Suriye Bataklığı
Türkiye ve Suriye arasında yaşanan ve 5 Mart 2020 tarihli Moskova Uzlaşması’yla kontrol altına alındığı varsayılan kısmi savaş uzun vadeli bir çelişkinin ilan edilmesi anlamına gelmektedir. Suriye iç savaşının başladığı 2011 yılından bu yana her iki devlet hep karşı cephelerde yer almış ama 2016 yılından itibaren Türkiye-Rusya yakınlaşmasının bir sonucu olarak Türkiye’nin Esad rejimiyle ilişkilerini düzeltebileceği umulmuştu. Kısmi savaş sadece bu umudu taşıyanları haksız çıkartmakla kalmamıştır. Görünen odur ki, Türkiye yeni bir muhasebe yaparak Süriye üzerindeki beklentilerini yeniden şekillendirmekten kaçınırsa Suriye bataklığına adım atmış olacak. Ama Türkiye Suriye çelişkisinin geleceği sadece Türkiye’nin kontrolünde olduğu sanılmasın. Suriye iç savaşına doğrudan ya da dolaylı olarak dahil olan devletlerin ve diğer aktörlerin en azından Suriye coğrafyasına dönük beklentileri de Türkiye’nin Suriye serüvenini etkilemektedir. Suriye’de siyasal istikrarın sağlanması, savaş ya da çatışma anlamında çelişkinin vadesini etkileyecek olan en temel olgudur. Her ne kadar kısmi savaş Türkiye ve Suriye arasında yaşanmiş olsa da, Rusya, ABD, Iran ve İsrail bu çelişkinin diğer baş aktörleri olarak kabul edilmelidir. Bunun dışında, Türkiye’nin desteğine sahip olan ve Suriye Milli Ordusu adıyla hareket eden muhalif gruplar, ABD’nin desteklediği Suriyeli Kürtler, Iran’ın kontrolü altında bulunan Hizbullah gibi Şii gruplar ve Cihadcı silahlı gruplar devlet dışı aktörler olarak bu çelişkinin tarafları arasındadır.
Türkiye, Suriye iç savaşının başladığı 2011 yılından itibaren üç temel amacı gerçekleştirmeye çalışmıştır: Birincisi, Esad rejiminin alaşağı edilmesi, ikincisi de Suriye’nin kuzeyinde faaliyet gösteren Kürt silahlı-siyasi grupların etkisinin kırılarak Suriye siyasetinde önemli bir aktör durumuna yükselmesinin engellenmesidir. Şimdilerde daha da öne çıkan üçüncü amaç ise Süriye’den Türkiye’ye yönelik mülteci akınını engellemek ve Türkiye’de barınan, sayısı dört milyona yaklaştığı söylenen Suriyeli’lerin geri dönüşünün sağlanması için Suriye-Türkiye sınırının Suriye tarafında güvenli bölgeler oluşturmak.
Türkiye’nin neredeyse sabit hale getirdiği bu amaçlar nedeniyle, Türk silahlı kuvvetleri, Suriye-Türkiye sınırının önemli bir bölümünde ya sınır ötesinde askeri varlık göstermekte ya da rejim karşıtı silahlı grupları aktif olarak desteklemektedir. Yani Türkiye uzun bir cephe boyunca savaşa hazır olarak beklemektedir.
Esad rejiminin devrilmesiyle ilgili olarak Türkiye’nin öne koyduğu hedefin karşısındaki en önemli engel Rusya’nın stratejik çıkarlarıdır. Rusya, Suriye devletiyle imzaladığı andlaşmalarla bu ülkede elde ettiği siyasi-askeri konumunu Akdeniz’deki varlığı açısından elzem görmektedir. Dolayısıyla Esad’ın gitmesi ancak Rusya’nın çıkarlarının korunmasıyla mümkündür. Aslında Türkiye bu yönde bazı mesajlar vermesine rağmen, Rusya bunlara hiç itibar etmemiştir. Bunun nedeni de Esad sonrası Suriye’nin Rusya açısından taşıdığı belirsizlik ve tehlikelerdir. Iran’ın Suriye rejimine sağladığı destek azaltılabilse bile Rusya’yı devre dışı bırakmak için geriye kalan tek alternatif Rusya ile Suriye toprakları üzerinde bir savaşı göze almaktır. Türkiye bu savaşı göze alırsa sadece Rusya’dan kaynaklanan ekonomik kazanımlarını kaybetmek tehlikesiyle karşı karşıya kalmayacak ama ayni zamanda öteden beri izlediği ve ‘Batı ile Rusya arasında denge oluşturmak’ şeklinde açıkladığı dış politika yönelimini de kaybedecektir. Türkiye bu tehlikeleri kabullense bile Rusya’ya rağmen Esad rejimini devirmek için Batı’dan ummakta olduğu desteğiin kapsam ve derinliğinden de emin olamayacaktir. Bu nedenle Esad rejimini devirme hedefine bağlı kalan bir Türkiye Suriye bataklığına doğru bir adım atmış olacaktır.
Türkiye’nin Suriye siyasetiyle ilgili ikinci amacı, yani PKK’yla ilişkili Kürt askeri-siyasi gruplarının Suriye siyasetinde etkili olması ve yeniden yapılandırılmış bir Suriye siyasal sisteminde otonomi gibi coğrafi denetim anlamına gelebilecek konumları elde etmesinin engellenmesi önünde hem Rusya hem de ABD’den kaynaklanan cidd zorluklar vardır. Türkiye bu nedenle Barış Pınarı adını verdiği askeri operasyonla Suriye topraklarının belirli bir bölümüne yerleşerek bu grupları daha güneye itmiştir. Bununla birlikte daha güneye konumlanan silahlı grupları ABD’nin askeri-siyasi himayesini sürdürmeye devam etmiştir. ABD’nin bu himayeden vazgeçeceğine dair herhangi bir belirti bulunmamaktadır. Ayrıca, Rusya ve Suriye rejimi ABD’nin sırtını döndüğü bir Kürt hareketini sahiplenmemesi için herhangi bir geçerli neden de bulunmamaktadır. Bunun ötesinde, TSK’nın askeri kontrolü altındaki bölgeye yerleşen Suriye Milli Ordusu (Özgür Suriye Ordusu)’na mensup silahlı gruplarla Suriye hükümet güçleri arasında bir çatışma sadece bir zamanlama meselesi olarak gündemde durmaktadır. Yani Rusya ile yeni bir kriz potensiyel olarak güçlü bir olasılık olarak beklemededir. O nedenle Türkiye’nin silahlı Kürt gruplarına karşı siyasetini daha ileri götürmeye çalışması onu bataklığın derinliklerine çekmekten başka bir sonucu olmayacaktır.
Aslında Suriye kaynaklı mülteci akınına karşı Türkiye uzun bir süreden beri uluslararası toplumu güvenli bölgenin oluşurulması için ikna etmeye çalışmaktaydı. ABD ve tümüyle Batı, güvenli bölge oluşumuna soğuk yaklaşırken, istikrarlı bir şekilde Suriye Milli Ordusu’nu desteklediği için Türkiye bu konuda Rusya’yı da ikna etme imkanını kaybetmektedir. Suriye’nin İdlip bölgesinde konuşlanan TSK unsurları vasıtasıyla Türkiyenin tek başına güvenli bölge oluşturma çabası bu bölgedeki radikal islamcı grupların varlığı nedeniyle, Rusya’yla bir çatışmaya yol açması oldukça muhtemeldir.
Görüldüğü gibi öne sürdüğü üç temel amacı gerçekleştirmek için Suriye topraklarında askeri operasyonlar düzenleyen Türkiye ‘ne Ali’ye ne Veli’ye yaranamamaktadır’. Bu üç amaçta ısrarını sürdürecek olması durumunda,Türkiye için geriye kalan iki alternatif, ya Rusya’nın Suriye için ödediği maliyetin artması nedeniyle Suriye’deki varlığını sürdüremez duruma düşmesi ya da Türkiye’yi batıdan koparmak adına geliştirebileceği yeni yaklaşımların Türkiye’nin amaçlarıyla örtüşmesidir. Ama Rusya’nın Suriye’deki varlığını doğrudan hedef almayarak bu ülkeyle çatışmadan kaçınan Batı’nın da çeşitli manevralarla bir Türkiye-Rusya yakınlaşmasının derinleşmesine sessiz kalmayacağı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla Türkiye ve Suriye arasında yaşanan kısmi savaş Türkiye’nin herhangi bir temel amacına hizmet etmeyecek şekilde Suriye bataklığına çekilmesi yönünde bir adım olmuştur. Unutulmamalıdır ki Türkiye’nin Suriye politikalarının sadece askeri ve siyasi maliyeleri değil bir de ekonomik maaliyeti vardır. Türkiye’nin Suriye topraklarında daha yoğun bir askeri etkinliğe girişmesi birçok açıdan bu maliyeti tırmandıracaktır.
(* Bir süreden beri iki yazarlı olarak sürdürdüğümüz ‘Salamis Tartışmaları’ köşesi, Dr Okan Dağlı’nın ara vermesi nedeniyle tek yazarlı olarak devam edecektir (YV).)