‘Su krizi’ni kim çözecek?
Türkiye’den gelen suyun ‘kriz’e dönüşmesiyle birlikte TC-KKTC ilişkilerinin sürdürülebilirliği bir kez daha tartışma gündemimize girdi.
En başından kendi görüşümü söyleyeyim: Bu şekliyle bir ilişkinin devam etmesi dü-şü-nü-le-mez!
Bu kadar açık ve net…
‘Bu şekli’ derken?
Ana-yavru modeli…
“Ben söylerim, sen de yaparsın” şekli…
“Yok, TC-KKTC ilişkileri böyle değil zaten” diye savunma cümlelerini çok duyuyorum. Lakin ikna değilim.
Çünkü günün sonunda ‘bağımlılık’ ilişkisinin bir sonucu olarak her yıl sonu ‘şekil 1-A’da görüldüğü üzere ‘kriz’ çıkıyor.
“Yap yasayı, kap parayı” diyor TC Yardım Heyeti…
Ya da tersini: “Almazsan kararı, zırnık koklatmam!..”
Buyurun işte, ‘zırnık’ yok, 13. Maaşlar ‘çıkmaz ayın lacivert perşembesi’ne kaldı!
**
Şimdi çok önemli bir soruya yanıt arayalım:
Bu mudur Kıbrıslı Türkler ile Türkiye halklarının ‘olması gereken’ ilişki biçimi?
Nereden bakarsanız bakın, ister en milliyetçi sağın gözlüğüyle, ister halkların kardeşliğine inana solun tarafından görün, sonuç aynıdır.
Bu ilişki biçimi doğru değil.
Kabul edilebilir değil.
Onurlu değil.
Ve sürdürülebilir değil.
Ankara’da iktidarı elinde tutanların ve onlar adına Lefkoşa’da görev yapanların tavrı yüzünden sürekli hale gelen bu ‘çatışma’ görüntüsü kimseye bir yarar sağlamaz.
‘Büyük resim’ bunu söylüyor.
**
Peki ama bu durumu kim, nasıl değiştirecek?
Elbette ki siyaset!..
Ankara ile Lefkoşa’daki ‘yönetici’ ekipler oturacak, konuşacak, tartışacak ve TC-KKTC ilişkilerindeki ‘hastalık’ neyse bulup tedavi yöntemini belirleyecek, buna uygun bir süreç başlayacak.
Yoksa her sene sonunda rutinleşen ‘tehdit’ mekanizmasıyla bu işlerin varacağı yer pek iyi bir nokta değil.
Ve bu işleri ‘siyasiler’ yapacak, ‘teknik’ ekipler, yani bürokratlar değil!
Şimdiki krizin önemli nedenlerinden biri de bu: Siyasetçiler oyunda değiller!
Neden?
Zira Ankara böyle bir tavır koydu, kimseye randevu verilmiyor. Yapılan görüşmeler ‘teknik düzey’in ötesine gidemiyor.
Oysa ‘teknik heyetler’ düzeyinde bile ‘su yönetimi’ konusu ilk halinden bugüne oldukça revize edilmiş bir şekle dönüşmüş. Tıkanan noktaları bürokrasi marifetiyle aşmak mümkün görünmüyor. Siyasi karar lazım.
Ve bir de ‘niyet’…
En önemlisi de o zaten!..