“Sürdürülebilirliği tehdit eden uygulamalara imza atıyorlar”
CTP Milletvekili, Tarım ve Doğal Kaynaklar eski Bakanı Erkut Şahali, tüketicinin satın alınabilir fiyatla et ve süt ürünlerine ulaşabilmesinin, hayvancının da üretimini geliştirerek sürdürmesinin hedeflenmesi gerektiğini söyledi.
Ödül AŞIK ÜLKER
CTP Milletvekili, Tarım ve Doğal Kaynaklar eski Bakanı Erkut Şahali, tüketicinin, satın alınabilir fiyatla et ve süt ürünlerine ulaşabilmesinin, hayvancının da üretimini geliştirerek sürdürmesinin hedeflenmesi gerektiğini söyledi.
“Sürdürülebilir tarım politikalarını hedeflerken, sürdürülebilirliği tehdit eden uygulamalara imza atıyorlar” diyen Şahali, hayvancılıkta sürdürülebilirliğin birinci koşulunun girdinin uygun maliyetle sağlanması olduğunu belirtti.
Şahali, “Hayvancının muhatabı sadece satın alma kabiliyeti yüksek olanlar değildir, tüm toplumdur. Hepimiz, en zenginimizden, en dar gelirlimize kadar, et ve süt ürünlerine erişebilelim diye o insanlar üretiyorlar. Ama fiyatlar, sabit ve dar gelirlilerin, et ve süt ürünlerine erişimini giderek imkansız hale getirmektedir. Devletin odaklanması gereken yer orasıdır. Bu bağlamda ithalat bir çare olacaksa, bu, aynı zamanda hayvancının üretim kapasitesinde daralmaya yol açmamalıdır” diye konuştu.
“Hükümet yanlış yerden başladı”
Soru: Hayvancılar 10 gün sokaktaydı, eylem yaptı, doz zaman zaman yükseldi. Konu bu aşamaya nasıl geldi?
Şahali: Yüksek doz hedeflendi ama bana göre hedef tutmadı. Bir miktar şiddet gösterisi dışında, aslında yükselen bir tansiyon yoktu, hayvancılar söylemleriyle toplumu etkilemiş durumda da değildi.
Bizim onlarla yaşadığımız benzer bir münasebette, çok somut bir durum vardı, arpa fiyatlarında marjinal bir artış yapmıştık, yapmak zorundaydık. O artışı o gün yapmamış olsaydık, bugün yem piyasasında çok daha farklı koşullar oluşacak ve devlet bu piyasadan tamamen kopmuş olacaktı. Ama özünde, hayvancının maliyetlerine astronomik artış getiren karar karşısında hayvancılar bir eylem yapmışlardı. Ben radikal bir karar almıştım, onlar da radikal bir tepki göstermişlerdi. O eylemin sonucunda, sektörde dinamikler yeniden şekillenmiş oldu, küçükbaş hayvancıyı gözetecek bir hibe programı yürürlüğe kondu, ki hayvan başına 80 kilo hibe arpa, tarihte görülmemiş bir destekti. Devlet nakit çıkışı yaparak hayvanın maliyetini aşağıya çekmek, ama öte yandan da sektörün randımanlı çalışmasını sağlayabilecek yeni mekanizma oluşturmak gibi bir noktaya gelebilmişti. Bu sefer neden bu noktaya gelindi? Aslında et konusunda, narh uygulamasına karar vermiş olmak, sorunun çözülebilmesi için ilk adımdı. Ama hükümet yanlış yerden başladı. Satış fiyatına etki edecek unsurların tamamını, piyasa koşullarına teslim etmek ve nihai fiyat üzerinden narh uygulamak anlamsızlığın dik alasıydı. Günün sonunda sistem çalışmadı, zaten çalışması mümkün değildi. Hayvancının maliyetleri değişkense, elbette kasabın fiyatı da ona bağlı olarak değişecekti. Dolayısıyla sorunu hayvancıda çözüp, kasabı hayvancıya tabi kılmak gerekirdi. Halbuki narh ile kasap karara tabi kılındı gibi davranıldı, fiyat desteği de verildi ama bunun biz tüketicilere hiçbir olumlu etkisi olmadı. Dolayısıyla doğru teşhis, yanlış tedavi söz konusu oldu. Aslında mesele, sadece et değildir, hayvancılık sektörünün bütününün ele alınması lazım. Bunun bileşeni, süttür, ettir, ama öte yandan girdi maliyetleridir.
“Devlet girdi maliyetlerini aşağıya çekecek kaynaklarını seferber etmeli”
Soru: Hayvancının girdi maliyetleri nasıl düşürülebilir?
Şahali: Girdi maliyetleri dövize çok duyarlıdır ve içinde bulunduğumuz sezon, kurdan bağımsız olarak maliyetlerin düşme eğilimi göstermesi gereken bir dönemdir. Dünyada, hayvan yetiştiriciliği açısından ihtiyaç duyulan ürünlerin en ucuzladığı dönemdeyiz. Arpa, soya, mısır hasatı vardır, fiyatların nispeten düşmesi gereken bir dönemdeyiz. Ama maliyetler düşmüyor. Hayvancılar eyleme çıktığı gün, Kooperatif’e bağlı Binboğa, yeme zam yaptı. Dolayısıyla devletin, biraz daha geriye çekilerek, hayvancının girdilerinin nasıl fiyatlandığına bakması lazım. Ona bağlı olarak, hayvancı fiyatlandırmasında marjinal davranıyor mu? Hayvancılık Dairesi’nin gerekli incelemeyi yapması lazım ki, sektör bütünüyle disipline edilebilsin.
Ne hedeflenmeli? Tüketici, satın alınabilir fiyatla, et ve süt ürünlerine ulaşabilmeli; hayvancı üretimini geliştirerek sürdürmeli. Aslında ortada bir açık vardır. Süt sanayisinde, atıl kapasite var ve aynı zamanda olan sütü pazarlama konusunda da sıkıntı vardır. Bu duruma göre devlet girdi maliyetlerini aşağıya çekecek kaynaklarını seferber etmek zorundadır.
“Et açığı hakikattır”
Soru: Et açığı da hep konuşuluyor...
Şahali: Et açığı hakikattır. Toplu tüketim mekanlarında, nitelikli et ithalatı serbesttir. Aylık 50-60 ton arası sürekli bir ithalat söz konusudur, muntazam bir şekilde yıllardır devam ediyor. Tedarik bağlamında 600 tonluk bir hacmimiz vardır, peki tüketim? Bunun iki katı olduğu ifade ediliyor. Aslında bilmiyoruz. Sadece hanehalkı anketlerine göre bir öngörü, bir projeksiyon var. “600 tonluk etimiz vardır. Yaklaşık bir o kadar da yolcu beraberi veya kaçak yollarla güney Kıbrıs’tan tedarik ediliyor” deniyor. Ortada bir açık varsa, bu sektörü bütünüyle yeniden yapılandırma zorunluluğumuz vardır. Örneğin soya fasulyesi, ki hayvancılıkta en önemli girdilerden biridir. Dünya borsasındaki fiyatı nedir? Bunu ülkeye getiren 4-5 firma vardır, onlar kendi arasında bir rekabet içinde midir, rekabeti bozucu bir anlaşma var mıdır? Devletin bunu incelemesi lazım. Narh niyetiniz varsa, yemi de, suyu da mercek altına alırsınız. Suyla ilgili özel bir fiyatlandırmayı gündeminize alabilirsiniz. Bir hayvanın günlük su ihtiyacı bellidir. Bir çiftlikteki hayvan sayısı bellidir. Dolayısıyla o hayvan sayısıyla uyumlu bir tüketim olduğu sürece, özel bir tarife söz konusu olabilir. Ama hayvanlara diye alınan suyla, örneğin tarımsal faaliyet yapılyorsa, onu da üst perdeden fiyatlandırarak, sadece hayvancılığın desteklenmesi için yerel yönetimlerle işbirliği yapılabilir. Sözün özü, maliyetleri kontrol altına alarak bir fiyat denetimi sağlamak mümkünken, sadece perakende satış fiyatının denetlenmesine dair bir adım atıldı ve eylem de bundan patlamış oldu. Çünkü hayvancı, maliyetleri arttıkça, sattığı hayvanın fiyatını arttırdı. Artan fiyat elbette kasap reyonuna yansıdı. Kasap reyonu da alınan karara aykırı davranmış gibi göründü ve hükümet de en kolayını yaptı ve “madem ki pahalı, ben de ithal ederim” dedi.
Yaparsınız ve tabana dönük de olumlu bir etkisi olur. Biz tüketiciler, daha satın alınabilir fiyata, güney Kıbrıs’taki fiyatla rekabet gücü olan bir fiyata, belki ete erişeceğiz. Ama hayvancı, devlet “üret, tamamdır” dediği için hayvanlarını yetiştirdi. Onlar ne olacak? Bu sorunun cevabı verilmediği sürece, hayvancının eylem yapması son derece doğal bir haktır, gereklidir. Ama günün sonunda hayvancı, kanaatimce bu eylemde, kendini ifade etmekte başarılı olamadı. Eylem biterken, “neye dair bir uzlaşı oldu” sorusu da havada kaldı.
Soru: Hayvancı eylemin süresiz olarak devam ettiğini söylüyor...
Şahali: Bugün itibarıyla, benim gördüğüm, fiilen eylem bitti ama eylemin devamına ilişkin, deyim yerindeyse, sünnetçi korkusu ortada duruyor. Bu konu, bir masa etrafında, on beş gün önce çözüme kavuşturulabilirdi.
Soru: Hayvancıların eylem şekline tepki verenler de oldu, sizin değerlendirmeniz nedir?
Şahali: Tarım kesiminin eylemi, dünyanın her yerinde, kirli bir eylemdir. Çok gürültü çıkarır, kentsel dokunun bozulmasına sebebiyet verir, yollara dışkı da dökülür, süt de dökülür, saman da yakılır. Bu konuda dünyalı olduğumuzu söyleyebiliriz, hiç yadırgamamak lazım. “Kamu malına hasar verildi” diyoruz, dünyanın her yerinde, çiftçilerin kullandığı alet edavat nedeniyle kamu malı zarar görür, sonra o zararı halk değil, eylemi yapanlar telafi eder. Bu eylem nedeniyle bir kamu kaybı yoktur ama eylemi yapanların kendi kayıpları vardır. On gün boyunca işletmelerinden, hayvanlarından, bahçelerinden uzak kaldılar. Bu kayıp bir ulusal kayıptır.
“İthalat bir çare olacaksa, bu, hayvancının üretim kapasitesinde daralmaya yol açmamalıdır”
Soru: Et fiyatlarını daha ulaşılabilir kılmak nasıl mümkün olur?
Şahali: Hayvancının muhatabı sadece satın alma kabiliyeti yüksek olanlar değildir, tüm toplumdur. Hepimiz, en zenginimizden, en dar gelirlimize kadar, et ve süt ürünlerine erişebilelim diye o insanlar üretiyorlar. Ama fiyatlar, sabit ve dar gelirlilerin, et ve süt ürünlerine erişimini giderek imkansız hale getirmektedir. Devletin odaklanması gereken yer orasıdır. Bu bağlamda ithalat bir çare olacaksa, bu, aynı zamanda hayvancının üretim kapasitesinde daralmaya yol açmamalıdır.
Eğer hayvancı, teorik olarak, 550 TL’ye pazarda satılabilecek bir ürün yetiştiriyorsa, ama pazarda 550 TL’ye fiyatlanmıyorsa, devlet orada müdahil olacak. Bir diğer önemli konu da, et tasnifi olmamasıdır. Hayvancıda 11 çeşit et var, inek, tosun, dana, düve, koyun, keçi, oğlak, kuzu gibi ama kasapta büyükbaş danadır, küçükbaş kuzudur. 11 ayrı fiyatla hammade olarak mandıradan çıkan et, kasap reyonunda iki fiyatla sınırlandırılıyor. Dolayısıyla burada marjinal bir kar vardır. Hayvancılık Dairesi’nin görevi, hayvanın en uygun maliyetli ve en verimli bir biçimde beslenmesini sağlamak ve ayrıca, o beslemenin maliyetlerini hesaplamaktır. Yani satışa çıkacak bir oğlağın, bir dananın bir kilosu kaç paraya mal oldu? Maliyeti hesapladığınızda, satış paritesi konusunda hayvancı ve kasaplar aşağı yukarı mutabıktırlar. Mandıradan çıkan fiyatı 2,2 ile çarparsanız reyondaki fiyatı bulursunjz. Yani, aşağı yukarı mandıradan çıkan bir hayvan %50-52’lik bir kayıpla ürün olarak satışa hazırdır. Hayvancılık Dairesi marifetlerini ortaya koyar, hayvancıyla bunu müzakere ederse, ortak bir yol mutlaka bulunur ve günün sonunda kasapların hangi çerçeve içerisinde sınırlanmış olacağı çok kolaylıkla belirlenir. Ben üç aydır bu çağrıyı yapıyordum. Maalesef eylem başladıktan sonra Hüseyin (Çavuş) Bey bu çağrılara kulak verdi ve “Hayvancılık Dairesi’ne göre yaptığımız maliyet budur, dolayısıyla da ona bağlı bir satış fiyatı belirledik” dedi, üstelik devletten de teşvik ödeyerek.
Soru: Teşviklerin çok yüksek olduğu da söylendi...
Şahali: 3 yıl önce 600 TL idi. Üç yıldır yaklaşık %100 enflasyon yaşanmaktadır, ki hayvancılık sektörünün girdilerindeki kur etkisiyle, bu enflasyon %100’ün üstündedir. Üç yıl önce 600 TL marjinal bir rakam gibi görünmezdi. O rakam bugüne 3 bin TL olarak yansıdığı için çok yüksek bir rakam gibi görünür, halbuki satın alma gücü bağlamında üç yıl önceki 600 TL’den bile azdır. Dolayısıyla anormal bir teşvik, destek verildiği de söz konusu değildir.
“İthalat güney Kıbrıs’ı da içerecek bir yaklaşımla ele alınmalı”
Soru: Neden hayvancıyla 10 gün önce diyalog başlatılmadı?
Şahali: Bunun biraz da, Ünal Bey’in Başbakanlık sıfatının pekiştirilmesine dönük bir inatlaşma olduğunu düşünüyorum. Bu eylem Tarım Bakanlığı önünde başladı, Tarım Bakanı, sektörden çıkma birisi ve üstelik sektörün davul, zurna ve çiçeklerle karşıladığı birisi olarak, eylemcilere gerekli misafirperverliği göstermediği için eylemin Başbakanlık’a taşındığını düşünüyorum. Eylem Başbakanlık’a taşınınca da, Ünal Bey, “eylem varsa, görüşme yok” diye tuhaf bir yaklaşım geliştirdi. Halbuki, görüştüğü anda bu eylemin ortadan kalkması muhtemeldi. Çünkü, Ünal Bey ile hayvancılar arasında yapılan ilk görüşmede, hayvancılar taleplerini dile getirdi ama karşılığında hükümet herhangi bir taahhütte bulunmadı, “dinledik, değerlendireceğiz ve sonucu size bildireceğiz” dediler ve eylem ortadan kalktı. Bunu birinci gün yapsaydılar, belki de bulacakları uzlaşı sonucunda, etin ithal edilmesi gerekliliği bile ortadan kalkacaktı. Veya kasaplara sağlanan 7 milyonluk destek, hayvancıya doğrudan sağlanabilmiş olsaydı, belki de 550 TL fiyatı, 480-500 TLye düşürebileceklerdi.
Hükümetin bize şunu da söylemesi lazım, bu ülkedeki et miktarı gerçekten yeterli mi, değil mi? Yeterlidir diye iddia ediyorlarsa, et ithalatına başvurmak da neyin nesi? Eğer yetersizse, o zaman yapılması gereken nedir? Yetecek miktar nedir? İhtiyaç nedir? Arada kalan fark, kaçak yollarla geliyorsa, öncelikle kaçakla mücadele edilmeli. Bu hayvancının görevi değildir. Et açığı ortaya çıkacağını varsayarak, kaçakçılığı durdurduğunuza bizi ikna edersiniz ve karşılığında açık miktarı kadar eti de, sağlıklı ve mevzuata uygun ürün olmak koşuluyla dışarıdan getirirsiniz ve bu sorunu sektörün onayıyla çözmüş olursunuz. Sektör kendini tehlikede hissetmez. Üstelik porsiyonlara ayrılmış donmuş ürün yerine, o zaman canlıyı da konuşabilirsiniz, ki canlı hayvan ithalatı hellim tescilini tehdit eden bir unsurdur. Donmamış ve hatta donmuş karkas eti kasapların satışına sunmak kaydıyla, gündeme alabilirsiniz.
Kendimi bu konuda bir miktar mesai harcamış ve konuya yakından alaka gösteren birisi olarak addediyorum ve ithalatı güney Kıbrıs’ı da içerecek bir yaklaşımla ele almak gerektiğini düşünüyorum.
“Güney Kıbrıs’taki hayvan, hellim tescili için risk değildir”
Soru: Bunun ne gibi avantajları olabilir?
Şahali: Güney Kıbrıs’taki hayvan, hellim tescili için risk değildir çünkü hellim tescilinin koşullarından biri, yerel ırklardan elde edilmiş sütün kullanılmasıdır. Yerel ırk, en az yedi yıl ülkede bulunan ve ülke koşullarına uyum sağlamış hayvanlar anlamındadır. Dolayısıyla, kasaplık niyetle getirilecek canlı hayvan, hellim tescilini riske eden bir faktör olarak gündeme getirilebilir. Çünkü bu konuda bir sulh ortamı yoktur. Kıbrıs’ın dışında hellim üretenler de, hellim üretebileceklerine ilişkin hukuki argümanlarla sürece müdahildirler. Kıbrıslı Rum firmalarla, Kıbrıs Türk firmalar arasında da rekabet söz konusudur. AB makamları nezdinde biz, coğrafi tescil koşullarına uygunluk konusunda, müzakere yeteneği bakımından, Kıbrıslı Rumlar kadar şanslı değiliz. Dolayısıyla, bu konuda tedbirli davranması gereken tarafta, Kıbrıslı Türkler durmaktadır. Kıbrıs dışından canlı hayvan, hellim tescili konusunda, Kıbrıs Rum Yönetimi değilse bile, Kıbrıslı Rum sanayicilerin mutlak suretle istismar edeceği bir açık oluşturacak. Ama güneyden ithal edilecek canlı hayvan, bu konuda bir risk oluşturmaz. Güneyden ithal edilecek karkas veya donmuş et de bir tehdit oluşturmayacak. Çünkü Kıbrıs Rum otoriteleri, kendi hellim tescilini tehdit etmeyecek şekilde zaten bunların ülkeye girişini izinlendirmiş olacaklar. Dolayısıyla bunun, fiili bir işbirliği olmaksızın, defacto bir işbirliği şeklinde, Güney Kıbrıs aracılığıyla ele almanın çok daha güvenli ve kazançlı olabileceğini düşünüyorum.
Eti, Hollanda’dan karayoluyla, Türkiye üzerinden getirmeniz de risktir. Bunu, “Türkiye’ye dair saldırgan bir tavır” diye yorumlayan bazı aklı evveller vardır. Türkiye, dünya tarafından hayvansal hastalık tehdidi açısından iki ayrı muameleye tabi tutulmaktadır. Hatta Türkiye’nin kendisi, kendi içinde iki ayrı uygulama yapmaktadır, Avrupa bölgesiyle Anadolu Bölgesi arasında karantina uygulamaktadır. Çünkü Anadolu’da şap vardır, Türkiye ana karasından kopuk durumdaki Marmara bölgesinde şap hastalığı yoktur.Yeni Zelanda’dan Hollanda’ya gelip, Türkiye üzerinden karayoluyla bize gelecek olan etin elbette ilave maliyetleri de vardır. Halbuki et, Yeni Zelanda’dan doğrudan güneye gelebilir. Bu sorun, Kıbrıs Rum tarafı da, bir opsiyon şeklinde masada durarak ele alınmalıdır.
“Miktar ve menşe konusunda kafalar karışır”
Soru: Bu süreçte, etin ithal edileceği ülke ve miktarı konusunda da farklı açıklamalar duyduk...
Şahali: “Kriz yönetimi nasıl olmaz” diye okullarda ders okutacaksınız, KKTC Üstel Hükümeti’ni örnek gösterebilirsiniz. Memlekette yangın giderek büyüyor, hayvancılar 10 gün boyunca eylemde ve konuşmasa olmaz Erhan Arıklı, diğerleri başka başka şeyler söylerken, çıkıp bambaşka şeyler söylüyor. Miktar ve menşe konusunda kafalar tabii ki karışır.
Bu konuda, Hüseyin Çavuş Kelle’yi muhatap kabul etmek durumundayım. Çünkü TÜK’ün idari olarak bağlı olduğu makamda oturuyor. 19 Haziran’a kadar 20 ton 881 kilo et geleceğini söyledi. Bu miktar, ülkedeki bir günlük et tüketimidir. Mustafa Naimoğluları’nın bu süreçte ettiği en akıllı ve en veciz laf, “Madem ki 20 tondur, biz size bunu ödeyelim” oldu. 20 ton bu ülkede ne et piyasasında dönüşüme yol açar, ne de dar gelirlinin hane bütçesine katkıda bulunur. 20 ton olmadığını anlıyoruz, çünkü Ünal Üstel, “bu devam edecek” diye bir açıklama yaptı, Hüseyin Bey, “karkas da gündemimizdedir” gibi bir başka açıklama yaptı. Hayvancılarla, Üstel Bey’in yaptığı ikinci görüşmede, miktarın 40 ton olduğu ve bunun 20 tonunun 19 Haziran’dan önce piyasaya sürülmesi konusunun konuşulduğu da açıklandı.
Dolayısıyla önümüzde bir et projesi var ama hükümet toplumun tamamına dair konularda hiçbir zaman şeffaf olmadığı gibi, bu konuda da şeffaf değil. Sadece, erken öten horozlardan bilgi ediniyoruz. Erhan Bey, aniden İspanya dedi, yabana atmamak lazım, İspanya da bir opsiyon olarak önlerinde duruyor demek ki. Günün sonunda hayvancının üretim güvencesini tehdit eden bir durum vardır ve henüz bu tehdit ortadan kaldırılmamıştır.
Soru: İthalatın TÜK tarafından ve ihalesiz bir biçimde gerçekleştiriliyor olması konusu da var...
Şahali: Kendimi, TÜK’ün içini en iyi bilenlerden addederim. TÜK içerisinde, uluslararası ticareti ele alabilecek nitelikte bir insan kaynağı kalmamıştır. Bu da bize, bu operasyonu huzurla izleme şansı vermez. Orada korkunç bir bit yeniği vardır. Nasıl ki arpa alırken kamu kaynakları iç edilmektedir, et getirirken de mutlaka bir suistimal söz konusudur diye peşin hükümle konuya bakarım. Eğer devlet olarak gerçekten fiyata odaklanmışsanız ve dar gelirlilerin tüketebileceği bir opsiyon arayışındaysanız, bunu soğutulmuş veya dondurulmuş ürün ithal eden firmalarla rahatlıkla çözebilirsiniz. Kanaatimce, bu firmalara yaptırılan ithalat, TÜK tüzel kişiliği altında sonuçlandırılıyor. Bu hükümetin, bu süreci sağlıklı ele alabileceğine dair beklentim sıfırdır.
Kemikli et mi, kemiksiz et mi?
Soru: İthal edilecek etin 8 aydan eski olmaması gerektiğine dair mevzuat var ama ithal edilecen etin daha eski kesim olduğuna dair haberler çıktı. TÜK Yönetim Kurulu Başkanı, ithal etin Mart 2023 tarihinde kesilmiş olduğunu duyurdu. Bu konuda değerlendirmeniz nedir?
Şahali: O mevzuat orada dururken, daha eski kesim tarihli et ithal edilmesi bir başka iş bilmezlik ve hatta vurdumduymazlıktı. Siparişi verdikten ve ithalat başkadıktan sonra, Devrim Barçın yoldaşımın uyarısı üzerine alelacele tüzüğü değiştirdiler ve gelecek eti yasallaştırdılar. Ama çelişkileri bitmiyor ve bitmeyecek. Örneğin içimize su serpilsin diye, TÜK yönetim kurulu başkanına bir açıklama yaptırıp bir de görsel paylaştılar. Şayet, haberde kullanılan fotoğrafı TÜK paylaşmışsa, dikkat çeken bir diğer detay, fotoğraftakinin kemikli et olduğudur, ki bu "löp et işi" de yalan oldu demektir. Çünkü kemiksiz et ve kıyma ithal edileceği söylenmişti.
“Sütün fiyatının yeme endekslenmesi kaçınılmazdır”
Soru: Tarım bakanı sürdürülebilir tarım politikalarından bahsediyor. Yapılanların sürdürülebilirliğe katkısı ne olur?
Şahali: Sürdürülebilir tarım politikalarını hedeflerken, sürdürülebilirliği tehdit eden uygulamalara imza atıyorlar. Kısaca özetlemek gerekirse, örneğin hayvancılıkta sürdürülebilirliğin birinci koşulu, gerekli girdinin uygun maliyetle sağlanmasına dönük kararlardır. Hemen “sen niye yapmadın zamanında” diye soru gelebilir. Benim iki kez bakanlık deneyimim oldu, biri altı aydan beş gün eksik, diğeri on beş ay ve bu iki görev sürem 22 aylık bir arayla gerçekleşti. Bunlar, benim bu konuda söyleyeceklerimin yapılabilmesi için elverişli ve yeterli süreler değildi. 15 aylık dönemde belli başlı radikal adımları attık, ama sonucunu getirme fırsatı, zaman bakımından mümkün olmadığı için de bugün hala eleştirilmekteyiz. Örneğin hayvancıların yaptığı eylem sonrası oluşturduğumuz mekanizma, bizi aslında çok olumsuz durumlardan, son derece olumlu bir noktaya taşıyabilmişti.
Örneğin büyükbaş hayvancılık açısından, hayvancı bir litre sütle bir buçuk kilo yem satın almayı hedefler. Durum böyleyse, o işletmenin işletme giderleri karşılanabiliyor ve siz para kazanacak durumdasınız demektir. Biz göreve geldiğimizde, bu parite 0.87 idi yani bir litre süt, 870 gram yem satın alabiliyordu. Aldığımız radikal karardan ve ona bağlı uyguladığımız destek programıyla, on beş ayın sonucunda, 1.42’de görevi devrettik. Hedefimiz 1.5’i yakalamak ve ondan sonra ikinci aşama kararlara geçmekti.
Sütün fiyatının yeme endekslenmesi kaçınılmazdır ve bugün bunu yapmak mümkündür. Yani yem piyasasında meydana gelen değişimle birlikte, sütün fiyatının serbest kalması ve değişken hale gelmesi, dolayısıyla hayvancının artık hükümetlerle süt fiyatı üzerinden kavgaya girişmesinin son bulması bugün mümkündür. Sütün üzerinden sağlanan desteklerin, özellikle hayvan refahı bağlamında veya girdi maliyetlerinin sübvansiye edilmesi için kullanılması bir diğer adımdır. Benim bakacak bir hayvanım, ekecek bir karış toprağım yoktur. Ben tarım sektöründen gelme birisi değilim ama tarım ekonomik bir faaliyettir ve ekonomiyi bilerek, ekonominin dinamiklerini anlayarak tarıma yaklaşmak lazım. Hayvancılık Dairesi bana şunu öğretti, örneğin hayvan refahı beslenme kadar önemlidir. Huzuru yerinde olmayan hayvana, en ideal besini bile verseniz, o hayvandan maksimum verimi almanız mümkün değil. Ama doğru yemleme ile doğru bakım, o hayvanın verimini maksimum düzeye taşıyabilir. Oysa bu ülkede son 40 yıldır, hiçbir şekilde çiftlik koşullarının iyileştirilmesi amacıyla, doğrudan maddi destek sağlanmadı. Ağılların standardının geliştirilmesi, dolayısıyla süt hijyeninin arttırılması ve buna bağlı olarak hayvan verimliliğinin arttırılması artık kaçınılmaz olarak önümüze almamız gereken meselelerdir. Girdi maliyetlerinin aşağıya çekilmesinde, kamu arazilerinin kullanımı son derece önemlidir. Yani hayvancılara, sahip oldukları hayvan varlığı oranında kamu arazisinin kiralanması ve onların özellikle, yem girdilerinin yaklaşık %50’sini oluşturan kaba yem üretebilmelerini sağlamak ve teşvik programının geliştirilmesi, bunun “olsa da olur, olmasa da olur” noktasından, “olmazsa olmaz” noktasına taşınması son derece önemlidir. Maliyetleri aşağıya çekerek verimi arttırmak, verimi arttırdıkça da sektörün hem sürdürülebilirliğini sağlamak, hem de sektöre yeni girecek gençlerin cesaretlendirilmesi son derece önemlidir. Şu anda tam tersini yaşıyoruz. Sektörden kopuşlar var ve sektöre çok büyük hacimli sermaye girişleri var. Çünkü para kazanılabilecek bir iştir. Doğru yapıldığı takdirde, para kazanılacak bir iştir. Sürdürülebilirlik bakımından bir halka da, aslında kooperatifleşmedir. Kooperatifleşme hem girdilerin maliyetlerini aşağıya çekmek, hem de ürünün satışını kolaylaştırmak bakımından son derece önemlidir. Ama bu bugün için biraz fantastik kaçar. Öncelikle, çiftliklerin bir standart çerçevesinde, gerçekten sürdürülebilirlik konusunda kaygıdan uzak çalışmasını sağlayacak adımları atmak lazım. Onun ardından kooperatifleşme ya teşvik ederek ya da zorunlu kılarak sağlanabilir. Çünkü herkes kendi ayağının üzerinde durma özgüvenine sahip olduğunda yenilikçi adımlara daha kolay ikna olur.
“Et ithaline başvurulacaksa, hayvancıya rağmen değil, onlarla birlikte kararlaştırılmalı”
Soru: Hayvancılarla, Üstel yarın yeniden görüşecek. Beklentiniz nedir ya da ne olması gerekir?
Şahali: Doğrusunu isterseniz eylemin ardından devam eden müzakere sürecinden henüz hiçbir sonuç çıkmış değildir. Benim anladığım, karar süreçlerine hayvancılar birliğinin katılması yönünde bir uzlaşı dışında, henüz et konusu başta olmak üzere, hayvancıların herhangi bir kaygısı giderilmiş ya da sorununa çözüm bulunmuş değil.
Kanaatim, öncelikle elbette diyalog kesintisiz biçimde sürmeli. Hayvan besleme giderlerinin aşağıya çekilebilmesini sağlayacak adımlar için, yem tedarikçileriyle de masaya oturulmalı. TÜK’ün devletten alacakları bir tamam ödenmeli ve bu çok önemli kurumun yem piyasasına yön verecek idari ve mali kabiliyete kavuşması sağlanmalıdır. TÜK Yasası’nda değişikliğe gidilerek, yönetim kurulunda Kıbrıs Türk Hayvan Üreticileri ve Yetiştiricileri Birliği’nin de yer alması sağlanmalıdır. Kaçakçılıkla mücadele konusu ilk adım olarak ciddiyetle ele alınmalı, suistimale başvuran çürük elmalar ayıklanmalı ve ülkedeki et arzı ile talep arasındaki ilişki netleştirilmelidir. Bu yapıldığı takdirde, besi hayvanı yetiştiriciliği de, hayvancılıkta yeni bir açılım olarak pekala gündeme gelecektir. Sektör yeniden yapılanırken, dönemsel ya da sınırlı bir süre için et ithaline başvurulacaksa da, bu hayvancıya rağmen değil, onlarla birlikte kararlaştırılacak ve hatta belki de bu kararların öncüsü hayvancılar olacak.