"Suna Atun'un Yayınlanmamış Mağusa Dosyası"
Samtay Vakfı'yle özdeşleşen bir isimdir Suna Atun. Kendisini birçok kez Tv programımız Söz ve Yazı'ya, ondan önce de Kum Saati'ne konuk almıştım kitaplarıyla Vakıf çalışmalarıyla ilgili. "Suna Atun'un Yayınlanmamış Mağusa Dosyası" kitabı, Vakfın koordinatörü ve yazarı Bülent Fevzioğlu tarafından yeniden gözden geçirilip kitap formatında yayına hazırlanmış. Unutmakta olduğumuz vefa'nın bir örneği niteliğinde. 7 Ekim 1892 tarihli Zaman Gazetesi'ndseki Mağusa'yla ilgili haberle başlayan bir yolculuk. Mirat- Zaman, Kıbrıs, Vatan, Birlik, Vakit, Söz, Halkın Sesi,Hür Söz, Ateş, Memleket, İstiklâl ve Bozkurt gazetelerimizde iz sürülmüş Mağusa adına.
Suna hanımın vefatından sonra Samtay Vakfı'nda bir duraklama dönemi yaşandı. Evet bu süreç içerisinde bazı kitaplar yine çok sık olmasa da yayınlanmıştır ama, eski hareketli dönemini düşündüğümüzde bir duraklamanın yaşandığını söyleyebiliriz. Bugün anladığım kadarıyla Vakıf o geçmiş üretimlerine ve dinamikliğine yeniden kavuşmak için projeler geliştirmektedir. Önce, Vakfın başkanı Sunat Atun'u dinliyorum Vakfın son durumu hakkında bilgi edinmek için.
Samtay Vakfı rahmetli annem Suna Atun'dan bize bir miras. Tabii ondan sonra da ben bu başkanlık görevini üstlendim. Ben annemin emanetçisiyim. Bu manada kendimi öyle görürüm. Bülent Fevzioğlu zaten Vakfın kuruluşunda o da çok büyük bir rôl almıştır. Gerçekten yadsınamaz büyük emekleri var. Tabii Samtay Vakfı esasında değerler üzerine kurulmuş bir Vakıftır. O zaman 2000 yılında bir takım değerler üzerine kuruldu ve bunlar rahmetli annemin geliştirdiği değerlerdi. Bunun da her zaman odağında "insan" olmuştur. Bu insan da tabii kendi tarihini kendi edebiyatını yani bir halkı halk yapan ana unsurlar kendi külürüdür. Kültür de nasıl olşur, kültürün oluşma yansımaları edebiyatıdır, geçmişteki tarihidir kökleridir, sosyal yaşantılar ekonomik yaşantılardır. Dolayısıyla annem tüm bunları biraraya topladı ve çalışmalarına bu yönde yapmaya büyük bir özem gösterdi.
Bunun beraberinde ileriye dönük hedefleri de vardı. Bu hedefleri arasında kütüphane kurulması okul yapılması, belki bir tarih edebiyat fakültesi olan bir üniversitenin oluşması vardı. Biz de bu hedefleri yürütmek için yola yeniden koyulduk. Elbette Suna Atun, yeri doldurulabilir bir insan değildir. O yüzden ben kendime emanetçiyiz diyorum. Onun adına yürütmeye çalışıyoruz düşüncelerini, projelerini ama annemin sahip olduğu enerjiyi o sevdalı çalışmayı ortaya koymak benim için çok zor. O birikime saihip olmak o bambaşka birşeydir.
Hem birikim hem de üretim açısından.... Vakfın kuruluşundan itibaren baktığımızda kısa sürede gerçekten belge-kaynak nitelik taşıyan yayınları okura ulaştırdığını görüyoruz. Bu da elbette bir enerjiyi ve bilgiyi gerektiriyordu.
O sevdayı da gerektiriyor aynı zamanda. Ondan sonra o amaçlara sahip olmayı gerektiriyor. Geceli gündüzlü araştırmaları vardı Suna Atun'un. Ben haftalarca Bülent Beyle beraber Girne'deki Milli Arşiv'e gidip geldiklerini hatırlıyorum. O eski gazeteleri taramaları hatta Osmanlıca yazılmış olan gazeteleri bile taramaları. Ondan sonra bir çok yerden annem çalışıp çabalayarak arşivler geliştirdi. O arşivleri taşıdı, gazete arşivleri oluşturdu ve geceli gündüzlü çalışmalar yaptı. Böylece birçok esere de imza atmış oldu kitap anlamında.
Bunları da yaparken sadece eserleri yayınlamakla derlemekle hazırlamakla kalmadı hazırlayan insanlara da vefa duydu. Onların kişiliğine şahsına vefa da duydu. Bunlar arasında özellikle bana tesir eden çünkü şahıs olarak kendisini tanıma fırsatım da oldu, Samet Mart rumuzuyla yazan Sacit Tekin bey vardı. Annemi ziyarete de gelmişti birkaç kez, kendisiyle ben de tanıştım ve bir insanın şahsını tanıdıktan sonra tabii duygularınız farklı bir şekilde filizleniyor. Annem hem bu insanların yayınlarını, 1950'lerin yayınları olarak makaleler, çalışmalar, orda unutulan bir yerdan alınıp çıkarıldı onunla beraber de rahmetli Sacit Tekin beyefendinin şahsı, anıları ve belki onun şahsı üzerinden gelişen olaylar bütün bunlar da günümüze taşınmış oldu. Yani vefa da ayrı bir özelliğiydi rahmetli annemin.
Kitabın içeriğiyle ilgili konularda dikkatini en çok çeken olaylardan biri nedir diye Bülent Fevzioğlu'na soruyorum. 1930'larda Mağusa için "Güneşi Batmış Kasaba"denilmekteydi bir yazıda. 1914 tarihli iki yazıda ise seyyah, Mağusa'nın meyhanelerinden bahsediyordu örneğin.
Ahlâki, yani ahlâki derken çok dikkatli kullanmam lâzım bu kelimeyi, çünkü yanlış anlaşılsın istemiyorum ama, o yıllarda korkunç şekilde meyhanaler varmış Mağusa'da. Tabii liman şehrinin olmasının da önemidir bu. Fakat gençlerin ciddi şekilde alkol bağımlısı oldukları yazılır '30'larda ve '40'larda. Ciddi bir endişe duyuyor haberi yazan.
Araya giriyor ve bu kitabın oluşturulma sürecini anlatmasını rica ediyorum...
Biz Suna hanımla Girne Milli Arşiv Araştırma Dairesi'ne haftada üç-dört gün gidip geldiğimiz oluyordu Mağusa'dan. Belli bir konu için gidiyorduk. Meselâ bugün şöyle bir kitap projemiz var ona odaklanalım. Fakat sen de biliyorsun ki sayfaları çevirirken başka bir haber ve çok samimiyetle söylüyorum, eski gazete koleksiyonlarına baktığımız zaman ciddi anlamda haberlerle oluşan gazetelerdi bunlar. Bugün artık günümüzde iki-üç sayfa adli olaylarla haber oluyor, içeriğinde makaslama diyebileceğimiz kesip saklayabileceğimiz, yarın, bir diğer gün, bir sonraki yıl kullanabileceğimiz bir malzemeye çok ulaşamıyoruz. Fakat biz eski gazete koleksiyonlarını tararken Suna hanım hep şunu yapıyordu. Diyelim ki Mağusayla ilgili müzik konusunda bir araştırma yapıyoruz onun malzemesi toplanırken başka bir konu dikkatini çekiyor başka bir dosya açılıyordu. Derdi ki bana bak bu var bu konuda kitap yapabilir miyiz diyerekten o hemen not alınır fotoğrafı çekilir ve ayrı bir dosyaya konulur.
Bu kitap Suna hanımın başka bir kitap üzerinde çalışırken oluşturmaya başladığı yeni bir kitap projesiydi ve ilk aklında olan başlarken "Basın Yazılarımızda Mağusa" dosyası idi. Diyordu ki bu bilgileri toparladığımda "Basın Yazılarımızda Mağusa Dosyası" olacak bu kitap. Tabii bu mümkün olmadı yaşamı sürecinde. Daha sonra Sunat beyle de görüşüp bunlar yeniden ele alınıp düzenlendiğinde o isim haklı olarak kendi ismine dönüştü. "Suna Atun'ın Yayınlanmamış Mağusa Dosyası". Yani ömrü vefa etseydi zaten belki çok daha kapsamlı daha geniş yayınlayacaktı ama şunun altını özellikle çizmek istiyorum:
Yaşam dediğimiz bu yolculukta İki tür gidiş vardır: Bir; ölür gider, iki; bedensel olarak aramızdan ayrılır. Bedensel olarak ayrılanlar ayrıldıklarından sonraki yıllarda da işte böyle anılarak, konuşularak yazılarak yaşayanlardır. Onlar ölmez. Ölenler, anılmayanlardır.