1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Su ve Kültür
Su ve Kültür

Su ve Kültür

"Suyun, yaşamın ana kaynağı ve ayrılmaz bir parçası olmasından hareketle yapılan bu mini araştırmada, bu doğal kaynağın insan uygarlığının tüm yönlerine dokunduğu düşüncesiyle hareket edilmiştir."

A+A-

Nuran Öze
[email protected]

 

Bu çalışmayı, Mayıs 2019’un ikinci haftasında ülkemizde gerçekleştirilen İkinci Uluslararası Akdeniz Ülkeleri Su Sorunları Konferansı’nda sunmak üzere hazırlamıştım. Aslında daha çok teknik anlamda dünyadaki ve bilhassa Akdeniz bölgesindeki su problemlerini mühendislik ve çevre bilimleri açısından ele alan bu konferansa sosyal bilimler açısından bir perspektifle yaklaşımı amaçlamıştım. Bu amaçla yola çıktığımda, ilk önce su ve kültür hakkında ne gibi şeyler yazılıp çizildiğine bakmak oldu. 2003’te gerçekleşen 3. Dünya Su Forumu, su ve kültürel çeşitlilik başlığı altında, toplumsal varlık için suyun hayati rolü yanı sıra, kültürel yönden de büyük önem taşıdığına değinilmiş ve suyun kültürel yönü anlaşılmadan su problemleri hakkında sürdürülebilir çözümler bulmanın imkânsızlığı üzerinde durulmuştur. Paris’te 2002 yılında UNESCO tarafından düzenlenen Kültürel Çeşitlilik Deklerasyonu’nda ise su ve kültürün hayatın ayrılmaz elementleri olduğuna değinilmiştir. Kültürün, toplumun veya bir sosyal grubun sürekli gelişen, kendine özgü ruhsal, maddi, entelektüel ve duygusal özellikleri kümesi olarak kabul edilmesi gerektiği, sanat ve edebiyatın yanı sıra yaşam tarzlarını, birlikte yaşama yollarını, değer sistemlerini, gelenekleri ve inançları kapsadığı belirtilmiştir.

İnsanlık tarihi incelendiğinde hem tarımsal, hem endüstriyel gelişme, hem de topluma dâhil olan kültürel ve dini değerler sudan etkilenmiştir. Suya duyulan ihtiyaç ve talep, insanlık tarihi boyunca sağlık, toplum, ekonomik refah, kültürel önem ve gelişme için itici bir güç olmuştur. Suyun kullanılma ve değerlenme şekli, bir toplumun kültürel kimliğinin ayrılmaz bir parçasını oluşturur. Suyun, yaşamın ana kaynağı ve ayrılmaz bir parçası olmasından hareketle yapılan bu mini araştırmada, bu doğal kaynağın insan uygarlığının tüm yönlerine dokunduğu düşüncesiyle hareket edilmiştir. Bu çalışmada, su ve kültür arasındaki ilişkiyi açıklamak için algısal bir araştırma uygulanmıştır. Üniversitedeki lisans, yüksek lisans ve doktora öğrencilerime‘su ve kültür’ kavramlarını duydukları zaman akıllarına ilk ne geldiğini benimle paylaşmalarını istedim. Yirmi beş farklı görüş sonuçları bir araya getirdiğimde ortaya çıkan sonuçlar ilginçti. Farklı bireylerin, farklı algılara sahip olduğu, bu algısal zemin doğrultusunda kavramları duydukları zaman değişik değerlendirmeler yapmaları araştırma sonuçlarını renklendirmiştir. Yirmi beş kişiden alınan sonuçlar bir araya getirilip kategorize edildiğinde on iki farklı değerlendirme ortaya çıkmıştır.

Suyu İçmek

‘Su içmek’ eyleminden yola çıkan ilk değerlendirme, suyu nasıl içtiğimize odaklanmıştır. Suyu bardaktan mı, şişeden mi yoksa çeşmeden mi içiyoruz? Bu değerlendirme bir yandan da bizleri alıp çocukluğumuza götürüyor. Eskiden çeşmeye ağzımızı dayayarak içtiğimiz suyu, şu an Kuzey Kıbrıs’ın içinde olduğu altyapı olanaksızlıkları, temiz boru sistemi olmaması nedeniyle ve suyun içeriğinin tahlilden geçmesi gerekliliğiyle artık yapmak mümkün değil! Artık içeceğimiz suyu ya şebeke suyu yanı sıra satın alıyoruz, ya da evlerimize arıtma sistemleri kurma girişiminde bulunuyoruz. Şişe suyu kullanma alışkanlığı yine son yirmi yıla dayanan bir alışkanlık.


İnsanlığın Ortak Değeri Olarak Su

Araştırmaya katılan birkaç kişi insanlıkla ve su ile ilişkili nesnelerle ilişki kurdu. Su çeşmeleri, su değirmenleri, su kemerleri, su testilerinden bahsederek, geçmişten günümüze değin suya duyulan ihtiyacın hangi nesneler kullanılarak muhafaza edildiğini ve suyun geçtiği yerlerde insanların ondan yararlanmak için kurguladığı düzenekleri dile getirdi.

Su ve Üretkenlik

Suyun üretmek için çok önemli, dahası vazgeçilmez olduğu değinilen diğer bir konuydu. Bağlar, bahçeler, meyveler ve sebzelerin insanlık için önemi ve su olmazsa bunların hiçbirinin üretilemeyeceğinden bahsedildi.  İnsanların gerek doymak, gerekse başka insanların ihtiyaçlarını karşılamak üzere tarımsal üretimi su olmadan yapamayacaktır.

Su ve Uygarlık

En çok öne çıkan konulardan biri ise suyun uygarlık ile ilişkisiydi. Kimisinin aklına ilk uygarlığın başladığı yer olan Mezopotamya kimisinin aklına ilk uygarlık aktivitelerinin geliştiği Nil Nehri ve çevresi geldi. Hâlbuki hepsi aslında aynı şeye işaret etmekte; Mezopotamya nehirler arasında kalan ve birçok uygarlığa ev sahipliği yapmakla bilinen ilk uygarlığın geliştiği bölgedir.

Su ve Yaşam

Dünyanın dörtte üçünün su ile kaplı olmasının yanında kullanılabilir ve içilebilir su kaynaklarının giderek kirlenmesi, birçok bölgede temiz suya erişimin kısıtlı olması akla gelen diğer bir konuydu. Dünyanın ortalama %80’i su ile kaplıdır, bu suların %97’sini deniz ve okyanuslar oluşturmaktadır, %2’si ise donmuş su kütlelerinden oluşmaktadır. Dünyadaki suyun sadece %1’i içilebilir suniteliğindedir. Sürdürülebilir bir yaşam için su kaynaklarının korunması gerektiği aşikârdır. Temiz içme suyu erişimi olmayan bölgelerde gerekli altyapı kurulumlarının yapılması, acil dikkat çekilmesi gereken konular arasındadır. Kirli su kaynakları dolayısıyla yayılan salgın hastalıklar, sağlık örgütlerince sürekli gündeme getirilmekte ve konu hakkında politikalar geliştirilme çalışmaları yürütülmektedir.

Su ve İnsan Vücudu

Dünyanın ortalama %80’i, insan vücudunun ise ortalama  %70’i sudan oluşmaktadır. %94 ile en yüksek su oranı lenflerimizde bulunmaktadır. %86 ile karaciğer, %83 ile böbreklerimiz, kanımız ve kıkırdaklarımız vücudumuzda en yüksek su bulunan bölgelerimiz olarak sayılabilir. Genel kabullere göre bir insan ortalama üç hafta aç yaşayabilirken, üç gün susuz kaldığı takdirde organları iflas etmeye başlayacaktır. Suyun insan yaşamındaki önemini, hayatta kalabilmek için gerekliliğinden anlamak mümkündür.


İnsanlar Suya Aynı Amaçlar için İhtiyaç Duyarlar

Bir diğer düşünce ise insanların tümünün suya olan ihtiyacının aslında aynı amaçlar dolayısıyla olmasıydı. Hepimizin içmek, temizlik yapmak, kendimizi temizlemek, bir şeyler üretmek için suya ihtiyaç duyduğu ve bunun evrensel olduğuna değinildi. Dünyanın her yerinde çamaşır veya bulaşık yıkandığı bir gerçek, insanların temizlenmek için duş aldığı veya banyo yaptığı da, evini veya kaldığı yeri temizlemek için suya ihtiyaç duyduğu, meyve sebze yetiştirmek, etrafı yeşillendirmek için sulama zorunluluğu, dahası su içmeden yaşayamayacağı da...


Yaşam Kaynağı Olarak Su

Dünyadaki içme suyunun sadece %1 olduğuna değinilmişti. Tatlı su kaynakları olarak sayılabilecekler arasında göller, göletler, nehirler, dereler, kaynaklar, kuyular, rezervuarlar bulunmaktadır. Genellikle, yerleşimin, tarımsal üretimin ve hayvancılığın bu kaynakların çevresinde geliştiği görülmektedir.

Gelenek Olarak Gidenin Arkasından Su Dökmek

Geleneklerimiz arasında uzun yola gidecek olan sevdiğimiz birisinin ardından su dökmek vardı. Eskiye kıyasla bu geleneğin kaybolmaya yüz tuttuğunu söylemek mümkündür. Eskiden araç azlığı ve uzun mesafe yolculukların çok daha ender yapılıyor olması, uzun yola gidecek olanla ilgili daha büyük bir hassasiyet gösterilmesini de beraberinde getirmekteydi.  Gidenin ardından su dökmenin amacı, ‘su kuruyana kadar sağlıkla git ve dön’ dileğiydi. Gidecek olan kişinin, gitmesi ile birlikte doğacak boşluğun uzun sürmemesi temennisi ile dökülen bu su, yola çıkana değerli hissetmesini sağlayan ve aidiyet duygusunu pekiştiren bir ritüeldi.

Su ile ilgili Türk Atasözü

Türkçe atasözlerinden ‘su küçüğün, söz büyüğün’ su denince hemen akla gelenlerden oldu. Bu atasözünün “sus küçüğün, söz büyüğün” olduğunu iddia eden bir kesim de olduğunu belirtmeden geçmemek gerekiyor. Kamuoyu tarafından bilinen yani ‘su küçüğün, söz büyüğün’  şekliyle hareket edildiğinde, bu atasözü bir yandan çocukların korunmaya ihtiyacı olduğunu, diğer yandan büyüklere saygı duyulması gerektiğini anlatan bir atasözüdür. Suyun en doğal ihtiyaç olduğundan yola çıkarak büyüklerin çocukları korumak ve kollamakla mükellef olduğu ve çocuğun hayati ihtiyacı olan suyu sağlaması gerektiğini bildiren bu atasözü, küçüklerin ise her daim büyüklerine karşı saygılı olması gerekliliği telkinini vermektedir.

Su ve Venedik

Su denince, birçok kişinin aklına İtalya’nın Venedik şehri gelmekte. Yoldan çok daha fazla kanallarla kaplı olan sular altındaki bu şehirde yaşam su ile haramlanmış şekilde sürmekte. Geleneksel, tarihi gondollar genellikle aşkı çağrıştırsa da gondolların yanı sıra şehirdeki ulaşımın araba veya başka bir araç yerine küçük motorlu sandallarla sağlanıyor olması oradaki yaşamın bir parçası haline gelmiş durumda. Venedik’e giden ve su ile bu derece içiçe olmayan yerlerden giden kimselerin hayretle karşıladığı bu ortam, doğayla uyumun da bir göstergesi mahiyetinde. Şehir suya uyum sağlayarak yaşamı suyun içinde kurgulamış. Venedik’tedoğaya karşı değil, doğayla birlikte hareket etmekle harmoni yakalanabilmiş aslında. Kültürünün bir parçası olan bu durumdan fayda sağlamayı ve ülkesini, şehrini geleneksel gondolları, gondollarının üzerine serdiği klasik halıları, gondolcunun değişmez siyah beyaz yatay çizgili sweat-shirt'ü, hasır şapkasıyla sunmakta ve zihnimize kültürüyle kazınmayı başarmaktadır.


Uygarlaşma ve Doğal Afetler

Suyun doğanın bir parçası olduğu ve suyun bir şekilde kendi istediği yolu bulduğunu, su ile ilgili yaşanan her yeni bir doğal afette rağmen insanlık her nedense öğrenmemekte dirayet gösteriyor.  İnsanlığın gelişme adı altında kontrolsüz sanayileşme girişimleri, zararlı gazların doğaya salınımı, ozon tabakasında meydana gelen delinme ve büyümesi, bunun iklim değişikliği üzerindeki etkilerinden çok uzun yıllardır farklı kaynaklarca, başka sonuçlar bağlamında bahsedilmektedir. Buzulların eridiği bir gerçek. Bilim insanları sürekli buzullarda meydana gelen erimeler sonucu birçok yerleşim bölgesinin sular altında kalacağından bahsetmekte, yükselen sular ile birlikte deniz seviyesinde olan yerleşim yerlerinin sular altında kalacağı konusunda sürekli alarmlar vermekteler. İklim değişikliklerinin neden olduğu diğer bir doğal afet ise sürekli yaşanmaya başlayan seller, su baskınlarıdır. Geçen yıl ülkemizde yaşanan su baskınlarının iklim değişikliği mi, yoksa bir yıla mahsus yoğun yağış mı olduğu hakkında henüz net bir bilgimiz bulunmuyor.  NationalGeographic’in buzulların erimesi ile birlikte deniz seviyesinin %65 yükselmesi ve Kıbrıs’ın var olan topraklarının %22’sini kaybedeceğini yaptığı açıklamalar arasındadır. NationalGeographic’in öngörülerinin doğru çıkması durumunda Kıbrıs adası üç küçük adacığa dönüşecek ve bugün 65 metrenin altında kalan her yer sular altında kalacak.


Sürdürülebilir Yaşam için Harmoni

Dünyada hiçbir varlık doğaya insan kadar zarar vermemiştir. Hayvanlar âlemi doğa ile yaşam arasındaki harmoniyi sağlamakta usta iken, insan ise gelişme uğruna doğaya uyumun önemini maalesef unutmuş gibi hareket etmiştir ve etmeye ediyor. Uygarlıkların gelişmesinde, bugünlere gelinmesinde suyun en öbeğe yerleştiği her araştırmada önümüze çıkmakta. Dahası su olmadan yaşam olamayacağı ve %1 olarak sınırlı olan içilebilir su kaynaklarının da giderek çoğalan dünya nüfusuna yetmediği de açıktır. Sürdürülebilir bir yaşam için su kaynaklarının korunması, geliştirilmesi bir gerekliliktir. Toplumların ve kültürlerin önemli bir parçası olan su, herşeyden önemlisi doğanın bir parçasıdır. Kendisiyle uyumlu hareket edilmediği takdirde doğanın, sadece su ile değil, doğanın diğer elementleri ile birlikte gücünü gösterdiği ve insan karşısında her daim galip geldiği birçok örnekle karşımıza çıkmaktadır. Bizler son bir yıldır, farklı şekillerde Kuzey Kıbrıs’ta bu gücü derinden deneyimledik. Kuzey Kıbrıs’ta geçen kış ve yaz, su kaynaklı olan doğal afetlerde (sel ve dalgalı denizde) pırıl pırıl 8 yaşam yitirildi. İnsanlığın atabileceği en iyi adım, daha fazla zarar vermeden, doğa ile harmoni içinde yaşam sürdürme gerekliliğini anlamaktır. Suyun uygarlıkları var kılabildiği gibi, yok edebileceğini de hatırda tutmak önemlidir. Keşke su yataklarını parselleyerek, inşaat yapma kültürünü yok ederek, yerine, her yanı su ile çevrili ülkemizde su ile enerji üretmeyi bir kültür haline getirmeyi başarabilseydik.

 

 

 

 

Bu haber toplam 7832 defa okunmuştur
Gaile 467. Sayısı

Gaile 467. Sayısı