Sustukça Yok oluyoruz…
Yıllardır yönetimde bir vesayet sorunundan bahsediyoruz.
Bu bir vakıa!
Türkiye’nin buraya yaptığı dayatmaları anlatıp duruyoruz.
Bunun da türlü örnekleri var.
Ancak bunlar arasındaki son örnek olan, Türkiyeli sanayicilerin Kuzey Kıbrıs’a yatırım yapmasının teşvik edilmesi açık şekilde bir kez daha durumu özetliyor.
Yine yıllardır konuşulan 3. Sanayi Bölgesi, Türkiye tarafından Güvercinlik’te kurulacak. Bütün alt yapı maliyetlerini Türkiye üstlenecek. Bunun için ihale de muhtemelen yine Türkiye’de açılacak.
Buna karşılık Türkiye’den adaya gelecek sanayiciye teşvik verilerek, aslında oldukça düşük bir yatırım bedeli olarak değerlendirilen 3 milyon Euro yatırım karşılığında türlü muafiyetler uygulanacak. Bu şartın 20 milyon Euro olduğu düşünüldüğünde, yaratılan farkın ne kadar büyük olduğu daha iyi anlaşılabilir.
Sanayiciler buraya gelirken yabancılar için konulan mülk edinme kotasına da tabi olmayacaklar.
Yıllardır burada kıt kanaat ayakta durmaya çalışan yerli sanayici ise tedirgin.
Uluslararası anlaşma tahdında yasa kabul edilen ve meclise de neredeyse göstermelik gidecek olan anlaşmanın yaratacağı dezavantajları, yapılacak tüzüklerle ortadan kaldırmayı ümit ediyorlar.
Özellikle de yatırım ihtiyacı dışındaki alanlara yatırım yapılmaması şartı, belli ki yerli sanayici için önemli.
Konuyu uzun uzun MASA’da Sanayi Odası Başkanı Ali Kamacıoğlu ile değerlendirdik. Dilerseniz programı https://www.youtube.com/watch?v=s5bbxl0aNuY youtube kanalımızdan izleyebilirsiniz.
Kamacıoğlu’nun bana göre bu programda söylediği en can alıcı şey, yıllardır yerli sanayicilerin de 3. Sanayi Bölgesi için devletten talepte bulunduklarını anlatmasıydı. Yerli sanayici yıllardır gelip giden hükümetlerden bütün alt yapıyı üstlenmek koşuluyla, yeni bir sanayi bölgesi için sadece arazi talebinde bulunuyor.
Peki ne oluyor?
Gidip gelen hükümetler ve muhtemeldir ilgililerin doğrudan çıkarı olmaması nedeniyle konu askıda kalıyor.
Ama Türkiye kendi sanayicisi için bunu hayata geçiriyor. “Güvercinlik’te yeni bir sanayi bölgesi kurayım, sizi de teşviklendireyim, gidip orada yatırım yapın” diyor sanayicisine.
“KKTC’nin ihracaat kapasitesini artırmak” olarak belirlenen hedef doğrultusunda, teşvik alıp, muafiyetler uygulanacak Türkiyeli sanayicinin de buradan Avrupa pazarına açılmaları daha kolay olacak. Yeşil Hat üzerinden ürettiklerini doğrudan Avrupa pazarına ulaştırabilecekler.
Başvuruları değerlendirecek komiteye de 2 üyesini atıyor, başından sonuna bütün kademelerde karar sahibi oluyor.
Peki ya yerli sanayici?
Birilerinin iyi niyet göstererek, kendi alanlarındaki paylarına ortak olmamasını temenni ediyorlar. Zira ülke koşullarında ayakta durmak yeterince zorken, teşviklendirilmiş sermaye ile rekabet etmeleri imkansız.
Bu temenniler yerine gelirse, mesela mobilya alanında yatırım kabul edilmeyecek. Yeşil Hattan en fazla geçen ürün. Ya da hellim veya kahve üretimi istenmeyecek. Ama bunlar sadece bir temenni.
Ve zaman değişken.
Bugün kabul edilmeyen dışarıdan gelecek yatırımın yarın tamamen başkalarına verilmeyeceğinin garantisi yok.
Ama ne buraya gelmek isteyen yatırımcı suçlu ne de bunu teşvik eden Türkiye!
Tam tersine Türkiye aslında kendi sermayesi için son derece pragmatik ve faydalı bir şey yapıyor. Alternatif bir alan açıyor.
Ekonomi konusunda yıllardır doğru kararlar üretemeyen, sanayicisini, üreticisini ticaret alanını koruyup geliştiremeyen, sadece koltuk üstünden menfaat elde etmeye odaklı bir kamu yönetimi aslında tek suçlu.
Ve buna alkış tutan biz.
Alkış tutmasak da sessiz duran biz.
Bu satırların okuyucusu da son derece farkındadır eminim ama bir kez daha hatırlatmak istiyorum;
Düşünsenize, en temel ihtiyacımız olan suyu Türkiye’den getiriyoruz. Yönetimi de facto olarak başka ülkeye devrediyoruz. Geleni kullanmak için politika üretmek bir yana, her şeyi bizim dışımızdaki bir yönetime devrediyoruz.
Sermaye hızla el değiştiriyor.
Ardı ardına nereden nasıl geldiği belli olmayan üniversiteler konuşlanıyor etrafımızda.
Adı, itibarı hatta öğrencisi olmayan apartmanlar kampüs diye kaydediliyor.
Elektrik alanında yaşanan skandalların yarısı normal bir ülkede yaşansa, taş üstünde taş kalmazdı.
Ülkenin tek yolcu karşılayan havaalanını ucube bir anlaşmayla özelleştirdik. Rezillikler özelleştirmenin sonucu değil, rüşvet ve menfaatle yürütülen yolsuz, usulsüz işlerin sonucu.
Listeyi uzatabiliriz.
Ama yaşanan her örnek, bu adada her koşulda yaşam mücadelesi verenlerin aleyhine işliyor maalesef. O yüzden şimdi de sırada sanayici var.
Canla başla uğraşarak Yeşil Hat üzerinden ihracaat rakamlarını artırmayı başaran, alternatif bir kapı yaratan sanayici de Yeşil Hat Tüzüğü de bu tabloda önümüzdeki 10 yıl içinde denklemde yer almayabilir. Bundan da zararlı çıkan tek taraf yine Kıbrıslı Türkler olur.
***
Ocak ayından beridir, sahillere vuran cesetler neredeyse gündemin değişmez maddesi haline geldi. Antalya ve Kıbrıs sahillerinde bulunan bedenlerin vücut bütünlüklerinin bozulduğu ve kimlik tespiti yapılamadığı söyleniyor. Bugüne kadar bulunan 10’u aşkın cesetten sadece 1’inde kimlik tespiti yapılabildi. O’nun da kayıp ilanı verilen bir kadına ait olduğu ifade edildi.
Yeterli bir açıklama yapılmadığı için detay bilmiyoruz ancak batan bir mülteci teknesinden kaynaklı olduğu düşünülse de bu ölümlerin, buralarda bir tekne bulunamaması ve cesetlerin neden vücut bütünlüklerinin olmadığı cevaplanmaya muhtaç sorular.
Kendi derdine merhem olamayan bu küçük yarım ülke birçok karanlık ilişki ve işin de ana geçit noktasına dönüştü. Dahası bu özelliği son yıllarda iyice arttı.
Ama sanayicilerden çok da farklı değiliz hiçbirimiz.
Birkaç sivil toplum temsilcisi dışında hiç kimse çıkıp bu cesetler kim, neden ve nasıl bu halde sahillerimizde diye sormuyor.
Sustukça yok oluyoruz.