1. HABERLER

  2. RÖPORTAJ

  3. “Süreci ayakta tutmak, netice almaktan daha önemli olacak”
“Süreci ayakta tutmak, netice almaktan daha önemli olacak”

“Süreci ayakta tutmak, netice almaktan daha önemli olacak”

Akademisyen, Yazar Prof. Dr. Niyazi Kızılyürek, 28 Haziran’da Crans Montana’da yeniden toplanacak Kıbrıs konferansının son değil, bir başlangıç olacağını söyledi

A+A-

Ödül AŞIK ÜLKER

Akademisyen, Yazar Prof. Dr. Niyazi Kızılyürek, 28 Haziran’da Crans Montana’da yeniden toplanacak Kıbrıs konferansının son değil, bir başlangıç olacağını söyleyerek, güvenlik ve garantiler konusunda tam bir anlaşmaya varmanın konunun doğası gereği çok zor olduğunu belirtti.  

Prof. Dr. Niyazi Kızılyürek, “Tarafların hiçbiri oradan başarısız olarak ayrılmak istemeyecektir, süreci ayakta tutmak netice almaktan daha önemli olacaktır. Zaten güvenlik ve garantiler konusunda netice almak, tam bir anlaşmaya varmak konunun doğası gereği çok zor. Dolayısıyla Crans Montana’daki konferansı bir egzersiz olarak göreceğiz, tarafların pozisyonları biraz daha netleşecek, esneme alanları görülecek ve buraya yeniden dönülecek diye düşünüyorum” diye konuştu.

Prof. Dr. Kızılyürek, BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs Özel Danışmanı Eide’nin Crans Montana’daki konferanstan geri dönüşü olmayacak, bağlayıcı bir metin istediğini belirterek, bunu imkan dahilinde görmediğini belirtti.
 

Sürecin kaderi

Ocak ayında Cenevre öncesinde bir röportaj yapmıştık. O günden bugüne birşey değişti mi?

Prof. Dr. Kızılyürek: Hemen hemen hiç birşey değişmedi, birinci Cenevre öncesinde neredeysek bugün de oradayız. Çünkü birinci Cenevre ağırlıkla garanti ve güvenliğin konuşulacağı bir konferanstı. O konferans toplandı, dağıldı.

 

Birinci Cenevre konferansının başarısız olduğunu söyleyebiliriz...

Prof. Dr. Kızılyürek: Tabii ki, o açıdan öyle söylenebilir. Ama tarafların pozisyonlarına  baktığımız zaman, 5 başlıktaki müzakere süreçlerini garantilere ve güvenliğe endeksledikleri için o başlıklar bir anlamda dondurulmuştur zaten. O başlıklarda al-ver sürecine gidilmedi. Al-ver sürecini iki lider de bilinçli olarak garanti ve güvenlik başlığına endekslemişti. Dolayısıyla geçen süre içinde çok bir ilerleme olmadı, çünkü taraflar birbirlerine 5 başlıkta ne verip ne alacaklarına 6’ncı başlığa bakarak yapacaklar. Gutteres’in açıklamasında da vurgulandığı gibi, garanti ve güvenlik başlığındaki gelişmeler sürecin kaderini belirleyecek.

 

“Kıbrıs Türk tarafı birşey kaybetmedi”

Soru: Bu durum süreci nasıl etkiler?

Prof. Dr. Kızılyürek: Müzakere yöntemi açısından “5 başlığı hallederiz, sonra garantileri konuşuruz”gibi bir tutum zaten mümkün değil. Çünkü bağlayıcı olan 11 Şubat belgesi vardır, o belgede “başlıklar çapraz olarak görüşülecek” deniyor. Diğer başlıklar konuşuldu, 4-5 başlıkta bardak yarı iken, 6’ncı başlıkta bardağın boş olması sürdürülebilecek bir politika değildi. Zaten Anastasides de bir atak yaptı, hatta önce şart koştu, “güvenlik ve garantiler bitsin, diğer başlıklara öyle bakalım” dedi, ancak o da sürdürülebilir bir politika değildi. Ama o taktik sayesinde güvenlik ve garantilere yapılan vurgu arttı, güvenlik ve garantilerin belirleyici olduğu ve diğer başlıkların da kaderini belirleyeceği saptandı ve kabul edildi. Kıbrıs Türk tarafı birşey kaybetmedi, Sayın Akıncı’nın zaten paralel müzakere yaklaşımı vardı.

 

“Masalar alttan birbirine bağlanmıştır”

İki tarafın belgeleri farklı yorumlama durumu var. New York’taki belge de farklı yorumlandı. Bu durum konferansta sorun yaratır mı?

Prof. Dr. Kızılyürek: Bu yorumlar biraz günlük hayat içindeki yorumlardır. Taraflar genelde her belgenin bir unsurunu alır ve ona vurgu yapar. Bunlar kamuoyuna dönük manevralardır ama tablo çok sarih. Garantiler ve güvenlik konuşuluyor, sadece konuşulması yetmiyor, bazı ilerlemelerin de olması isteniyor, diğer başlıklara o zaman geçilecek. İki lider bu durumu kendileri yarattılar, görüşme masasında 5 başlığı görüşürken bilinçli olarak bir yerde durup “bundan sonrası için hamle yapmam” dediler. Rum tarafı “ben dönüşümlü başkanlığı şimdi vermem, garantilere bakarak karar vereceğim”, Türk tarafı da “ben toprak ve mülkiyet konusunda ne yapacağımı garantilere bakarak ortaya koyacağım” dedi.Yani, iki lider kendilerini bu pozisyona bilerek getirdi. Gutteres’in son açıklaması bunun adını koymuş oldu, bu tarafların bilinçli tercihiydi. Burada yapılacak müzakerede öncelikle garanti ve güvenlik görüşüleceği için orda hiçbir ilerleme sağlanmazsa, diğer masada da hiçbir ilerleme olmayacak. Masalar alttan birbirine bağlanmıştır, o yüzden masalardan birinde hiç ilerleme yokken, diğerinde ilerleme olmayacaktır.

 

Türkiye-AB ilişkileri bağlamıİki “anavatan”ın tutumunu nasıl görüyorsunuz?

Prof. Dr. Kızılyürek: Bazı hamleler yapılırken her zaman “sorumluluk bende kalmasın” kaygısı vardır. Bir taraftan müzakere yapılırken diğer taraftan suçlama oyunu gözetilir. Bu yanlış ama karşılıklı yapılıyor.

Sayın Binali Yıldırım’ın Atina ziyaretinden şunu çıkarabiliriz, “bu sorun hemen çözülecek  gibi değil, zamana ihtiyaç var”, ayrıca Türkiye’nin AB’den beklentileri var. Aslında yavaş yavaş, 2004’ten beri Türkiye yeniden Türk-AB ilişkileri bağlamında Kıbrıs sorununu düşünmeye başladı. Nasıl ki 2004’te Türk-AB ilişkileri hatırına Annan Planı’na evet demişse-ki zaman içinde AB faktörü ortadan kalkmıştı- şimdi yeniden bir AB faktörü olduğunu görüyoruz. Bunu önemsiyorum, o yüzden Crans Montana’nın son olduğunu düşünmüyorum, bir başlangıç olarak görüyorum. Tarafların hiçbiri de oradan başarısız olarak ayrılmak istemeyecektir, süreci ayakta tutmak netice almaktan daha önemli olacaktır. Zaten güvenlik ve garantiler konusunda netice almak, tam bir anlaşmaya varmak konunun doğası gereği çok zor. Dolayısıyla Crans Montana’daki konferansı bir egzersiz olarak göreceğiz, tarafların pozisyonları biraz daha netleşecek, esneme alanları görülecek ve buraya yeniden dönülecek diye düşünüyorum.

 

“Rasyonel çıkarlar ve popülizm arasında denge yok”

Daha önce Ankara ve Atina’daki popülist politikalara eğilimin sizi endişelendirdiğini söylemiştiniz. Şimdi ülkelerin rasyonel çıkarlarıyla popülizm arasında denge var mı?

Prof. Dr. Kızılyürek: Bu fevkalade önemli bir mesele çünkü rasyonel çıkarlar açısından baktığımız zaman tarafların bu aşamada Kıbrıs sorununu bitirmeye doğru adım atmaları anlaşılır birşeydir. Türkiye açısından Kıbrıs sorununun bu yıl içinde çözülmesi ya da gelen yılın başında çözülmesi hem Türkiye-AB ilişkilerinde yeniden bir canlanmadır, hem de Doğu Akdeniz’deki enerji politikalarına müdahil olmaktır. Ama bu bir rasyonel çıkar okumasıdır, diğer taraftan popülizm dünyanın her yerinde günümüzün siyasi elitlerinde çok kuvvetlendi, bu sıkıntı olabilir. Özellikle Yunanistan açısından baktığımız zaman, Çipras hükümeti hayatın bütün alanlarında iyi sınav vermemiş bir hükümet. Atina çözüm perspektifini kendi içerideki zaaflarını örten bir “yurtseverlik söylemi”  içinde boğabilir. Özellikle Yunan Dışişleri Bakanı Koçias buna çok yatkındır. Şu anda rasyonel çıkarlarla, popülizm arasında bir dengeden söz etmek mümkün değil.

 

Pozisyonlar neden değişti?

DİKO, EDEK ve Dayanışma HareketiAnastasiades’e “garantilerin kaldırılması, Türk askerinin çekilmesini” de içeren bir öneri paketi verdi, Anastasiades paketi reddetti. Bunun anlamı nedir?

Prof. Dr. Kızılyürek: DİSİ ve AKEL de reddetti. Herhangi bir Kıbrıslı Rum lider, müzakere sürecinde öyle bir paketi masaya koyduğu zaman masayı anında çökertir ve bütün sorumluluk da onda kalır. Bu paketi verenler bile, kendileri müzakereci pozisyonunda olsalardı, farklı davranırdı. İşte popülizm dediğim şey budur. Bu arada şunu da söyleyeyim, 2004’e kadar Kıbrıs Rum tarafı hiçbir zaman 1960 Garanti Anlaşması’nın ortadan kaldırılmasını talep etmedi. En sert tutumuyla bilinen Tasos Papadopulos’un Bürgenstock’ta Annan Planı üzerindeki değişiklik önerilerini verdiği zaman, 60 garanti sisteminin aynen kalacağını belirtiyor ve bir öneri yapıyordu, “tek yanlı müdahale hakkının askeri müdahale anlamına gelmediği not edilsin” diyor ve bununla yetiniyordu. Diğer tarafta da aynen kalacak diyen bir Türk tarafı vardı. Ne oldu ki, 2004’den sonra tarafların pozisyonlarında bir tersten kayma oldu? Türk pozisyonu “60 garanti anlaşmasını günümüz koşullarına göre gözden geçiririz” noktasına gelmişken, Rum tarafı da “garanti anlaşması ortadan kalkmadan biz çözüm yapmayız” noktasına gelmiştir. Pozisyonlar neden değişmiştir? Kıbrıs Cumhuriyeti’nin AB üyesi olmasının eğer  Kıbrıslı Rumlar açısından bir kazanımı varsa, tek kazanımı garantiler meselesinde eski pozisyonundan çıkma olanağını yakalamış olduğunu düşünmesidir. Kıbrıs AB üyesi olduktan sonra artık garantiler konusunda daha talepkar noktaya geldi. Nitekim garantiler meselesini ilk defa masaya yatıran DimitrisHristofyas’tır. Garanti anlaşmasının kabul edilemez olduğunu söylemiştir.

 

“Amaç ayrılığından amaç birliğine”

Şunu da vurgulamak isterim, garanti anlaşması en az bilinen, üzerine çok konuşulan ve çok kafa karışıklığına yol açan birşeydir. Bu garanti anlaşması neden ortaya çıkmıştır? Bugün toplumlar garantiler konusunda aşırı hassasiyet gösteriyorsa neden gösteriyorlardır? Çünkü şiddet dolu bir geçmişimiz vardır. Kıbrıs’ta iki toplumun yaşadığı şiddet bir etnik nefret sonucu ortaya çıkmamıştır. Amaç uyuşmazlığı yüzünden ortaya çıkmıştır, toplumlar iki ayrı çatışan amaca yöneldikleri için, bir tarafta ENOSİS bir tarafta TAKSİM olduğu için çatışmışlardır. Bu bir Rumluk, Türklük kavgası değildi, bu bir politik statüko kavgasıydı. Garanti Anlaşması Kıbrıs Cumhuriyeti’nin anayasal düzenini, toprak bütünlüğünü ve bağımsızlığını ENOSİS ve TAKSİM tehditlerine karşı korumak için yapıldı. Bugün federal Kıbrıs’ın karşısındaki tehdit ENOSİS veya TAKSİM olabilir mi? Böyle birşey yok, bu tarihe karışmıştır. Bir diğer nokta, iki toplum arasındaki 60’lı yıllarda yaşanan etnik şiddetin yine Rumluk ve Türklük kavgasından değil, ENOSİS ve TAKSİM kavgasından kaynaklandığı gerçeğidir. Bunlar tarihe karışmıştır. Üçüncü bir nokta da şudur: 1960’lı yıllarda Kıbrıs Rum toplumu içinde yoğun şiddet olayları vardı. Darbeye yol açan bu kavgaydı. Şimdi bugün Rum toplumunda böyle bir manzaradan bahsetmek abesle iştigal olur. İki taraf da federal bir Kıbrıs istiyor, ENOSİS veya TAKSİM istemiyor. Amaç ayrılığından amaç birliğine doğru geçildi. Dolayısıyla garantileri konuşurken tüm bu faktörleri göz önünde bulundurmak zorundayız.

--------------
“Federal devlet güvenlik sorunu üretmiyor”

Soru: Garantilerin güvenlikle alakalı olmadığını hep söylüyorsunuz. İki tarafın güvenlik konusunda bazı endişeleri var. Bunları ne tür düzenlemelerle gidermek gerekir?

Prof. Dr. Kızılyürek: Federal devletin sunduğu güvenlik imkanlarına bakınca, Kıbrıs Türk toplumuna kendi yaşadığı bölgede “efendi” olma imkanı veriyor. Kendi polis gücüyle ve yargısıyla güvenlik ihtiyaçlarını karşılayacak bir yapı sunuyor. Diğer bir imkan da federal devletin güvenlik politikalarına %50, eşit oranda katılma imkanı veriyor. Bu önemli bir düzenlemedir. Federal devletin bu şekilde kurulması durumunda çok önemli güvenlik tedbirleri alınmış demektir.

Bir başka boyut da, Türkiye ve Yunanistan sonuçta garantör ülkelerdir, onların hiç mi talebi olmayacaktır, sadece anlaşmanın uygulanmasıyla mı yetineceklerdir? Sanmıyorum, gerçekçi olmak lazım. 1960’da yapılan iki anlaşma vardı, biri Garanti Anlaşması, diğeri İttifak Anlaşması. O zaman ittifak anlaşması yenilenir, yani Federal Kıbrıs, Türkiye ve Yunanistan arasında bir ittifak anlaşması imzalanır. O koşulda bir miktar asker bir süreliğine burada konuşlandırılır. Bu psikolojik olarak Kıbrıslı Türkleri belki rahatlatır ve Kıbrıslı Rumlara karşı da bir tehdit oluşturmaz. “Sıfır garanti, sıfır asker” gibi bir söylem gerçekçi değildir. Bu duruş masayı başından mahkum eder. Diğer taraftan, Türk tarafında, özellikle asker çevrelerinde öyle abartılı bir “strateji okuması” vardır ki neredeyse Kıbrıs’ın stratejik önemi Suriye meselesiyle bile bağlanıyor. Böylesi militarist ve güvenlikçi bir yaklaşım da bizi çözüme götürmez.

 

Soru: BM Genel Sekreteri’nin Özel Danışmanı Eide son dönemde daha sık zorluklardan söz eder oldu. Eide, “zorluklara rağmen irade, yaratıcılık ve kararlılık olması durumunda başarılı olabiliriz” diyor. Sizce bunlar taraflarda var mıdır?

Prof. Dr. Kızılyürek: İrade, cesaret, kararlılık olsaydı Kıbrıs sorunu olmazdı. Bu sıfatlar yok. Bazı unsurlar var ama hepsi bir arada yok.

Asıl korktucu şey, ikinci tercih olan statükonun zaman zaman bazı çevreler tarafından birinci tercih olarak algılanıyor olmasıdır. Yani ikinci, birinciliği kazanıyor. Mesela başpiskopos Hrisostomos geçenlerde “Eğer kötü anlaşma yaparsak, federal devlet kurarsak elimizdeki devleti de kaybedeceğiz ve o zaman kendimize başka yurtlar aramak zorunda kalacağız. Dolayısıyla mevcut durum iyidir” dedi. Bunu ilk defa Tasos Papadopulos söylemişti. “İkinci en iyi statükodur” lafı kuzeydekilerin çoğunu da anlatan bir laftır. Hem kuzeyde hem güneyde mevcut statüko içinde çıkarı olan, hiçbir vizyonu olmayan, günü birlik çıkarlarla, kısa vadeli küçük hesaplarla iş gören gruplar oluşmuştur.
Federal devletin önündeki en büyük engellerden bir tanesi statükonun artık giderek her iki toplumda da birinci tercihe doğru yol almasıdır.

 

Türkiye’nin pazarlığı...

Güneydeki sondaj çalışmaları süreci nasıl etkileyecek?

Prof. Dr. Kızılyürek: Bütün tarafların süreci bir şekilde ayakta tutmak gibi bir yaklaşımlarının olacağını düşünüyorum, özellikle Rum tarafının. Süreci canlı tutmak demek petrol ve doğalgaz faaliyetlerinde tansiyonun yükselmesini engellemektir. Rum tarafı hemen çözüm olmayacağını biliyordur ama süreç devam ettiği sürece de doğalgaz üstünden muhtemel gerginlik de daha yumuşak geçiştirilir. Diğer taraftan şunu da anlamamız gerekir ki doğalgaz arayışlarının fiili sonuç vermesi 5-6 yıl sonrasıdır. Bu uzun bir süreçtir. Taraflar bunu da biliyor. Tabii ki itiraz şerhi konur ama kimse son kozunu şimdi oynamaz, onun için çok büyük gerilimler beklemiyorum.

Öte yandan Türkiye’nin Kıbrıs pazarlığı yaparken aynı zamanda kendi çıkarlarıyla ilgili de pazarlık yaptığını anlamak zorundayız, AB ile ilişkiler ve doğalgaz politikası gibi. Dolayısıyla büyük kararlar, nihai kararlar oralara da bakılarak verileceği için bunun da zamana ihtiyaç vardır.


“Kamuoyu baskısı Güney’de Kuzey’den çok daha fazla”

Şubat ayında Güney’deki yapılacak seçim süreci nasıl etkiler?

Prof. Dr. Kızılyürek: Aralık’a kadar çok büyük mesafeler katedilirse seçim ertelenebilir. Onun dışında çözümü seçimle endekslenmiş göreceğiz. Yani seçimden sonra çözüm daha gerçekçi görünüyor. Sayın Anastasiades seçimi kazanırsa, “uyguladığım politika ve çözüme yönelik politikalarım halk tarafından kabul görmüştür, ben yetkiyi aldım, yürüyebilirim” diyecektir. Ancak seçimin nasıl sonuçlanacağı da çok önemlidir. Red cephesi seçimi kazanamaz ama eğer seçimden güçlü çıkarsa, Anastasiades seçimi %51 oyla kazanır, red cephesinin adayı da %49 oyla kaybederse, bu sonuç çözüm arayışlarına çok büyük bir sekte vurur. O zaman Anastasiades, kamuoyu baskısı nedeniyleson hamleyi yapmaktan korkacaktır.

 

“İki toplumun tarihselliği ve koşulları farklı”

İki toplumun “anavatan”larıyla ilişkileri çok farklıdır. Bugün hiçbir Kıbrıslı Rum “adada Yunan askeri kalsın” demiyor. Yunanistan’ın buradan gitmesi hiçbir Kıbrıslı Rum’u rahatsız etmez. Çünkü Kıbrıs Rum toplumunun Yunanistan’la ilişkileri tarihsel olarak bambaşka yere gitmiştir. Ama bu, Kıbrıs Türk toplumunun Türkiye ile ilişkileri için geçerli değildir. Bu bağımlılık ilişkisidir. Kıbrıslı Rumlar “biz Yunanistan’a çık git diyoruz, siz neden Türkiye’ye demiyorsunuz” diyor. Kıbrıslı Türkler bunu diyemez çünkü tarihsel ve toplumsal olarak aynı noktada değiller.


“Top garantörlerde”

Soru: Eide, garanti ve güvenlik konusu da dahil temel bir anlaşmaya varmaktan bahsediyor ve bunun yapılmasının başarı olarak adledilebileceğini söylüyor. Crans Montana’dan böyle birşey beklenebilir mi, bu ne kadar gerçekçi bir yaklaşım?

Prof. Dr. Kızılyürek: Geri dönüşü olmayacak bir metin istiyor aslında, bağlayıcı bir metin istiyor. Bunun çok imkan dahilinde olduğunu düşünmüyorum. Bu çok hızlı bir hamle olur, bu kadar az zamanda, bu kadar az hazırlıkla ve Türkiye’de, Atina’da, Kıbrıs’ta bu kadar çok başka hesap yapılırken bunun gerçekçi olduğunu düşünmüyorum. Ama tarafların elde ettikleri yakınlaşmalara vurgu yapılmasını, öneminin altının çizilmesi, o mirası önümüzdeki sürece aktaracak ve sürecin devam edeceğini vurgulayan bir yaklaşım bekliyorum. Taraflar son noktayı hiçbir başlıkta koymadı. Güvenlik ve garanti konularında tatmin olmadıkları sürece diğer 5 başlıkta son hamlelerini yapmayacaklar. Crans Montana’dan beklentim sürecin devamını sağlayacak bir açıklamadır. Bence Yunanistan ve Türkiye kendi aralarında görüşmelere devam edecek. Bundan sonra mesainin büyüğü garantör ülkeler üzerinden olacaktır. Top garantörlerde.

Bu haber toplam 4287 defa okunmuştur