi oldukları için ayırımcılığa uğramış olduklarını anlatıyorlar. Ve bu, Müslüman karşıtı, Araplar’a ve Sihler’e karşı ayırımcılıkla birlikte yaşanmaktadır. Ötekileştirme ve herhangi bir grubu farklılıkları nedeniyle insanlıktan çıkarma, faşizmin temellerindendir. Ve bu eski senaryonun tozu alınarak yaygın biçimde piyasaya sürülmüş vaziyettedir günümüzde. Geçmişi hatırlayamayanların bunu tekrar etmeye mahkum oldukları kesindir.”

***  “Ve tarihi tekrar etmeye mahkum olduğumuz yönünde giderek kaygı duyuyorum, Yahudi olma hakkı için bir kez daha savaşmak zorunda kalmamızı kastediyorum. Vahşet ve kovuşturma karşısında her zaman direngen olduk ve aynı zamanda empatinin gücünü anlayan merhametli insanlar olduk... 7 Ekim teröristlerinin işledikleri korkunç suçlara karşı isyan edebiliriz ancak Gazze’de masum kadın ve çocukların öldürülmesini de kınıyoruz. Bu bizi, dünyanın iyiliği için özgün bir güç haline getirir ve işte bugün Shoah Vakfı’nın çalışmalarını kutlamak üzere biraradayız ki bu çalışmalar, 1994’ten bile daha da önemlidir günümüzde... 7 Ekim’deki korkunç katliamdan sonra bu daha da önemlidir.  Yanlış bilgilendirme, komplo teorileri ve cehaletin neden olduğu siyasi şiddeti durdurmak bakımından önemlidir. Önemlidir çünkü antisemitizm ve her tür nefretin yükselişini durdurmak, demokratik cumhuriyetimizin sağlığı ve tüm uygar dünyadaki demokrasinin geleceği için hayati öneme sahiptir.”

***  “Bu da beni son 30 yıldır dünyanın unutmaması gereken öyküleri yakalayışımızı kutlamamıza getiriyor. Toparladığımız ve kayıt altına aldığımız 56 bin tanıklık, köprüler kurulacak bir temeldir ve USC Shoah Vakfı olarak biz bu köprüleri kurmaktayız. Birkaç ay önce, Soykırım’dan sağ kurtulanların bir araya geldiği bir toplantıda Hana Rychik adlı 82 yaşındaki bir kadın pek çoğumuzun umudu olan şeyi dile getirdi ve halen Gazze’de rehin tutulanların sağ salim evlerine dönmelerini diledi. Sonra da birşey söyledi ki buradaki herkes için bir anlamı olduğunu biliyorum bunun. Dedi ki, “Barışa ihtiyacımız var. Barış ve anlayışa... Birbirimize saygı göstermeliyiz...” Gelecek kuşakların Hana’nın öyküsünü dinlemelerini istiyorum, nineleriyle dedelerinin mutfak masasında otururken dinlesinler bu öyküyü, benim onca yıl önce ninemin mutfak masasında yaptığım gibi – onların geçmişten cesaret öykülerini dinlemelerini istiyorum, Shoah Vakfı olarak biz de bunları kayıt altına almaya devam edeceğiz.”

***  “Genç kuşakların bilmesini isterim ki tarihin kendini tekrarlamasına karşı da savaştık, bunu da Yahudilerin hayatta kalması ve canlı olmalarını kutlayarak yapıyoruz. Herkes için adil bir dünyaya inanıyoruz ve Hana’nın sonsuz barış, anlayış ve insanlık onuruna yönelik dileklerini her zaman kucaklayacağız. Onun istekleri gerçek olduğunda, temel özgürlüklerimizin tüm ülkelerde, tüm halklar ve dinler için gerçek olacağı bir dünyada yaşayabiliriz. Bu da, anlatılan en neşeli hikaye olacaktır...”

https://edition.cnn.com/2024/03/25/entertainment/steven-spielberg-usc-shoah-foundation/index.html?fbclid=IwAR29PgErW3HqglaopZ7s2NUSIbB6BdCKXLE0MU7GXrgD0ApSsKjdEGxwCU8_aem_AZ4X9j29A_-3NRgQcI0bGUCuUlsFD6HQoiKxT4KYZ-Ft2ehJWvs6DfC9swlLHrCQtAwuu750zop2foi_3JOcZ7Hg

(CNN’in internet sayfasında 25.3.2024’te Alli Rosenbloom imzasıyla yayımlanan haberi özetle derleyip Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).


***  GEÇMİŞLE YÜZLEŞMEYE DAİR FİLMLER...

“Timor adasında da, Kıbrıs misali siyasal olarak ikiye bölünmüşlük devam ediyor…”

Murat TÜRKER

Öyle bir ada düşünün ki Kıbrıs’ın üç mislinden daha büyük olsun.

Asırlar boyunca coğrafyayı boyunduruğu altında tutmuş Portekiz’in ve Hollanda’nın zenginliklerini  bölüşemediği bir ada olsun.

Bölgede çıkarları olan yayılmacı Japonya’nın işgaline uğrasın, yakın komşusu Avustralya’nın müdahaleci siyasetine alet edilsin.

Portekiz’in sömürgecilik döneminin sona ermesiyle, komünistlerin güçlenmesinden ve adanın doğusunun bağımsızlığından korkan Endonezya’nın istilasına maruz kalsın.

Ve adanın doğusu, 21. yüzyılın bağımsızlığını ilan etmiş ilk devleti olarak, ancak 2002 yılında Doğu Timor (Timor-Leste) adıyla işgalci Endonezya’dan ayrılmış olsun.

Gezegenin halen en izole memleketlerinden biri olmasından mı ne, Asya’nın en başarılı demokrasilerinden birine sahip, hürriyet düzeyi gayet yüksek bir diyardan bahsediyoruz aslında. Vikipedinin aktardığına göre basın hürriyeti dünya klasmanında onuncu sırada, oy katılımı geniş, sosyal tartışma ağlarının aktif olduğu bir özgürlük cennetindeyiz adeta.

Hürriyete ve bağımsızlığa giden yolda mücadele etmiş ve yüksek sayıda kurbanlar vermiş militanlarıyla tanınan Doğu Timor’da, iktidar sahnesinde mütemadiyen karşımıza çıkanlar, davanın bayraktarları José Ramos-Horta ve Xanana Gusmão ülkenin başbakanlığı ve cumhurbaşkanlığında paslaşıp duruyorlar sanki.

Kendine has kültürünü, geleneksel ritüellerini günbegün kaybetmekte olan, iktisadi olarak muvaffak olamayan bir sistemden muzdarip fakir Doğu Timor’a uçakların ender havalandığı komşu Singapur, Bali ve Darwin’den ulaşmak bile zor.

Dolayısıyla Güneydoğu Asya’nın bu kendine has coğrafyasını bir nebze tanımak için belgeseller biçilmiş kaftan.

Timsahın Uçuşu – Ruy Cinatti’nin Timor’u (O voo de crocodilo – O Timor de Ruy Cinatti) adlı filmde Doğu Timor’u 1946-1974 yılları arasında ada halkını, kültürünü ve coğrafyasını yakından incelemiş antropolog bir şairin aracılığıyla tanıyoruz.

Sömürgeci Portekiz İmparatorluğu tarafından tayin edilmiş, ilk etapta tarımdan sorumlu bir memur olmasına rağmen Ruy Cinatti ada halkı tarafından çok seviliyor ve antropoloji eğitimini tamamladıktan sonra tekrar döndüğü adada araştırmalarına devam ediyor.

Seneler boyunca oluşturduğu teferruatlı arşivi sayesinde biz de, halkın âdetlerinden mimariye, tabiat güzelliklerinden antropolojik bulgulara doyuyor, sömürgeci gücü temsil etmesine rağmen yerlilerin Cinatti’yi nasıl bağırlarına bastığına şahit oluyoruz.

Bir yazar ve şair olarak sanatsal üretiminde mühim yer tutan Timor yıllarını betimlerken Cinatti’nin Portekizliler’i kültür elçileri olarak övmesinin yanı sıra hırslı, yozlaşmış yöneticiler olarak aşağıladığını ve onları işgal ettikleri diyarların farklılığını inkâr etmekle suçladığını da görüyoruz.

Çoğu antropolog gibi çok iyi bir fotoğrafçı olduğuna şahit olduğumuz kendine has karakter Cinatti’yi tanıyanlar, Portekizlilere has sakin tavırlarla belgeselde onu anlatıyor, geride bıraktığı malzemenin ne kadar değerli olduğuna dair izlenimimizi güçlendiriyor.

2023 Portekiz yapımı 71 dakikalık filmde yönetmen Fernando Vendrell geleneksel belgesel şablonunu tercih etse de Timor’un esrarengiz bir törenine katılmışız gibi seyirciyi tesir altında bırakıp hem ada, hem de Cinatti hakkında daha derin araştırmalara sevk ediyor.

Asırlar boyunca yaşatılmış çok özel bir kültürün muhtelif metinler, çizimler, fotoğraf ve filmlerle kayda alınmış olması tekdüzeliğe doğru yuvarlanmakta olan dünyamız için eşi bulunmaz bir hazine değerinde. Cinatti’nin edebî damarı sayesinde kaydettikleri sırf etnolojik olmanın ötesine geçerek kaybolmakta olan dünya miraslarının her birinin biricikliğine bizi muhakkak ki ikna ediyor...

 

Horoz dövüşü deyince…

Asırlar öncesine dayanan horoz dövüşü kültürü Doğu-Timor’la özdeşleşen, geniş halk kitlelerince, ama bilhassa erkekler tarafından adada yürütülmekte olan mühim bir faaliyet.

Sikat Subar – Rengârenk gizli bir tüy (Sikat Subar – A hidden colorful feather) adlı belgesel ülkenin günümüzdeki halini geniş bir spektrum çerçevesinde yansıtırken, hassas ruhların ve bilhassa hayvan hakları savunucularının dehşete kapılmasına yol açan vahşi dövüşleri teferruatlı bir şekilde aktarıyor.

İster gizli, ister resmî olarak düzenlensin, horoz dövüşleri erkekleri fazlasıyla meşgul ediyor, işsizliğin ve çaresizliğin pençesindeki bireyler bahis parasıyla kendilerini, hatta ailelerini geçindirmeye çalışıyor. Dünya standartları kapsamında imajına çeki düzen vermeye çalışan devlet, halkın adeta afyonu misyonunu üstlenmiş dövüşleri yasaklamaya cesaret edemeyince en azından resmî olarak düzenlenmesini sağlayarak taşkın hale gelebilecek erkek enerjisini kontrol altında tutmaya çalışıyor.

Ataerkil toplumsal düzende aile reisi rolünü benimsemiş bazı erkeklerin itina ile baktıkları ve dövüşlerde muvaffak olabilmesi için elinden geleni ardına koymadıkları horozlarına eşlerinden ve çocuklarından daha fazla ehemmiyet verdiklerine de şahit oluyoruz.

Seyircinin mümkün olduğunca alakasını cezbedecek popüler görüntü, kurgu ve senaryo imkânlarını kullanan yönetmen Diogo Pessoa De Andrade geleneksel olarak halkla bütünleşmiş bir âdeti sorgulamamızı sağlıyor.

2023 Portekiz yapımı 95 dakikalık belgesel aslında yıllar süren bağımsızlık mücadelesinden ötürü travmalı bir halkın iyileşme sürecinin profilini layıkıyla çiziyor. Filmde az çok hissedilen, Timor’a has gizemli, farklı farklı törelerin atmosferini özümseyebilmek için bir Ada ziyareti de hiç fena olmaz hani…

 

İroniyi anlayana…

Ülkenin bağımsızlığına kavuşabilmesi için gerilla savaşına katılmış, dağlarda mücadele ederken yaralanmış, ölü sanılarak bir kenara atılacak kadar hırpalanmış Osme Gonsalves halkın günümüzdeki pasifliğine isyan ederek kendini komediye vermiş.

Yarattığı muhtelif karakterlerden bilhassa Rambo Marabunta ile tanınan, çocuklar dahil tüm seyredenleri kahkahalara boğan komedyen aşırı bulunduğu için pek ciddiye alınmıyor, ironiyle harmanlanmış mesajları çoğu kez ulaşması gerekenlere ulaşmıyor.

Genellikle emprovize ettiği gösterilerini sokaklarda teşhir ederken çılgınlığına asla gem vurmuyor, gidişatın ne kadar kötü olduğunu ima ederken halkın silkinmesi gerektiğini ifade etmiş oluyor.

Doğu Timor’da bireysel bir değişim arayışı: Rambo Marabunta’nın devrimi (One man’s quest for change in East Timor: Rambo Marabunta’s revolution) memleketin sosyal medyasında epey popüler olan kahramanına layıkıyla eğiliyor.

Gonsalves’in mesajlarını daha geniş kitlelere ulaştırabilmek amacıyla en azından yerel bir televizyon kanalında sanatını icra etmek için epeyce ter döktüğüne de şahit oluyoruz.

2023 El Cezire yapımı 25 dakikalık belgeselin yönetmeni Chris Phillips mümkün olduğunca oyuncaklı bir senaryoya dayandırdığı filmiyle kaybedecek pek bir şeyi yokmuş gibi görünen kahramanının misyonuna uluslararası ölçekte destek vermiş oluyor.

Lakin, ülkedeki çirkinliklere, yanlışlıklara ve adaletsizliklere dikkat çekmeye çalışan Gonsalves’in amacı statükonun daha fazla değer kaybı yaşanmadan vakitlice değişmesi.

Genç devletin ataletten kurtulup kuruluş aşamasındaki ideallerine sadık kalarak yoluna devam etmesi hepimizin temennisi değil mi? Adalılık ruhuna aykırı olan bölünmüşlüğün bir an önce sona erdirilmesi, farklılıklarına rağmen ada halklarının işgalcilere inat birleşmesi de faydalı olmaz mı acaba?

sayfa-16-afis.jpg

sayfa-16-resim-2-002.jpg

(BİANET.ORG – Murat TÜRKER – 30.3.2024)

Bu yazı toplam 640 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar