Su Konusu Üzerine Eski Yerel Yöneticilerin Yaklaşımları: Oktay Kayalp ile Mülakat
Su Konusu Üzerine Eski Yerel Yöneticilerin Yaklaşımları: Oktay Kayalp ile Mülakat
Mertkan Hamit
[email protected]
MH: Bundan 20 yıl önce belediye başkanı seçildiğinizde, Mağusa’nın su ile ilgili ciddi bir sorunu vardı. İlk göreve geldiğinizde su ile ilgili durumu anlatabilir misiniz ?
Oktay Kayalp: Mağusa’nın en büyük sorunu su sorunuydu. O dönemdeki seçim bildirgemin 1. maddesi Mağusa’nın su sorununu çözmek üzerine olmuştu.
MH: Nasıl bir çözüm önermiştiniz ?
OK: Belediye Başkanı olduğum dönem başladığında Mağusa’nın yerel kuyularından yararlanarak su arzını arttırdım. Mağusa’nın yarısından fazlasında su akmazdı ve bu bölgelere takviye yaptık. Ayrıca alt yapımızı düzenlemeye çalıştık. İlk olarak AB katkısıyla, Doğu Akdeniz Üniversitesi’ndeki ana depomuza bir kule yapılarak, su basıncını arttırarak su dağıtımı daha verimli hale getirildi. Ancak bu yöntem o zaman için artı maliyetlere sebep oluyordu. Ayrıca şebekenin eski olmasından dolayı sıklıkla kaçaklar oluşuyordu. Ancak ilerleyen zamanlarda, Yap – İşlet – Devret modeliyle, belediyeden hiç para harcamadan denizden arıtma tesisi oluşturuldu. Bu tesisle beraber artık Mağusa’da su sorun olmaktan çıktı. Mağusa’nun günlük su ihtiyacı -kullanma ve sulama- 10 bin ton civarındadır. Bunun 5 bin tonu Güzelyurt’taki ana şebekeden, diğer 5 bin tonu ise arıtma tesisinden sağlanıyor. Ben Belediyeyi devredene kadar su kalitesi eskiye göre daha kaliteli ve tedariği sürekliydi, bu hala daha böyledir.
MH: İlerleyen zamanlarda AB katkılarıyla bir de arıtma tesisi oluşturuldu, değil mi?
OK: Evet, kanalizasyon şebekesi oluşturulduktan sonra, kanalizasyon üzerinden su arıtmaya başladık. Tabii bu içilebilir bir su değildir. Tarım amaçlı kullanım suyudur. Ağaç ve yem bitkileri üretiminde kullanılmaya yöneliktir ve şebekeye karıştırmıyoruz.
MH: Şebeke suyu, denizden arıtma suyu ve tarım amaçlı kanalizasyon su arıtması biçiminde üç alanda suya erişmek mümkün dediniz. Peki bunların maliyetleri ne kadardır ?
OK: Denizden arıtma tesisine hiç para harcanmamıştı. Yap – İşlet – devret modelini, alım garantisi şartıyla oluşturuldu. Bunun karşılığında da suyu depomuzda alıyoruz. Tesisten alınan bütün riskler de üretici firmanındı. Su 1.05 Dolar’a (2.5 TL) satın alınır ve aylık ödenir.
MH: Güzelyurt’tan gelen sunun maliyeti nedir ?
OK: Bu devlet katkısından kesiliyor. Depodaki sayaçtan geçen su miktarına göre devlet bunun parasını keser. Devlet bunu 25 kuruşa veriyor. Tabii bu su tuzludur. Su kalitesi arasında ciddi farklılık vardır. Denizden arıtılan su içilebilir bir su iken, devletin pompaladığı su içilecek kalitede değildir. Bilimsel verilerle gidecek olursak, piyasada şişe su olarak satılan su kondaktivitesi 500 civarındadır, bizim sağladığımız su kondaktivitesi ise 300’dür. Bu piyasada satılan suya göre daha kaliteli su ürettiğimizi gösterir. Benim dönemimde uyguladığımız yöntem, devletin sağladığı su ve kaliteli suyu karıştırarak, tüm bölgeye ayrım yapılmaksızın aynı kalitede su sağlama ilkesine göreydi.
MH: Bu noktada, şöyle özetleyebilir miyim: Uygulanan su politikası dahilinde Mağusa’da toplamda 10 bin tonluk günlük su ihtiyacı tedarik ediliyor. Bu kamu tarafından sağlanıyor ve dağıtılıyor, sürdürülebilir bir biçimde su yönetimi yapılıyor.
OK: Tabii ki. Sürdürülebilir bir su yapısı kent içinde oluşturuldu.
MH: Bir de Türkiye’den gelecek olan su var. Şebeke yeniden oluşturuluyor. Türkiye bunu hibe olarak yaptığını söyledi, ancak su satışa çıkınca bunun bir maliyeti olacak. Oluşturulacak altyapı hibe olmasına rağmen, su maliyeti ne olacak. Bir bilginiz var mı?
OK: Gayri resmi aldığımız bilgiler, TC’nin Türkiye’den Geçitköy barajına kadar ve baraj inşaatı ile birlikte yaptığı harcamayla 1 buçuk milyar dolarlık bir yatırım yaptığı yönünde. Şebeke yatırımı ise 250 milyon dolar civarındadır ve bu şebeke inşaatı halen devam ediyor. Bunlar hibe olan bölümü. Ancak suyun Geçitköy’den kentlere pompalanarak, kentlerin ana depolarına kadar getirilmesinin maliyetinin 1 lira 30 kuruş civarında olacağı söyleniyor. Kuzey Kıbrıs’ta 35 milyon metreküp su ihtiyacı var. Türkiye’den ise 70 milyon metreküp su getirilmesi hedefleniyor. Geriye kalan fazla suyun tarım için kullanacağı söylendi ancak tarımla ilgili bir altyapı yatırımı yok. 35 milyon metreküp su üretimini denizden arıtma yöntemiyle şu an Rum tarafı yapıyor. Aynı miktar su 0.60 Dolar’a mal oluyor, bu da yine 1 lira 40 kuruşa denk geliyor. Hiç para harcamadan, daha az riskli olan ve masrafın düşük olacağı yapıda 140 kuruşa su elde etmek mümkünken, 1 buçuk milyar dolar harcayıp, bu harcamanın su fiyatlarına dahil edilmeden sadece işletme maliyetinin 130 kuruşa mal olması ekonomik akla uygun değildir. Bunun anlamı; bu şebekenin, başka stratejik amaçlarının olduğu benim kanaatimdir.
MH: Bu durumda, teknik olarak zorlukları olan, ekonomik akla uygun olmayan, riskler barındıran ve sürdürülebilir olması zor görünen bir yatırımdan söz ediyoruz. Türkiye tarafından nedenini tam olarak bilmediğimiz bir hamle yapıldığı ortada ve bu toplumsal değil, siyasi bir hamle... Sizce bu hamlenin arkasında ne var ?
OK: Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon meselesinde Türkiye bir aktördür. Davutoğlu Başbakan olduktan sonra, Kıbrıs ziyaretinde, oluşacak olan şebekenin gaz ve elektrik taşımasında da kulllanılacağını hali hazırda Kıbrıs’taki basın toplantısında da dile getirdi.
MH: Su konusunun bir de yerel yönetimlere etkisi var. Yerel yönetimler su idaresi konusunda yetkili. Sizin de uzun bir yerel yönetimler tecrübeniz var. Su satışı, su dağıtımı, elde edilen para tahsilatı gibi adımların yerel yönetimler yerine özel şirketlere devredilmesinin ne gibi etkileri olur ?
OK: Burada birkaç nokta açıklanmalıdır. Sistemin sürdürülebilirliği için belli öncelikler vardır. Bir, su alınıyorsa, bunun masraflarının alınan yere ödenmesi gerekir. İki, kayıpların azaltılması gerekir. Benim dönemimde, altyapı ile ilgili durumumuz AB ve TC yardımları sayesinde iyi durumdaydı. Bildiğiniz gibi, su dağıtımında belediyeler faturalarını birleştirerek toplar. Yani temizlik, sağlık borçları, su faturasıyla beraber alınarak borç tahsilatı sağlanmaya çalışılır. Su belediyelerin elinden alınırsa belediyeler tahsilat yapamaz ve çok net olarak söyleyebilirim ki, hepsi iflas eder.
Belediyeler devlet organizasyonunda ikinci büyük birimdir. Belediyeler iflas ederse, devlet de iflas etmiş demektir. Belediyelerin ayakta olup, sürdürülebilir yapıya sahip olması sağlanmalıdır. Lefkoşa Belediyesi’ni hatırlayalım. Yönetim hatası vardı, ancak Lefkoşa Belediyesi tıkanınca hem turizm, hem ticaret, hem de bir çok diğer ekonomik sektörün ciddi zararlar gördüğünü biliyoruz.
MH: Öyleyse şöyle özetleyelim; su üzerinde yapılacak bir değişiklik, hem yerel yönetimlere, hem son kullanıcılar olan halka, hem de çeşitli ekonomik sektörlere zarar verebilir. Yeni ve tehlikeli bir süreç başlayabilir. Bununla ilgili nasıl bir strateji oluşturulmalıdır? Yani bile bile yerel yönetimlerde oluşabilecek bir iflasa doğru sürükleneceğiz; bunun kurtuluşu nedir?
OK: Belli yasal değişiklikler yapılacak. En gerekli unsur belediyelerin denetlenmesidir. İkincisi ise belediyelerin popülizmden uzak daha ciddi yapılara kavuşmasıdır. Sayıştay denetimi, yerel yönetimleri sürekli ve sık sık denetleme olanağından uzaktır. Sayıştay onaylı bağımsız denetleme şirketlerinin belediyelerin mali yapısını denetlemesi ve aylık olarak raporlaması bu problemin üstesinden gelebilir. Böylelikle, arızalı noktalara Sayıştay müdahale edebilir. Ve böylelikle büyük zararlara neden olacak adımlar engellenebilir. Aşırı istihdam gibi popülist uygulamalar önlenmelidir. Hizmetlerin bedelleri tahsil edilmelidir. Su ve su gibi sistemlerde en verimli yöntem ön ödemeli sistem ya da kartlı sayaç sistemini devreye sokmaktır. Son olarak bir de hizmetlerin bedeli kadar para alınması gerekir. Su parası Mağusa’da 3 lira 20 kuruşken, Karpaz’da 50 kuruştur. Eğer maliyetin çok altında bir hizmeti satarsanız, onun karşılığını yerine koyamazsınız. Bu gibi önlemler alırsanız başka sorun kalmaz. Tüm belediyelerin su dağıtımı ve su hizmetleriyle ilgili teknik kapasitesi vardır.
MH: Kente su dağıtılması konusunda su başarılı olabilir dediniz. Peki ya suyun merkezden kentlere gelişi nasıl olmalıdır?
OK: Dünyada su yönetimi, özerk su yönetimleri (water board) ile çözülür. Devlet organlarının dışında, devletin de dâhil olduğu ama diğer ilgili kurumların da olduğu bir üst yapı gerekir. Bu özerk bir yapıdır.
MH: Peki ya özel bir şirketin su hizmetlerini vermesinin sonuçları ne olur?
OK: Şimdi Kıbrıs’taki özelleştirme uygulamasından bahsedilirken, barajdan depoya kadar olan özelleştirmeden kast edilmez. Esas elde edilmek istenen rant belediyelerin dağıttığı suyun parasını tahsil etmektir. Bu da ciddi bir toplumsal maliyet yaratır. Benim kanaatim, Kıbrıs’taki tüm belediyeler, suyun kentte dağılımı ve sürdürülebilir kılınmasıyla ilgili teknik ve bilgi bakımından gerekli alt yapıya sahiptir. Şu an bu işi yapıyorlar. Su sürdürülebilir bir biçimde dağıtılır. Problem, tahsilattadır; o da önce söylediğim strateji ile çözülür. Ancak barajdan depoya olan bölümün yönetimi için özerk bir su yönetimi kurulması bence yeterlidir.
Su konusunda, bir başka araştırma yaptım. Bunu da paylaşayım. Türkiye 10. beş yıllık kalkınma planında, Türkiye’de su ile ilgili bütün yönetim, yani göller, barajlar, içme suyu, kullanma suyu, nehirler, vesaire, yerel yönetimlere devredilmiştir. Büyük şehir belediyelerinde özerk su kurumları oluşturulmuştur. Büyük şehirler dışında ise belediyelerin kendini geliştirerek suyu kendilerinin yönetmesi konusunda strateji belirlemiştir. Türkiye kendisi için böyle bir modeli önerirken, neden Kıbrıs için, böyle bir özelleştirme modeli dayatıyor, bunu anlamak mümkün değil. Türkiye’de Mağusa ile eş nüfusa sahip bir belediyenin kendi başına suyu yönetmesine yetki veriyorsunuz ve geliştirilmesini savunuyorsunuz ama Kıbrıs’a gelince bunu belediyenin başaramayacağını söylüyorsunuz. Bu doğru bir yaklaşım değildir.
MH: Bahsettikleriniz kamusal faydayı ön plana alan, yerinde bir stratejidir. Peki ya hükümet bu konuda bu fikirlere sahip mi ? Herşey yolunda mı?
OK: CTP Parti Programı ve Parti Meclisi bu konuda net bir görüş ortaya koymuştur. Medyada bu konu fazla speküle edilmiştir. Bu konuda mensup olduğum ve iktidarda olan parti, CTP-BG, net bir biçimde stratejik sektörlerin özelleştirilmesine karşıdır. Stratejik sektörler her ülkede başka olabilir. Alternatifi olmayan sektörlerdir. Bunlar su, elektrik, hava limanı, deniz limanı gibi alanlardır. Bunları özelleştiremezsiniz. Liberal ülkelerde de benzeri uygulamalar var. Liberalizmin merkezi ABD’dir. Ancak New York limanı kamu mülkündedir. Ben bunu sorduğumda bana, ‘ABD ulusal çıkarları bu limanın kamuya ait olmasını öngörür’ cevabı verildi. Demek ki, en liberal ülkelerde bile, kamusal çıkar bazen ekonomik yaklaşımın önünde görülür ve kamu mülkiyeti desteklenebilir. Rotterdam Limanı dışında Hollanda’daki diğer limanlar özelleştirilmiştir ancak Avrupa’nın en büyük transit limanı olan bu liman yerel yönetimin mülkiyetinde özerk liman yönetimi tarafından yönetilir. Demek ki, bizim de, ülkemizde elektrik, su ve limanlarda bu özerk yönetimleri kurmamız gerekir. Bu yönetimleri işletirken, belki özel sektörün teknik ve mali bilgisinden yararlanabilirsiniz ancak yönetim kamunun olmalıdır. Kamu menfaati ön koşuldur ve sürdürülebilirlik sağlanarak hareket edilmelidir.
MH: Son olarak, fark yaratan şeyin siyasi irade meselesi olduğunu söyleyebiliriz. ABD, Hollanda gibi ülkeler bir irade beyanı yapıyor. Neoliberal çıkar odakları bu kurumların kontrolünü eline almak isteyebilir. Ancak burada siyasi irade net bir tavır sergiliyor. Sanırım bizdeki en büyük eksiklik bu konuda güçlü durmamaktır. Muhalefet ve iktidarda bu konuda kafalar karışık gibi. İrade burada önemli bir nokta oluyor, öyle değil mi ?
OK: Tabii ki. Bizim bir sürü noktada bağımlılıklarımız var. Toplum ve yönetimler bu konuda baskı altındadır. Buna rağmen, bu mali yapıyı destekleyenlere –başta TC- bu ülkenin koşullarını anlatmak gerekir. Bu tesislerin kamu mülkiyetinde kalarak sürdürülebilir kılınması gerektiğini anlatmamız lazım. Altını çizerek söylemeliyim, eğer su belediyelerin elinden alınırsa, bütün belediyeler iflas eder. Yerel yönetim sistemi çöker. Yerel yönetim sisteminin çökmesi, devletin iki ayağından birinin kesilmesi demektir ve devletin tek ayakla yürümesi mümkün değildir. Dolayısıyla önerim, özerk bir su yönetimiyle sağlanacak olan sürdürülebilir bir yapıdır.
Belediyelere yönelik kötü örnekler üzerinden bütüne yapılan saldırılar nedeniyle bir güvensizlik oluşmuştur. O baskıyla belediyelerin bu konuda başarısız olabilme ihtimali birçok kişiyi etkilemektedir. Ancak ben açıklıkla ifade etmeliyim ki, Kıbrıs Türk belediyelerinde teknik olarak yeterli birikim, insan gücü ve alt yapı mevcuttur. Bunun özelleştirilmesine hiçbir biçimde gereklilik yoktur. Kurulacak özerk bir su yönetimi bu işi rahatlıkla yönetebilir. Su, kesinlikle Kıbrıslı Türk toplumunun elinde ve yönetiminde kalmalıdır.