1. YAZARLAR

  2. Tayfun Çağra

  3. Suç bizimse bağırıp çağırmanın ne anlamı var!
Tayfun Çağra

Tayfun Çağra

Suç bizimse bağırıp çağırmanın ne anlamı var!

A+A-

Her gece elektrik kesintileri…

Hem de bu soğukların içinde…

Neden?

Nedenlerini biliyoruz; Uzun yıllardır elektrikte yatırım olmadı, iletim hatları yenilenmedi, kapasite bilerek! artırılmadı ve son olarak da kullanımın yoğun olduğu saatlerde kullanımın azalması için uygulanan tarife yeni/eski hükümet tarafından iptal edilince o yoğun saatlerde elektrik kesintileri artık kaçınılmaz oldu.

Vatandaş işinden eve gelir, elektriğe yüklenir ve o saatlerde elektrik adanın kuzeyinde gider.

Artık klasik oldu bu;

Elektriksiz akşam saatleri…

Dünya klasikleri arasına girebilecek bir edebiyat eseri çıkabilir bundan…

Yeni/eski hükümetin umurunda değil. Onlar bakanlık aldılar ya, atamalara başladılar ya, kara Mercedeslerin içine oturdular ya, vatandaş geçinebiliyor mu, evine ekmek götürebiliyor mu, üretici üretebiliyor mu, geliri giderini karşılayabiliyor mu, yatırımcı yatırım yapabiliyor mu, yatırımının karşılığını alabiliyor mu, esnaf dükkânını açabiliyor mu, açabiliyorsa kasasına üç-beş kuruş koyabiliyor mu!..

Bunlar o koltuklara oturanların hiç umurunda değil.

Parti içinde kavgalar ediyorlar, koltuklarını kapıyorlar, o koltuklara gelebilmek ve oralarda kalabilmek için yalakalık dahil her şeyi yapıyorlar…

Onlar için önemli olan tek şey oralarda olabilmek.

Sorunlara çözüm mü?

Hak getire!...

Hayatları içinde bir bakanlık, bir müdürlük alabildiler ya… Anıları arasına bunu katabildiler ya… Sorunlar çözülmüş, çözülmemiş hiç dertleri değil.

Peki bu durum onların suçu mu?

Hayır değil.

Suç bizim, yani oy verenlerin.

Onlar “beni seçin” dediler, “senin dertlerini çözerim” dediler, “kızına iş, oğluna kredi, eşine terfi” dediler, biz de verdik oyumuzu…

O zaman ne akaryakıt, ne elektrik zammı, ne de kesintisi… Ne işsizlik, ne üretimsizlik, ne asgari ücret, ne pahalılık, ne yokluk…

Suç onların değil ki!

Suç bizim.

 


Yapılamayan hesap…

 

Döviz yine başını aldı gidiyor…

Buna bizim yapabileceğimiz bir şey yok çünkü para bizim değil. Sadece kullanıyoruz.

“Bunu kullanacaksınız” dediler, biz de onu yapıyoruz.

Asgari ücreti artırmak, maaşlara zam yapmak bu sorunu çözemez.

Bir ülkenin kendi parası, Kıbrıs AB üyesi olmuşsa Euro’su, Merkez Bankası’nın kendi kararları, üretimi olmalı.

Barış olmalı ülkede, ticaretine sınırlama olmamalı, üretmeli, satmalı, maliyesine para akmalı…

Bizim Maliye’de maaşlardan kesilen vergiler, ruhsatlara, devlete ödenmesi gereken faturalara yapılan zamlarla para bulunmaya çalışılıyor.

Dövizin hareketlerine bağlı olarak sürekli gelen zamlarla dengelenmeye çalışılan ama bir türlü TL’nin kötü gidişinden dolayı dengelenemeyen giderler…

Kumarhane turizmi ve ticarete döndürülen üniversite sisteminden de belki para elde ederiz umudu var.

Aşırı yüklenen nüfus sanki hesaba katılmıyor gibi… Türkiye’den de biraz para geldiğinde “gönderiyoruz, besleniyorsunuz” oluyor. Oysa ki gönderilen paranın kimlere/nerelere harcandığı çok ortada… Artık kanıksadığımız ve göremediğimiz artarak değişen popülasyonun harcamalarını hesaplayamıyoruz.

Genelleme yapmak doğru değil belki. Elbette ki üretime katkısı olan büyük bir kitle var ama Türkiye’den kaçıp buralara gelen, ne iş yaptığı belli olmayan, boşta gezen, bunun için de yasa dışı işleri bir geçince kaynağı yapanlar da ne yazık ki az değil.

Devlet hastanelerinin, devlet okullarının durumu da ortada…

Maliyet hesabı yapılıyorsa, gelir gider derdi varsa, kasadaki iki kuruşun nerelere gittiği biliniyorsa devlet olmanın gerekliliğini yapmak gerekir.  

 

 

Bu yazı toplam 1140 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar