1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Su Küçüğün Söz Büyüğün
Su Küçüğün Söz Büyüğün

Su Küçüğün Söz Büyüğün

Su Küçüğün Söz Büyüğün

A+A-


Serap Kanay
[email protected]

Kıbrıs’ta Roma döneminde su ihtiyacı, kuyu ve yağmur sularının toplanması için yer altına yapılan sarnıçlardan sağlanırdı. Ayrıca pınar suları da arklar ile su kemerleri kullanılarak şehirlerdeki büyük yer altı sarnıçlarına akıtılırdı. M.S. II. yüzyılda zamanın Roma imparatoru Severus Septimus (VII.) Girne Sıradağları’ndan Kitrea’ya (Değirmenlik) akan pınar suyunu 53 km’lik su kemerleri inşa ettirerek Mesarya’yı geçirip zamanın başkenti Salamis’e getirmiş. Buradaki büyük sarnıçtan da kanallarla şehrin farklı yerlerine kullanım için dağıtmış... Roma Dönemi’nde (M.Ö. 58-M.S. 395) başlayan bu kemerler ile ana sarnıçlara su taşıma işlemi Luzinyan (1192-1489), Venedik (1489-1571) ve Osmanlı dönemlerinde (1571- 1878) de hem var olan kuyu, kemer ve sarnıçların tamiri, hem de şehirlere su taşıyacak, yeni kemer yapımları ile devam etti.

Kıbrıs bir ada. Kaynakları belli, kaç kişinin bu kaynaklardan faydalanabileceği de. Geçmişinde de ona göre önlem almış zamanın idarecileri; bu önlemlerin hepsi kendi içindeki öz varlıkları adil ve kullanılabilir şekilde dağıtımla ilgili. Kıbrıs’ın kuzeyinde yaşayan bizler son zamanlarda o kadar bir çoğaldık ki bu öz kaynaklar yetmez oldu, zaten olanların dağılımı da adil değil ya, neyse. Su ise ana ihtiyaçlardan biri; heryerde olduğu gibi… İşte bu sırada, yanı başımızdaki Türkiye, sağ olsun, koşar imdadımıza ve “Asrın Projesi” diye adlandırılan, Kıbrıs’a Türkiye’nin güneyinden su getirme hazırlıkları başlar. Çeşitli gazetelerde bu konuda çıkan haberlerden birkaç örneği de yazıyla birlikte görebilirsiniz.

80’i 134 askı üzerinde ve deniz altından olmak üzere toplam 107 km’lik boru hattıyla Mersin’e bağlı Anamur ilçesindeki Dragon Çayı üzerine kurulan Alaköprü barajından KKTC’ye yılda 75 milyon metreküp su taşınmasını öngören Asrın Projesi, Temmuz 2010’da Türkiye ile KKTC arasında imzalanan anlaşmayla başladı.
“7 Mart 2011’de Anamur’da Alaköprü barajının; 30 Mart 2012’de ise Geçitköy barajının temeli atıldı.”

“3 Ekim 2012’de ise Anamur ve Girne/Karşıyaka-Güzelyalı’da boru hattı ve kara yapılarının temelleri eş zamanlı atıldı.”

Önceden hiç yapılmamış… Bize Türkiye’den su getiriyorlar, hem de “barış suyu”…

Su çiftçiler için bir umut. Bunun, aynı zamanda, adada iki yıl sonra yeniden başlayan müzakere sürecine de olumlu bir etki yapması bekleniyor. Çünkü Güney Kıbrıs'ta da aynı kuraklık var, orada da çiftçilerin suya ihtiyacı var. Türkiye, çözüme ulaşılması halinde, aynı borudan Güney'e de suyun ulaştırılmasına sıcak baktığına dair mesajlar da veriyor.

Önce, Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu’nun doğum günü olan 7 Mart 2014 saat 13.00’te suyun KKTC’ye ulaşacağı açıklandı, gelmeyince eylül dendi, sonra bu tarih KKTC’nin kuruluş yıldönümü olan 15 Kasım 2014’e çekildi ve hala daha da bu su gelmedi. Velhasıl, son dört yıldır, toplumun her kademesinde gündemde oldu ve öyle ya da böyle, çok yer tuttu bu Türkiye’den getirilecek su işi. Ve özellikle geçtiğimiz iki ayda, kafamı istemediğim kadar rahatsız eder bir şekilde meşgül eder hale geldi.

Güya gelecek olan suyu dağıtacak olan kocaman siyah boruların yaşadığım bölgeye gözümün önüne gelmesi bardağı taşıran son damla oldu. Güya diyorum, zira ben şahsen bu suyun geleceğinden şüpheliyim ; niye ikide bir bu erteleme ? Hep söyler/im/iz, Kıbrıslılar olarak rahat insanlarız biz, tarihsel süreçte de görülebilir ki, çok şeye tahammül eder, ses çıkarmayız, ama bir an gelir, artık olan biten “buramıza gelir” ve yeter deyip ayağa kalkar, gözümüzü yumar ağzımızı açarız… Benimkisi de öyle birşey, bıçak kemiğe dayandı misali. Yok artık bu kadarı da olmaz, birşeyler yapmam lazım dedim kendime birkaç hafta önce, İskele yakınlarında, boruların öylesine yol kenarındaki boş görünen bir araziye bırakıldığını görünce. Aynı gün katıldığım etkinlikte, arkadaşlar da, Ülker Fahri’nin Afrika gazetesinde yayınlanan su projesi ile ilgili açıkladığı anlaşma noktalarını konuşuyordu, birisi sosyal medyada paylaşmış (bu yazıyla onları da paylaşıyorum). Durum görüldüğünden de vahim yani. Yazma kararım kesinleşti o an.

‘Mağusa bölgesine su gelmeyecek galiba, bizim taraflarda hiç boru yok’ derken, son bir ayda Karpaz yolunun İskele-Mağusa arası bölümünde, yol kenarındaki arazilerde yatay siyah borular fark ettim birden. Bu bana 2009 yılında başlayıp 2011 yılında tamamlanması planlanan ve o zaman da 100 Yılın Projesi olarak adlandırılan Mağusa Belediyesi Kanalizasyon ve Su arıtma projesini hatırlattı.  O zaman getirip yol kenarlarına dizilen geniş mavi plastik boruların fotoğrafını çektiğim canlandı gözümün önünde. “Suspended Spaces” uluslararası sanat projesi çerçevesinde Mağusa’yı ele alan ortak bir çalışmada heyecanla bu konuya yer vermiş ve mavi borular fotoğrafımı da kullanmıştık 2011’de çıkarılan proje kataloğunda. Bu siyah boruları da fotoğraflamak isterim diye düşünürken, bir cumaertesi sabahı, Merit Cyprus Gardens’a giderken, önce Hayat Bilgisi Doğal Hayat Merkezi yanındaki boş arazi ile yolun takibindeki Noyanlar evleri arasında bulunan boruları fark ettim. Sonra da eski İstanbul plajı karşısı ile deniz malzemeleri satan, Marine dükkanı arasındaki boş araziye taze indirilen borular ve yanlarındaki ağır vasıtalara şaskınlıkla bakan dükkan sahipleriyle müşterileri gözüme çarptı. Dönüş yolumda daha bir bilinçli gözlerle yol kenarlarına bakarken Ambelia orman kenarlarında kazılmaya başlanmış çukurlar yanındaki boruları da gördüm. Ve Salamis ormanı Park otel öncesindeki gölet olan alanı kocaman araçlarla kazmaya başladıklarına yakından bakmak durumunda kaldım -çalışma için yolu tek şeride indirmişlerdi. Yol boyu ev ve binalar arasındaki “boşluklarda” devam eden bu boru yerleştirme, birkaç yıl önce, dört şeritli yol yapımı sırasında, binbir uğraşla doldurulan eski Pedios (Kanlıdere) nehir yatağına da yatay bir şekilde yerleştirilmiş. Silver Beach plaj yanı olan, bu yüzyılların vazgeçirtemediği dere yatağı hala daha su topluyor yağış yoğunluklarında, son yağan yağmurdan kalan su birikintileri de duruyor zaten.

Yüzümde beliren acı gülümseme yanında birçok soru getirdi aklıma, bunları görmek. Ya biz hiç mi doğadan birşey öğrenmeyeceğiz? Her yağmur yağdığında alt yapı yanlışlıklarından dolayı onca yaşanandan sonra buraları doldurup üzerine yol yaptığımız yetmedi, şimdi de tekrar kazıp su borusu mu döşüyoruz? Bu “boş” görünen araziler kimin malı, kime sorularak, kimden izin alınarak ansızın buralara gelişigüzel borular dizilmiş? Bu yerleştirilen yerler yol kenarına çok yakın. Ya yarın, obür gün tekrar yol genişletme çalışmaları yapma kararı alınırsa? Ya bu arazilerin sahipleri buralara inşaat yapmayı düşünürse? Kıbrıs çözümü için olası bir anlaşmada geri istenecek/verilecek Rum malı ise buraları? Nasıl, nasıl böyle haritası, önceden planı olmadığı, üzerinde çok fazla düşünce üretilmediği çok bariz olan bir su hattı yerleştirme işine girişiyoruz? Düşünce üretilmemiş belli, çünkü inşaatla karşılaşılan yerlerden nasıl geçecek bu borular sorusuna henüz çözüm getirilmemiş apaçık. Bir de birden bire dört şeritli Mağusa-Karpaz yolunun karşı tarafına geçmeler var...

Durum göründüğünden de vahim. Rehberlik yaparken Türk turistler bazen, ‘biz size su getiriyoruz, daha ne isdersiniz?’, gibi yorumlarda bulunur, damarıma basar, dayanamadığımda ‘bizim kara kaşımıza kara gözümüze değil bu sürekli gelmesi geciktirilen su’ derim, ‘bizim üstümüzden güneye ve başka ülkelere satılacak, bize de zaten bedava verilmeyecek’ derim kibarca. Hem getirilecek olan sadece su mu gerçekten? Üstelik memleketin doğasını, en güzel halini görebilme fırsatını 2011’de yakaladığım, o eşsiz doğal yaşam dolu Geçitköy baraj bölgesini de mahvettiler. Tahribat bununla da sınırlı kalmadı borular yerleştirilecek zihniyeti ile; ne eski eser, ne SİT alanı, ne kamu malı, ne özel mülkiyet, ne de ormanlık alanlar gözetildi. Kazılan bölgelerin bazılarında yeraltı elektrik hatları hasar görüp elektrik kesintilerine yol açarken bizim bölgede telefon hatları tahrip edildi. Bu su geliyor, arkasından da aynı borulardan elektrik de getireceğiz türünden proje söylemleri dikkatle takip edilmeli, biz Kıbrıs Türk halkından neler alıp götüreceği bir nebze olsun durup düşünülmeden daha ileri gidilmemelidir. Hep hükümetler bazında yapılan açıklamalarla, “Kuzey Kıbrıs Türklerini biz besleriz” zihniyeti ile burada yaşayan bizleri hem politik hem de ekonomik açıdan daha da bağımlı hale getirme süsü verilen bu projenin altında, Türkiye’yi de bağımlı kılan ve devletin değil de şirketlerin kar ettiği başka projeler de olduğu göz ardı edilmemelidir. Doğal gaz için yapılan tartışmalar halen bölgedeki güvenliği tehdit eder boyuttadır.

Ülker Fahri’nin, Afrika gazetesi  ‘Cumadan Cumaya’ köşesinde yayınlanan makalesindeki maddeler, KKTC Hükümeti ile Türkiye Hükümeti arasında 20 Temmuz 2010 tarihinde imzalanan ve 8 Haziran 2011 tarihinde Bakanlar Kurulu tarafından onaylanan ‘Hükümetler Arası Çerçeve Antlaşması’ndan alıntıdır. ‘Barış suyu’ diye en azından toplumun bazı kesimlerine umut bağlatılmış bu işin gene biz halkın sırtından çıkarılacağının bilincinde olalım ve yapılan antlaşmadaki ilk yedi maddeyi, özellikle de, anlaşma madde 5’i iyi okuyup doğru anlayalım.

Bizim “yavru vatan olarak” iyi niyetle bakıp, ‘Su küçüğün söz büyüğün’ olarak kullandığımız deyime atfen, susuzluğumuz giderilecek, söz dinleyip sabredelim düşüncesi ile “Anavatana” müteşekkir olma halimiz bile bu durumda teselli değil maalesef, zira deyimin doğrusu ‘Sus küçüğün söz büyüğünmüş’! Burası KKTC, olağan şey, napalım, gaylesi seni mi duttu deyceksiniz, beni duttu da oturup okudum, bunları yazdım, bir da siz düşünün isdersanız...

Bu haber toplam 2062 defa okunmuştur
Gaile 298. Sayısı

Gaile 298. Sayısı