1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Sunay Akın; “Ben hep insanı aradım”
Sunay Akın;  “Ben hep insanı aradım”

Sunay Akın; “Ben hep insanı aradım”

“On tane yazarı, araştırmacıyı aynı kütüphanenin içine bırakalım. Her birinin yazacağı öykü, hikâye farklı olur. Neden? Kitaplar aynı kütüphane, raflardaki kitaplar, kaynaklar aynı ama hiçbiri birbirine benzemez..."

A+A-

simge-003.jpg

Sunay Akın kuşkusuz Türkiye’nin önde gelen şair, yazar, gazeteci ve araştırmacılarından birisi… Türkiye’nin oyuncak müzelerinin kurucusu, tek kişilik gösterileriyle iyi de bir tiyatro oyuncusu… Bütün bu meziyetlerine rağmen, kendini sade bir okuryazar olarak tanımlasa da tüm bunlardan çok daha fazlası... Yazarlığı yanında, İstanbul Oyuncak Müzesi’nin detaylarına ilişkin gerçekleştirdiğimiz samimi sohbetin sonunda, kendisiyle görüşmek için gösterdiğim tüm çabaya değdiğini anlıyorum. Engin bilgisi ve mütevazı kişiliğiyle beni çok etkileyen sanatçı, hala Türkiye’nin aydınlık yüzü olmaya, ışığıyla bizleri de aydınlatmaya devam ediyor.

“HAYATI VAR EDENİN HEP İNSAN OLDUĞUNA İNANDIM”

Bir hikaye anlatıcısı Sunay Akın… Hem tek kişilik oyunlarıyla, hem de kitaplarıyla yılardır bizlere değişik hikâyeler anlatıyor. Anlattığı her bir hikâye özünde gerçek, kaynağı ise yine kendi içinde saklı… Peki, ama hangi izleri takip ediyor da bilmediğimiz bunca hikâyeyi gün yüzüne çıkarıyor. İnsan biraz kıskanıyor.     

“Şöyle düşünelim. On tane yazarı, araştırmacıyı aynı kütüphanenin içine bırakalım. Her birinin yazacağı öykü, hikâye farklı olur. Neden? Kitaplar aynı kütüphane, raflardaki kitaplar, kaynaklar aynı ama hiçbiri birbirine benzemez. Demek ki mesele kimin ne aradığıyla ilgili… Ben hep insanı aradım. Ben siyaseti, gücü iktidarı aramadım. Ben hayatın var edenin hep insan olduğuna inandım. Benim için tarih dün değildir. Benim için tarih dün de değildir bugün de değildir. Benim için tarih yarındır. Yarınımızı daha mutlu, daha güzel, daha aydınlık yapacak ışığı aradım. Bu yüzden pek çok konuda pek çok arkadaş yazıyor, ben de yazıyorum ama benim yazdıklarım biraz daha farklı çıkıyorsa nedeni bu olsa gerek. Çünkü bir ışık vardır yüz yıllardır elden ele taşınır. Bu insanı insan yapan ışıktır. Ben o ışığı geleceğe taşımak için o kütüphanedeki kitapları okudum. O kitapları karıştırdım, amacım o ışığı daha geleceğe taşıyabilmek, karanlığa taşıyabilmek. Karanlığa mahkum olan insanı ışıkla buluşturabilmek. Önemli olan da ışığı taşıyan el değil. Ben değilim. Işığı taşıyanın kendisidir. Çünkü o ışık benim değildir. Ben sadece o ışığı taşıyan biriyim.”

ss1-002.jpg

“BEN GEZERKEN KİTAP OKUYAN BİR İNSANIM”

Neredeyse tüm röportajlarında anlatıyor sanatçı, küçükken dünyayı cebinde taşıdığını. Terzi olan babasından aldığı renkli kumaş parçalarını bir araya getirip, her birinin farklı bir ülke olduğunu hayal ettiğini… Yetişkinliğiyle birlikte tüm dünyayı gezmeyi aklına koyan, yazdıkça kendine dünyanın kapılarını aralayan sanatçı, yüzyıllardır tartışılan ama cevabı olmayan bir soruya benim için cevap buluyor. Çok gezen mi bilir çok okuyan mı sorumdan çok keyif alıyor…    

“Dünyanın kendisi büyük bir kitap onu okumamız gerekiyor. Onu gezerek okuyabilirsiniz ancak. Ama ben gittiğim ülkelerde, şehirlerde hep müzelerde, kütüphanelerde, sahaflarda, antikacılarda gezdim. Bütün bu yolculukları yaparken de hep kitap okudum. Çok güzel söyledin çok gezen mi bilir çok okuyan mı bilir. Ben gezerken kitap okuyan bir insanım. Ya da kitaba ulaşmak için gezen bir insanım. Müzelerdeki bilgilere ulaşmak için gezen bir insanım. Ben hep bu gezilerde hem okumak için yanıma kitap alan hem de gittiğim yerlerde kitaplar alıp bavulumda kitaplarla döndüm. Ben bir okur-yazarım, başka bir şey değilim. Hayatı hep bir kitabın içinde, bir kitap kurdu gibi yaşadım. Gittiğim kentlerde orada, o kentte yaşamış olan önemli sanatçıları ya da bilim insanlarının evlerini araştırdım. Onların heykellerini ziyaret ettim, mezarlıklarına gittim. Ben mezarlık geziyorum. Mezarlarına kadar gidip teşekkür ediyorum.  Mesela Pere Lachaise Mezarlığı’nda George Melies, sinemayı sinema yapan adamın mezarını buldum. Ona teşekkür ettim. Benim çocukluğumda böyle plastik bir kutu vardı, küçük bir merceği vardı filmlerden atılan o tek kareleri içine koyardık, güneşe tutardık ve tek film karesine bakardık. O oyuncaklardan bir tane aldım gittim Melies’in mezarlığına bıraktım. Teşekkür ederim sana Miller dedim. Hayatıma kattığın bu güzellik için. Kısaca gezerken kitap okumak olandır esas gereklilik.”

ss2-001.jpg

“BİR TOPLUMUN DÜŞLERİNİ İŞGAL EDEMEZSİNİZ”

Yaklaşık beş yıl önce ziyaret etmiştim İstanbul Oyuncak Müzesi’ni… Sunay Akın’la röportaj yapmayı, müzenin hikâyesini ondan dinlemeyi düşlemiştim. Sohbet etme imkânı bulmuşken yıllar evvel aklıma takılan bu sorunun cevabını kendisinden dinliyorum. İki yüzyıl öncesine ait bile oyuncakların bulunduğu bu müze, İstanbul Anadolu yakasında babadan kalan bir köşkte 2005 yılından bu yana topluma hizmet etmekte…

“Bir toplumun düşlerinin kalesi oyuncak müzeleridir. Yaklaşık otuz yıl öncesine kadar ben de oyuncak müzelerinden haberdar değildim. Almanya’nın Nürnberg kentine davetli olarak gittiğimde orada bir oyuncak müzesi olduğunu duydum, gittim gezdim. Çok ama çok etkilendim. Bir toplumun düşlerini işgal edemezsiniz, ellerinden alamazsınız ve çocukluk şöyle hayatın ilk yılları demek değil, hayatın en güzel anıdır ve insan aslında hep çocuktur. Hepimizin içinde bir çocuk var denir ya hayır içimizde değil bizzat kendimiz çocuğuzdur. İşte bu müzelerde de çocuklar anne ve babalarının çocukluklarıyla tanışıp arkadaş oluyor. Ben ilk kez gördüğüm bu oyuncak müzesinden çok etkilenmiştim ve bir gün Türkiye’ye de böyle bir müze açacağım demiştim. ”

ss3.jpg

“OYUNCAK MÜZELERİ ASLINDA UYGARLIĞIN TARİHİNİ ANLATIR”

Sunay Akın’nın İstanbul’a açtığı Oyuncak Müzesi bir ilk oldu ama ilk olarak kalmadı. Antalya, Gaziantep ve Samsun’a da açtı. Hem oyuncak müzelerini hem de koleksiyonlarını günden güne çoğalttı. Çeşitlendirdi, renklendirdi.

“Müzeler toplumların hafızasıdır. Oyuncak müzeleri de geleceği var eden çocukların hayalleri olduğunu anlatır. Çocuğun önüne bir oyuncak diye koyduğumuz aslında insanlığın geleceği olmuştur her zaman. Çocukların bize ihtiyacı yok ama bizim onların hayallerine ihtiyacımız var. Oyuncak müzesinden içeriye giren bir yetişkin çocuğunu elinden tutup müzeye girerken sanıyor ki o çocuğu müzeye getirdi. Oysa o yetişkin oyuncak müzesinde kendi çocukluğuyla bir kez daha karşılaşıyor. Ayrılırken de bir elinde çocuğunu öteki elinde de kendi çocukluğunu tutuyor. Ancak oyuncak müzeleri insana bu duyguyu verir. Ancak bir oyuncak müzesi insana bu duyguyu, bu duyarlılığı sunabilir. Oyuncak müzeleri aslında uygarlığın tarihini anlatır. Hiçbir müze, uygarlığı oyuncak müzesi kadar anlatamaz. Oyuncak müzelerinde mimariden savaşlara, uzayın fethinden modaya kadar pek çok tarih gizlidir. Her kentte bir oyuncak müzesi olmalıdır. Çünkü bugün gelişmiş ülkelerin bütün şehirlerinde oyuncak müzeleri var. Müze demek sadece eski eserleri sergileyen mekânlar demek değildir. Müzeler çağdaş anlamıyla kültür merkezidirler. Atölyeleri vardır, gösteri salonları vardır, yayınları vardır. Toplumu aydınlatır. Biz de İstanbul Oyuncak Müzesi’nde sadece sergilediğimiz eserlerle değil, bu tür etkinliklerle de bu birikimin ışığını topluma vermeye çalışıyoruz. Ama artık oyuncak müzeleri kurmak çok zor bence çünkü oyuncak kalmadı. Çünkü bu oyuncaklar mağazadan satın alabileceğiniz şeyler değil. Bunları koleksiyonerler evlerinde saklıyor. Tutuyor. Belli bir zaman gelir bu insanlar o oyuncakları satar. Elbette neden sattığını sormazsın, özel bir nedeni vardır. İyi de yıllarca çocuğu gibi evlerinde sakladığı, baktığı bu oyuncakları neden sana versin. Kızlarını istemeye gider gibi gittim aldım ben o oyuncakları. Fakat artık oyuncak kalmadı biliyor musun? Gerçek anlamda, tam anlamıyla her oyuncak da müze değeri taşımaz çünkü. Nasıl ki bir resim müzesine Bedri Rahmi Eyüpoğlu, Picasso Van Gogh, Süleyman Saim Tekcan, Nuri İyem, Mone gerekiyorsa oyuncak müzesine de aynı değerde olan ilk kurulan oyuncak müzelerinin eserleri konur. Ama bunlar artık bitti. Oyuncak müzelerinin ilki 1971 yılında Almanya’da Nürnberg’de kuruldu. Bugün dünyada bini aşkın oyuncak müzesi var. İnsanlık son elli yılda şunu gördü bir tarihi her türlü objeyle anlatabiliriz. Ama artık oyuncak yok. Oyuncakları topladılar. Kalmadı. Ben sürekli yeni oyuncaklar peşindeyim. Şimdi öyle koleksiyonerlerle yıllardır temas haindeyim ki henüz onların oyuncaklarıyla vedalaşma vakti gelmedi ama bekliyorum ki o oyuncağı bir şekilde satmaya ihtiyaç duyduğu anda beni arasın. Yüzlerce talibi var ama beni arasın diye onlarla dostluk, arkadaşlık bağı kuruyorum. Diyorum ya; kızını verir gibi verecek bir gün onu bana. Ben de o oyuncağı ülkeme kazandıracağım.”

“YENİ KİTAPTA KALECİLERİ ANLATIYORUM”

Son olarak Hayal Kahramanları kitabını kaleme almıştı Sunay Akın. Çok keyifli bir kitaptı ama üzerinden çok zaman geçti. Ben onu okumayı özledim.

“Şimdi öyle bir kitap yazıyorum ki, diğer tüm kitapları geçecek. Ben zaten kendimle yarışıyorum. Kitap hazır. Ama biraz daha dursun bende diyorum. Ama bu sonbaharda çıkaracağım kitabı. Bu kez kalecileri anlatıyorum. Ama bu bir futbol kitabı olmayacak. Öyle öyküler var ki içinde. O kadar şaşıracaksınız ki…”               

 

 

 

 

 

 

Bu haber toplam 6981 defa okunmuştur
Adres Kıbrıs 362 Sayısı

Adres Kıbrıs 362 Sayısı