SUNUŞ*
Her şey korkunç bir hızla başkalaşıyor. Binlerce yılın elemeği göz nuruyla örülmüş hayat kazağımızın ipi kaçmış; birileri çekiştirdikçe çözülüyor... Çözülen iplerle başımıza çorap örüyor başkaları...
Artık hiçbir şeyi tanıyamıyoruz; belleğimizi ve algılarımızı yitirmiş ruhlar gibi serserice dolaşıyoruz yabancı sokaklarda... Kimsenin aynaya bakacak cesareti kalmamış; aynada göreceklerini tanıyamayacağı korkusu sinsi bir virüs gibi yerleşmiş beyinlere...
Lağımlar içinde hamurlaşan karton atıklarla yoğrulmuş bu sokakları; çirkin renkler ve siluetlerle her geçen gün biraz daha insansızlaşan, yabancılaşan bu şehri ve o ağır kokuyu tanımak olası değil... Kimliği ve yaşanılan tarih hakkında ipucu verme yeteneğini yitirmiş duvar taşları, kirli yüzlerinin ardına saklanmış korku içinde titreştikçe; geçirilmiş depremin henüz bitmediğini haykırıyorlar, yitirilmiş dişleri arasından çıkan ıslıksı yakınmalarla...
Yıkılan cumbalar altında inleyen tarih, kendini doğrul(a)tmak için boşuna çırpınıyor, çaresizliğinde...
Her geçen gün biraz daha azalıyor tanıdık siluetler ve sesler... Akşam güneşinin bulutlu ufku, kızıl/turuncu rengini yitirmiş; kokuşmuş balık gözleri kadar mat ve ışıksız geceler hakim kapı eşiklerine…
Kendine kilitlenmiş kapıların kepenkleri, çöplüğe dönmüş iç bahçelerinden; kuruyan nilüfer saplarıyla kendini asan turuncu balıkların sorgulayan gözlerinden; kerpiç duvarlardan uzattıkça kırılan dallarına ve her Şubat’ta aldatılmasına karşın çiçeklenen badem ağaçlarından; beli bükülmüş hurmalarından utanan evlerin yüzüne kapanan çıplak avuçlar kadar savunmasız…
Eski plaklardan meydana salınan vandal müziğin bitmeyen nakaratıyla avunanların ayak oyunları, köşeleri daha kolay dönebilsin diye, her gün yeni bir “GİRİLMEZ!..” levhası asıldıkça fark ediyoruz, yaşam yollarımızın da KAPATILDIĞI’nı…
Aynı dili konuştuğumuzu sandığımız insanları anlamakta güçlük çekiyoruz... Gazetelerin yazdıklarını, TV’leri, politik söylevleri algılamak olası değil...
Başlangıçta söz vardı !
Neyin başlangıcında vardı söz?.. Dünyanın oluşumunun mu; yoksa insanın ortaya çıkmasının mı?.. Kuşkusuz her ikisinde de değil... Yaklaşık bir milyon yıllık geçmişi olan insanın, evrimleşme sürecinin çok sonralarına rastlar SÖZ’ün (sesin değil) ortaya çıkması.
Sözün ortaya çıkmasından uzunca bir süre sonra da DİL çıkar ortaya… İnsanların düşünce alışverişlerini ve iletişimini sağlayan dil, insanoğlunun gelişiminin; daha insan olmasının başlangıcıdır aslında.
İnsanoğlu, biriktirdiği deneyimi, mağara resimleriyle, jest ve mimiklerle aktarmaktan, sözle aktarmaya taşıdığı gün toplumsal ilerlemeyi de başlatmıştır.
O günden bu yana, sözün gerçek anlamlarını yitirip yabancılaştığı toplumlarda, gelişim de yerini yok olma sürecine terk etmiştir ...
Ve biz şimdi o süreci yaşıyoruz...
Kaydıkça büyüyen bir çığ gibi, her geçen gün büyüyor yıkım... Değerler yıkılıyor; göçük altında kalan insan fosillerinden insan olmayan yeni yaratıklar çıkıyor ortaya... Kendi soyunu inkar eden; düşünsel ve genetik yapısıyla insana yabancı bataklık zombileri.
• Ocak 1996 tarihli bu yazı, REFERANDUM/Yeni Sözlük isimli kitabımın “sunuş” yazısıdır… Yazının yazıldığı günlerden bu yana neredeyse 20 yıl geçti… “O günden bu güne ne değişti?” diye düşünürken; son paragrafın, dünyamızda yaşanan vahşeti anlatmak için, artık yetersiz kaldığını görüyorum, ürpererek… O bataklık zombileri, bölgemizi, ORTAÇAĞın karanlık; kanlı vahşetine sürüklüyor hızla… İşin daha da kötüsü, ÇÜŞ(çok ülkeli şirketler) bölgemizdeki çıkarları uğruna yarattıkları bu canavarı halen besliyor olmaları… Bir de “sınırsız iktidar uğruna” bu zombilere göz yumanlar var ki; onların adını yazarak, kirletmek istemiyorum köşemi…