Su testisini kırdırmayacağız !
Kıbrıs sorununun kendine özgü bir yapısı, karakteri vardır. Adanın birleşmesini isteyenler çok iyi bilir ki, dünden bugüne bir çerçeve haline gelmiş model, çözüm için ana eksen, ana stratejidir.
Çözüm masasında, müzakere sürecinde ilerleme olup olmayacağı ise, elbette hem her iki tarafın hem de uluslararası camianın iradesi ile ilgilidir. Gerek Garantör ülkelerin gerekse iki tarafın kazanabileceği model de bu bağlamda kimsenin dışlanmadığı bir ortaklık modelidir. Bu ortaklık modeli, tek egemenlikli bir devlet olacaktır. İki halkın siyasi eşitliği yanında, farklı nüfus yoğunluğunu da gözetecektir. Tek egemenlik sadece ve sadece iki halktan kaynaklanacaktır. Karar süreçlerinde sayıca az olanlar da katılımcı ve aynı zamanda belirleyici olacaktır.
Garantör ülkeler olarak, Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin rolü, adanın birleşmesinde bu dengeyi gözetmek, adada güvenilir bir sistemin sağlanmasına katkı koymak ve çekilmektir. Adanın "normal bir devlet" yapısına kavuşmasını sağlamaktır.
İngiltere’nin adadaki üsleri, garantör ülkeler için bir dengesizliktir. Bir garantörün ada toprakları üzerinde, egemen toprağı bulunması asla kabul edilir değildir.
Bu görüşler, BM çerçevesidir, ilgili Güvenlik Konseyi kararlarının özüdür.
Kıbrıs’ta var olan sorunu, adanın birleşmesi ya da çözüm konusu olarak görmeyip, sadece adadaki halkların uluslararası hukuk bağlamında kabulü, hak eşitliği, çıkarların denkleşmesi olarak değerlendirip, taraflar haklarını alsın ardından kim ne isterse yapsın derseniz, su testisini su yolunda kırarsınız. Testi tam dolu olmasa da elinizde hiçbir şey kalmaz.
Sayın Tatar ve Sayın Çavuşoğlu, su testisini kırmaya karar vermişler. Denktaş dönemine dönüp, 1990’lı yılların çıkmaz sokak siyasetine bizi yeniden hapsetmek istiyorlar. Ekipleri açıkça Kıbrıs Cumhuriyeti, 24 saatliğine KKTC’yi tanısın, o zaman iki taraf siyaseten eşitlenir. Ve bu eşitlik sağlandıktan sonra belki çözüme de gideriz diyorlar. 1990’lı yılların kimilerince heyecan verici olan bu argümanın ömrü bir dönem devam etti. Türkiye’nin üyelik süreci bağlamını da kapsayan AB’nin Helsinki ve Luxemburg zirvelerinde Türkiye’nin üyeliği için Kıbrıs sorununu çözmek koşul haline gelince, Uluslararası camia Kıbrıs sorununda sorumluluk üstlenir ve Kofi Annan devreye girerek yeni bir dönem başlar. Bu süreçte Denktaş tarihsel olarak devre dışında kalır ve dönemin Başbakanı ve Başbakan yardımcısı görev üstlenerek ve sorumlu kılınarak müzakere sürecini ileriye taşıyan kişiler olur. Denktaş’ın iki ayrı devlet; devletten devlete görüşmeler ve iki devletli, çözüm tezleri hayata gözlerini yumar.
BM parametrelerinde çözüm süreci istenen sonucu vermemiş olabilir, ancak bu dönemde Kıbrıslı Türkler gerek Avrupa Birliğinden gerekse Avrupa Konseyinden temsiliyetler alır. Hatta İslam İşbirliği Teşkilatından da.
Yeşil Hat Tüzüğü, Mali Yardım Tüzüğü bu dönemin kazanımları.
Biz son yirmi yılda, dünya ülkelerinden kabul görmüş, dikkate alınmış, yok sayılmamış isek bunun tek nedeni çözüm ile ilgili BM Güvenlik Konseyi kararlarını kabul etmemizdir. Dünya ülkeleri bize, işte bu ortak değerleri benimsediğimiz için itibar etti. İki ayrı devletli siyasetin “Mr.No”sundan temsiliyet hakkına varana dek Kıbrıslı Türk halkı büyük mücadeleler verdi, haklı olduğunu ispatladı ve belli kazanımlar elde etti.
Bu nedenle Cumhurbaşkanı ve Hükümet yetkililerine, farklı görüşlerinizi BM parametreleri bağlamında ileri taşıyınız diyoruz. Masada yetki paylaşımınızı aynı çerçeve içerisinde yaparak müzakere ediniz. Ancak elbette önce konuyu Meclise getiriniz konuşalım diye de ekliyoruz.
Hayır diyorlar, o iş bitti federasyon konuşmayız, iki ayrı devlet isteriz.
Macera istiyor Sayın Tatar ve Sayın Çavuşoğlu. Sayın Çavuşoğlu, Kıbrıs sorununun özgün yapısını bozarak, kendi dış siyasetinin bir unsuru, enstrümanı haline getirmek istiyor Kıbrıs’ı.
Kıbrıs Türk halkı, yirmi yıllık kazanımlarına sonuna kadar sahip çıkmak durumundadır. Bunları geliştirmek, yirmi yıllık siyasetinin eksen kaymasına uğramamasını sağlamak.
Her gelen yabancı diplomat ile, uluslararası örgütler ile halkın beklentilerini konuşmak, çözüm iradesinin canlı olduğunu ve Sayın Tatar’ın toplumu şeklen temsil ettiğini, görüşlerinin toplumun değil, kendisini talimatlandıranların görüşü olduğunu aktarmak sorumluluğu ile karşı karşıyadır. Zaten bunu Sayın Tatar inkar etmiyor, her yerde itiraf ediyor.