Su ve elektrik…
İlave kaynak talebiyle Ankara’ya giden Özker Özgür’ün sonraları o günü “hayatımın en kötü günü” diye anlatması ve 2007’de annesinin vefatı nedeniyle Ferdi Sabit Soyer’e gönderdiğim taziye mesajına aldığım yanıt, tüm CTP’liler için yol gösterici olmalıdır. Şöyle diyordu Başbakan Soyer:
“Sevgili Birikim acıma ortak olduğun için sağol. Annem, sıhhatte ve afiyette olsun annen ve teyzelerinle birlikte Küçük Kaymaklı’da bana okuma ve insan sevgisini kazandırdı. Çok okuyan biri idi. Çok şeyleri bana kattı. Her ana gibi ama yoldaşım da idi. Ancak çok etkilendim. Çünkü onun için zaman dahi ayıramadım. Hele ölüm günü, Sosyal Güvenlik Yasası için Meclis önünde yapılan o çirkin hareketler ve onlarla ilgili uğraşmak zorunda kalmam beni çok ama çok etkiledi. Ama emeğin dinamizmi sayesinde, sol ve çağdaş değerleri yerleştirmek adına dışsal destekle yaşatılan ekonomik ve sosyal koşulları hep birlikte aşacağız. Sana mutluluklar ve başarılar dilerim”.
2009-2013 döneminde dışsal destekle yaşatılan ekonomik ve sosyal koşulları değiştirmek için düşünce ve politika üretimine ne oranda yoğunlaşabildiğimiz ayrıca değerlendirilmelidir. Bugün iktidarda olan CTP’nin bu koşulları değiştirmek dışında hiçbir alternatifi yoktur. Görevimiz alışkanlıkları, ezberleri, yıllar içerisinde oluşan tabuları aşmak ve ONURUMUZLA YAŞAYACAĞIMIZ, ÜRETEREK MUTLU OLACAĞIMIZ SOSYAL VE EKONOMİK KOŞULLARI OLUŞTURMAKTIR.
Mevcut durumumuz mali yardım bağımlılığı şeklinde tarif edilmektedir. Pek çok üçüncü dünya ülkesi geçtiğimiz yüzyılda siyasi gerekçelerle dış yardımlar sayesinde ayakta tutulmuş, soğuk savaşın ardından mali yardım bağımlılığından kurtulabilmeleri için iç kaynaklarını artırmaya teşvik edilmiştir. Bölgesel güçler bu ülkelerle kazan-kazan prensibine göre işbirliklerine yönelmiş, devasa projelerde üstlenecekleri roller sayesinde makroekonomik dengeye ulaşmaları ve demokrasilerini geliştirmeleri öngörülmüştür.
İnsanlığın geldiği bu aşama demokrasimiz ve ekonomimiz için bir fırsattır. Bu şansı değerlendirebilmenin koşulu ise gerek Türkiye gerekse AB ile sağlıklı ilişkiler kurmak, bu yönde girişimci olmak ve içteki ev ödevlerimizi eksiksiz tamamlamaya odaklanmaktır.
Su ve elektrik meselelerini bu gözle değerlendirmeliyiz.
Su projesi bölgemizdeki küreselleşme süreci bakımından dev bir yatırımdır. Bu projenin bize getirileri saymakla bitmeyecektir. Musluğumuzdan akacak içilebilir temiz su için bugün 20 TL/ton ödemek zorunda iken kısa süre sonra 1-2 TL/ton ödeyecek olmamız halkımız için bir fırsattır. Suyu etkin kullanacağımız koşullarda tarım sektörümüzün kamu kaynağı tüketen değil gelirlerimizi artıran bir hâle kavuşacağı aşikârdır.
Aynı durum elektrik için de geçerlidir. Gelişen teknoloji sayesinde Türkiye üzerinden Avrupa Enterkonnekte Sistemi’ne dâhil olup elektrik için harcadığımız kamu kaynaklarını yarı yarıya düşürme, halkımıza ucuz hizmet sunma, turizm ve sanayi başta olmak üzere maliyetleri düşürüp ekonomimizi geliştirme imkânı, oturduğumuz yerde gelip kapımızı çalmıştır.
Ev ödevlerimize odaklanıp bu imkânlardan azami faydayı sağlayabilecek miyiz?
Farklı ideolojilerin bu çerçeve içinde yarışmasını sağlar ve ulus devletler döneminin sağdan ve soldan küreselleşmeye meydan okuyan tahakkümcü anlayışlarını aşabilirsek başarı kendiliğinden gelecektir.
UBP su ve elektrik projelerini biat kültürüyle ezbere savunurken biz çözüme yoğunlaşmanın ötesinde bölgesel barışa katkıyı da gözeterek icraatlar yapacak mıyız? Sol değerler ölçütünde halkın genel çıkarlarını gözeten bir perspektifle bu projeleri değerlendirip dosta düşmana “korkak bezirgân ne kâr eder ne ziyan” dedirtmeksizin çalışabilecek miyiz?
Yeni parti yönetiminin en önemli sınavı bu olsa gerek…
Bağımlılık hastalığımızı fırsata çevirerek Cumhurbaşkanı seçilen Eroğlu’nun bağımlılığı azaltma hedefinin önemini vurgulamak yerine bu temel hedef doğrultusunda çalışan Maliye Bakanı Mungan’ı eleştirmesi manidardır. Tedavi zamanı gelmiştir. İcraatlarımızla statükoyu kökünden kazımalıyız.