Survivor
Türkiye televizyonlarının reytingi en fazla ve bizim de izlediğimiz bir programı var; Survivor.
İki grup (ünlüler ve gönüllüler) Dominik Cumhuriyeti’ne gidiyorlar ve çok kısıtlı ve bazen de hiç olmayan yiyecekle iki ayrı adada yaşamaya çalışıyorlar… Bu açlığın üzerine de düzenlenen oyunlarda birbirlerini yenip kazananın yiyeceği yemek için koşturuyorlar, yüzüyorlar, atlıyorlar, zıplıyorlar, atış yapıyorlar…
Kazanan yemek ödülünü kazanıyor, kazanamayan yine mideleri boş, aç halde adalarına geri dönüyorlar. Üstelik de o hafta dokunulmazlık oyunlarını kaybetmişlerse aralarından birini yazıyorlar, isim veriyorlar ve seyircinin oylarına teslim ediyorlar.
İzleyici kimi çok sevmemişse, kimi kendine uzak görmüşse, kim biraz sönük kalmışsa o hafta o Dominik’ten ayrılmak zorunda kalıyor.
Bunlar olurken tabii ki aralarında kavgalar da oluyor… Açlık, yorgunluk kavgaların derecesini artırıyor zaman zaman… Kimi zaman kavgaların gerekçesini anlayabiliyorsunuz, kimi zamansa eften püften nedenlerle kavga çıkıyor…
“Gözünün üzerinde kaşın var”, “kafanda saçlar var”, “elin, ayağın var” gibi nedenlerle çıkan kavgalar bazen bilinçli de olabiliyor…
Her ne kadar da izleyici oylarından, kimin ne kadar destekçisi olduğundan habersiz olsalar da haftadan haftaya yapılan oylamalarda adada kalma becerisini gösteren kişi ve bazı üstünlükleri olduğu belli olan kişiye karşı bazı oyunlar oynanabiliyor…
Dört ayın, beş ayın sonunda Kıbrıs’ta oynanan finallerde yine izleyicinin oylarıyla birinci olan kişi belli oluyor. Yani bu süreç birbirini tüketme süreci biçiminde devam ediyor. Biz de merakla, heyecanla izliyor, kavgaları seyrediyor, zaman zaman da yorumlara katılıyoruz. “Şu haklıydı, bu haklıydı, şunu tutuyorum bu nedenle, onu sevmiyorum şu nedenle” gibi…
***
Şimdi kendi Ada’mıza bakalım; Biz de birbirimizi tüketmiyor muyuz! Birbirimizin kuyusunu kazmaya çalışmıyor muyuz! Biz de bazen eften-püften sebeplerle birbirimizden nefret etmiyor muyuz! Şunu sevmiyorum, bunu istemiyorum demiyor muyuz!
Hep bunları yapıyoruz, yapıyoruz ama bizimkisi açlıktan değil, avantadan, ganimetten…
Ganimet şimdilerde tükendi ama geçmişten gelen bir ganimet düzeni bizi çalışmadan kazanmaya, birilerinin malını üleşmeye alıştırdı. Avanta almaya alıştık bunca yıl… İşimizi de, mevkiimizi de, malımızı da mülkümüzü de, paramızı da, servetimizi de avantadan elde ettik. Üzerine de yattık, uyuduk.
Elbette ki toplumun tümü için bunu söylemek doğru olmaz ancak yine toplumun büyük bir çoğunluğu ‘ganimet, avanta, siesta’ düzenini oldukça benimsedi, o yüzden de bitmesini istemiyor. İşte bunun için de bu düzenin bitmesini isteyenlere karşı bir kampanya var. Survivor’daki eften-püften sebeplerle… Bu sebepler bazen kendilerine göre en büyük koruma gibi görülen bayrağın arkasına saklanarak da ortaya konulabiliyor.
Birşeyler yapmak gerek. Bunu yaparken Survivor’daki gibi tek tek adadan uzaklaştırmak için değil, farklılıkları, çeşitliliği, demokrasiyi güçlendirerek hep birlikte bir adada kalmak için çalışmalıyız. Ganimeti, avantayı, siestayı artık unutup önümüze bakmalı, gelecek için çalışmayı ön plana çıkarmalıyız.
Başka şansımız da yok zaten.
İş veremiyorsanız önlerini açın…
Mustafa Konca elektronik mühendisliği okumuş, hem de doktorasını yapmış. Ülkemizin gerçeği tabii, o da diğer gençlerin çoğunluğu gibi işini yapamıyor. Şimdi Girne’de kampçılık malzemeleri satışı yapıyor… Rock climbing (kaya tırmanışı) eğitmenliği de yapıyor… Ailesinin çiçek ve malzemeleri satışı yaptığı yerin bir kısmını bu işe ayırmış. Şimdilerde de bir projesi var. Girne Belediyesi’nin yerini göstereceği bir yere spor tesisi, çocuklara park, cafelerin yer aldığı bir tesis yapma hazırlığında… Belediye yeri gösterecek ama Bakanlar Kurulu’ndan da onay gerek. Onunla uğraşıyor… Bilgisayarda projenin detaylarına baktım. Güzel bir proje… En önemli ayrıntısı tabii ki eğitmenliğini yaptığı kaya tırmanışı için tırmanma duvarı… Umarım yer gösterilir, Bakanlar Kurulu onaylar… Genç girişimcilerin önünü açmak gerekir. Onlara eğitimleri çerçevesinde iş sağlayamıyorsak en azından girişimlerini kolaylaştırıcı eylemlerde bulunalım.
Girne Limanı’nda Kıbrıslılar…
Zaman bulduğumda eski Girne limanına gidip bir şeyler içmeyi severim… Oralara gidince de hep yakınırız… “Kıbrıslıları göremiyoruz artık” diye… Aslında turistik bir yer olması nedeniyle tabii ki turist adı altında burada olan Türkiye kökenlileri daha çok görmek normal. Ama Kıbrıslıtürklerin ve buraya kök salmışların da ‘terkedilen yerler’e bir yer daha katmaları çok da hoş değil. Ne güzel ki artık Kıbrıslı diye belki Kıbrıslıtürk göremiyoruz ama bir şeyler içmek için taaa ‘sınır ötesi’nden gelen diğer Kıbrıslılar, Kıbrıslırumları görüyoruz artık limanda…
Adını siz koyun!
Bu eylemin adını siz koyun ama bu kadarına da pes doğrusu… TC’nin Başbakanı gelmiş, Anayasa değişikliğine, daha doğrusu ‘tek adam’ rejimine ‘evet’ mitingi yapacak… Azınlık Hükümetinin iki bakanı da orada, Sunat Atun ve Kemal Dürüst kürsüye çıkmışlar, onlar da ‘evet’ diyorlar… Yahu size ne? Siz başka bir memlekette, eğer kendinize ‘hükümet’ diyorsanız başka bir hükümetin bakanısınız… Size mi düşmüş, kürsüye çıkıp ‘evet’ çığlıkları atmak!.. Bu kadar mı düştünüz!..
Her zaman yaptığın şeyleri yapmaya devam ettiğin sürece her zaman elde ettiğin şeyleri elde edeceksin.
H.jackson Brown