Sürdürülebilir siyaset ve güldürebilir siyaset!
Askerliğimin son günleriydi…
Yeşilırmak – Yedidalga yolunu kesiyoruz…
Birileri de ters yönden Yedidalga – Yeşilırmak yolunu kesiyor…
Ne olduğu, ne yapılacağı bize söylenmiyor…
Sadece bir ara, “güüüm, güüüm” diye sanki patlama sesi işitiyoruz…
Bir süre sonra, “yolu açın” diyorlar…
Açıyoruz…
Ve gerçekten kimse ne olduğunu bilmiyor…
Görev neyse, yapıyoruz, bölüğe geri dönüyoruz…
-*-*-
Ne için yolun kapatıldığını sonra çözüyoruz…
Meğer, Yeşilırmak – Yedidalga yolu üzerinde, Vuni tepesinin dibinde, eskilerin Mersinaci diye adlandırdığı ama yer yüzünden silinmiş eski bir yerleşim biriminin olduğu yerde, bir küçük “dini mekan” yerle bir edilmiş…
Önce havaya uçurulmuş, sonra dozerlerle toprağa gömülmüş…
Kim tarafından?
Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı tarafından ve bizzat dönemin komutanının da emriyle.
-*-*-
Neydi bu dini mekan?
Bize orasını hep “Muskos’un mezarı” diye anlatmışlardı…
-*-*-
Peki Muskos kimdi?
Charalambos Mouskos…
Baf’ın Panayia köyünde 1932’de doğdu. Başpiskopos’un yeğeniydi.
EOKA’ya katıldı.
İlk ve orta eğitiminden sonra Yunanistan’da “daktilo yazma” eğitimi almıştı ve görevi, propaganda broşürleri hazırlamaktı.
Aynı zamanda EOKA’ya bağlı bir çetenin de üyelerindendi.
-*-*-
15 Aralık 1955’te, Mersinaci’de, bağlı olduğu dört kişilik çete, bir İngiliz komutana pusu kurdu.
Komutanın şoförü öldürüldü.
Komutan, anlatılanlara göre “ölü numarası” yaptı.
Tecrübesiz EOKA’cılar otomobiline yaklaştığı anda da silahını doğrulttu ve tetiğe bastı.
Charalambos Mouskos, bir çatışmada ölen ilk EOKA’cı oldu ve öldürüldüğü yere küçük kilisecik yapıldı.
Öteki üç EOKA’cı ölmedi. İçlerinden birinin ağır yaralandığı, sonra kurtulduğu ve bu kişinin de Lefkeli Markos Dragos olduğu anlatılır.
-*-*-
Yıktık o kiliseciği!
O gün yolu kapatmamızın sebebi, on beş dakikada bu küçük dini şapelciğin yerle bir edilmesiydi…
-*-*-
1974 sonrası, sadece kendi yaşadığım bölgede, henüz yeni yapılmış kiliseler vardı…
Mesela Prastyo (Aydınköy) Kilisesi; camiye çevirdik…
Gadagopya (Zümrütköy) Kilisesi; o da cami oldu…
Bostancı’da, Yeşilyurt’ta hala kiliseler camidir…
-*-*-
KTFD ve daha sonra KKTC yönetimleri, onca kilise ve benzeri mekanın yerle bir olmasına seyirci kaldı.
Bundan da kötüsü, çok sayıda kilise, hayvan barınağına çevrildi, kimse ses çıkarmadı.
Hatta silah ve mühimmat deposu yapılanlar vardı.
Ve tüm kiliseler, dibine kadar soyuldu.
Çalınan ikonlar, Almanya’da, Amerika’da ve son olarak Japonya’da bulundu, Kıbrıs Cumhuriyeti’ne iade edildi.
-*-*-
Larnaka’da geçtiğimiz gün camiye yanıcı madde atıldı…
Kimin attığı, kimin yaptığı önemli değil…
Önemli olan, herkesin, her dini mekana saygılı olmasıdır…
-*-*-
Zaman zaman Güney’de kalan camilere bazı “boyalı” saldırılar da olur…
Ve kınanır…
Ve eleştirilir de, “Rum Yönetimi failleri bulmalı” diye…
-*-*-
Meselenin mutlaka “siyasi” yorumu da yapılmalıdır.
Larnaka’daki camiye geçen gün yapılan saldırıyı, “Kıbrıs Cumhuriyeti Devleti kasıtlı yaptı” havasını yaratarak saldırıya geçmek, tehditler savurmak, “bedelini ödeyeceksiniz” demek; “güçlü bir siyasi duruş sergilemek” değildir.
Tam tersine, ciddi bir acizlik ve ondan da öteye çaresizlik göstergesidir.
-*-*-
Camiye saldırıyı sanki Nikos Anastasiadis bizzat kendisi yapmış gibi bir atmosfer hazırlayıp, bunun üzerinden kahraman kesilmek, bir siyasetçinin düşebileceği en aşağı pozisyonlar arasındadır.
Çaresizlik belirtisidir.
-*-*-
Kıbrıs Cumhuriyeti’nin münhasır ekonomik bölgesinde kazıya hazırlanan Katar ve Amerikan ortaklığı söz konusuyken, aynı Katar’a, “kotor” yani “para” için ziyaret gerçekleştirmek de ayrı bir “zayıf dış politika” göstergesidir…
-*-*-
Hatta örnekleri çoktur; Fransız şirketi Total de Kıbrıs Cumhuriyeti münhasır ekonomik bölgesinde doğal gaz ve petrol kuyusu açmaya hazırlanırken, Türkiye Milli Basketbol takımı ile sponsorluk anlaşması imzalaması da benzer siyasetin, “gandır çocuğu da taksim istesin” duruşundan başka bir şey değildir.
-*-*-
Üzgünüm ama Türkiye’nin mevcut ekonomik görüntüsü, TL’nin mevcut ekonomik gücü ile bölgede “aslan kesilmeyi de içeren” dış siyaset, sürdürülebilir bir siyaset değil, sadece güldürebilir bir siyasettir.
-*-*-
Sonuç: Kıbrıs özelinde bir saptama yapacak olursak; Türkiye ile Ersin Tatar ve saz arkadaşlarının şu anda Kıbrıs üzerinden sürdürdükleri siyaset, güldürebilirdir ama sürdürülebilir değildir.
Yargı – vicdan ve saygınlık
Hukukta vicdan bence çok önemlidir…
Ama “bence” olmasının ötesinde adaletin vatandaşa eşit bir şekilde ulaşması, yargının bağımsızlığı, tüm ülke ve demokrasi için olmazsa olmazdır…
-*-*-
A kişisi darptan tutuklanıyor…
Kim olduğu hiç önemli değil…
Ülkenin en bilinen insanlarından biri de olabilir, en sade vatandaş da…
B kişisi ise silahla birini yaralamaktan hatta öldürmeye teşebbüsten tutuklanıyor…
-*-*-
Elbette yargının, iki farklı olayı, çeşitli olguları da ele alıp değerlendireceği bir durum söz konusudur…
Ama, eğer darp eden kişiye diyelim ki siddin sene tutuklu yargılama; B kişisine ise şu kadar bin TL teminatla tutuksuz yargılama verirseniz, “vicdan” sıkıntısı yaşanmaz mı?
Nasıl olabilir?
Birinde darp iddiası söz konusu; ötekinde silahla yaralama, hatta öldürmeye teşebbüs iddiası!
-*-*-
Vicdan bir yana; B kişisinin tutuksuz yargılanması teminat ya da kefalete bağlanıyor ama A kişisi bağlanmıyorsa; vatandaşın “bu işte bir iş var” şüphesi ortaya çıkıyor ve yargıya olan güven haliyle sarsılıyor!
-*-*-
Bu yazıda isim vermediğim ve A – B diye tanımladığım kişiler çocukluğumdan beri tanıdığım ve çok sevdiğim kişilerdir…
Kim oldukları önemli değildir.
-*-*-
Önemli olan, “birileri yargıya müdahale ediyor mu?” sorusuna, yargıyı yönetenlerin “kesinlikle hayır, öyle şey olmaz” yanıtını verebilmesi ve ondan da öteye, vatandaşın yargıya karşı saygısını yitirmemesidir…
Bu fıkradaki karakterler gibi olacaksanız seçime girmeyin!
Fıkra bu ya…
Gülmek için anlatılır…
Sadece gülün…
Sakın odur, budur diye uğraşmayın hatta belki bir miktar “başlıktaki gibi” bir mesaj çıkarır ve bu fıkradaki karakterlerden uzak olursunuz…
-*-*-
Neyse; Türkiye’deki yönetim, KKTC’de yürütmenin başına birini seçmek için yarışma düzenlemiş…
Artık boşuna seçim yapılmıyor; yarışmayla bu iş çözülüyormuş…
-*-*-
Hemen bozulmayın canım, fıkra dedik ya!
-*-*-
Yarışmada jüri başkanı Recep Tayyip Erdoğan tabii ki; her şeye o karar veriyor ya…
-*-*-
Adaylar mülakata çağrılmış; Tayyip bey ilk adaya sormuş; “Sen dalkavuk musun?”
İlk aday, “Evet efendim” demiş.
Tayyip bey, “Hiç de dalkavuğa benzemiyorsun?” diye eklemiş…
Bizim ilk aday, “Olur mu efendim?” deyip referanslarını sıralamış. Tayyip bey biraz düşünüp ona yol vermiş…
-*-*-
Bu şekilde üç – beş aday da elenmiş, gönderilmiş ve son olarak bir aday huzura alınmış:
“Sen dalkavuk musun?” demiş Tayyip bey.
Aday yanıtlamış, “Dalkavuğum efendim”…
Tayyip bey, “Hiç de dalkavuğa benzemiyorsun” diye yorum yapmış.
“Haklısınız efendim; pek dalkavuğa benzemem” demiş aday…
“Tayyip bey, “Yok yok, sanki biraz benziyorsun?” diye yüklenmiş…
Bizim aday, “Evet efendim, biraz benzerim” diye yanıt vermiş.
Tayyip bey, “Geri kalanlarla görüşmeye gerek yok. Ben dalkavuğumu buldum” demiş!