“Süt Babam”, Larnaka’da gösteriliyor...
“Yüzleşme Sineması”nın parlak örneği “Süt Babam” belgeselinin güzel yolculuğu Larnaka’da devam edecek...
“Geçmişle yüzleşme sineması”nın parlak bir örneği olan Kıbrıslı yönetmen Cemal Yıldırım’ın belgesel filmi “Süt Babam”, 27 Eylül 2024 Cuma akşamı Larnaka’da gösterilecek. 1974’te savaş esnasında bir Kıbrıslırum askerin (Antreas Efstathiu), bir Kıbrıslıtürk bebek için (Birgül Kılıç Yıldırım) süt bularak bunu Kanlıdere içinde bebeğin babasına (Mehmet Kılıç) getirmesini konu alan belgesel film, Kıbrıs’ta yalnızca katliamların değil, aynı zamanda insani olayların da yaşandığını son derece etkileyici biçimde anlatıyor. Birgül Kılıç Yıldırım, büyürken hep merak ediyor: Kendisine süt bulup getiren ve hayatta kalmasını sağlayan o Kıbrıslırum kimdir? Onu bulmak istiyor ve nihayetinde buluyor ve “Süt Babam” dediği Antreas Efstathiu’yla bir araya geliyor. “Süt Babam” filmi işte tüm bu süreci anlatan bir belgesel film...
LARNAKA’DA GÖSTERİLECEK...
“PRODEFTİKİ” adlı ilerici Kıbrıslırum öğretmenler örgütünün Larnaka Branşı tarafından organize edilen gösterim, Kondealılar’ın “Kondea Evi”nde yer alacak. Larnaka’da Piyale Paşa Sokağı’ndaki “The House of Kontea”da düzenlenen gösterim saat 20.00’de yapılacak.
PRODEFTİKİ Larnaka’dan yapılan açıklamada, film gösteriminin 21 Eylül Uluslararası Barış Günü vesilesiyle 27 Eylül 2024 tarihinde saat 20.00’de “Kondea Evi”nde gerçekleştirileceği belirtildi. Açıklamada “Süt Babam” adlı gerçek olaylara dayalı filmin gösterimi sırasında yönetmen Cemal Yıldırım’ın yanısıra yaşanan gerçek olayın kahramanları olan Mehmet Kılıç, Haralambos Kaloyiru, Antreas Efstathiu ve Birgül Kılıç Yıldırım’ın da Kondea Evi’nde olacakları belirtildi.
ARDA ARIKAN’IN YAZDIKLARI...
Ünlü karikatür sanatçımız ve barış aktivistimiz Serhan Gazioğlu’nun 14 yaşındaki toruncuğu Arda Arıkan ise filmle ilgili olarak düşüncelerini şöyle paylaştı sosyal medya sayfasında:
“Bugün Cemal abinin, Murat abi ile olan programını izledikten sonra; AB Bilgi Merkezi'nde izlediğim ve paylaşamadığım "Süt Babam" filmi hakkındaki yazımı hatırladım ve geçte olsa paylaşıyorum:
SÜT BABAM: BARIŞA AÇILAN KAPI - ΤΟ ΓΑΛΑ ΤΗΣ ΕΙΡΗΝΗΣ: Η ΠΟΡΤΑ ΠΟΥ ΟΔΗΓΕΙ ΣΤΗΝ ΕΙΡΗΝΗ
1974 yazı… Kıbrıs’ı kasıp kavuran savaşın en acı günleri... Adayı ikiye bölen o derin yaralar, sadece evleri ve köyleri değil, insanlığımızı da parçaladı... Bu topraklarda kaybolan şey sadece barış değildi; masumiyetimiz, vicdanımız da bu acıların arasında silinip gitti... Ama bazı hikayeler var ki, bu karanlıkta bile umut ışığı olur... "Süt Babam", işte tam da böyle bir hikaye…
Bu belgesel-filn, savaşın ortasında Birgül Kılıç'ın (Yıldırım) babası Mehmet Kılıç’ın bir Kıbrıslırum askeri olan Antreas Efstathiou’dan süt yardımı alarak kızının hayatını nasıl kurtardığını anlatıyor... Savaşın ortasında, karşı cepheden gelen bir iyilik… Düşman olarak görülen üstelik 1963'te kayıp edilen kardeşi olan bir askerin, çaresiz bir baba ve açlıktan ölmek üzere olan bir bebek için gösterdiği insani yardımı…
Soldan sağa Mehmet Kılıç, Birgül Kılıç Yıldırım, Antreas Efstathiu...
Bu hikaye sadece savaşın acımasızlığını değil, insanlığın nasıl hayatta kalabildiğini de gözler önüne seriyor... Kıbrıs’ta, her iki toplumun da kendi acılarını yaşadığı o dönemde, "Süt Babam" gibi öyküler, barışın mümkün olduğunu hatırlatan nadir anılar arasındadir... 1974'te pek çok şeyimizi kaybettik... Ama bu ve bunun gibi hikayeler, işte tam da o kayıplar arasında bir köprü kurmakta...
Yıllar sonra Birgül, kendisinin ve babasının hayatını kurtaran Antreas’ı bulur... Bu buluşma sadece bir teşekkür değil, aynı zamanda savaşın açtığı yaraların iyileşebileceğinin de bir kanıtıydı... "Süt Babam", belki de bu topraklarda barışın yeniden yeşerebileceğinin, insanların birbirini yeniden bulabileceğinin bir sembolüdür...
Belgesel boyunca, Sevgül Uludağ’ın yıllardır verdiği barış mücadelesi de ekrana taşındı... Sevgül Uludağ da, iki toplumun kayıplarını bulmak için yıllardır Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırumlar’la birlikte çalışmaktadır... "Süt Babam", bu mücadeleye bir katkı olarak, geçmişin acılarını unutmadan geleceğe umutla bakmamız gerektiğini hatırlatıyor.... Yönetmen Cemal Yıldırım'ı da tebrik etmemek imkansız... Andreas Fterakides'in de dediği gibi; bu film, Kıbrıslırumların Kıbrıslıtürklere olan görüşlerini mucizevi bir şekilde değiştirdi...
Bugün Kıbrıs’ta iki toplum da geçmişin acılarını hala taşıyor... Ancak bu belgesel bize şunu hatırlatıyor: Barış, sadece sınırları aşmakla değil, insanların birbirini anlamasıyla, geçmişin yaralarını birlikte sarmasıyla mümkündür... Kaybolan masumiyetimizi bulmak için önce birbirimize bakmalıyız... Bu topraklarda, her bir acının ardında bir insanımızın hikayesi var... Ve bu hikayeleri dinlemeye başladığımızda, belki de Kıbrıs’ın yaralı kalbi biraz olsun iyileşir...”
GEÇMİŞLE YÜZLEŞMEYE DAİR YAZILAR...
“Anadilinden sürgünlük halleri: Dilsel küçülme...”
Metin V. BAYRAK/bianet
Refik Halit Karay, Eskici adlı öyküsünde, henüz beş yaşındaki Hasan, Kanlıca’dan dilinden koparılmış bir çocuk olarak Arabistan’daki halasının yanına gönderilerek yabancı bir dünyada sessizliğe mahkûm edilir. Aylarca gündelik birkaç kelime dışında konuşmaz, konuşamaz. Birgün hem eskici hem de ayakkabı tamircisi, eskiyen ayakkabıları tamir etmesi için avluya alınır. Küçük Hasan, ilgiyle izlediği eskiciye, “Çiviler ağzına batmaz mı senin?” diye sorar. Eskici “Türk çocuğu musun be?” diye yanıtlar ve iki sürgün birbirlerine ruhlarını açarlar. Ancak anadilinden sürgün edilen biri, ağzında çiviler varmış gibi konuşamaz; dil kaybolduğunda düşünceler de kilitlenir, iletişim donuklaşır, rüyalar da yavaşla kaybolur, bir başka dilde rüya görülmeye başlanır. Dil nasıl insanın varoluş evi ise, anadili de insanın ruhunu, bilincini açığa çıkardığı mecradır, yuvadır. Osmanlı'nın parçalanıp Cumhuriyet’in kurulduğu dönemde Kafkasya, Ortadoğu ve Balkanlar’dan çok sayıda insan Türkiye’ye göç etti ve birçoğu da sınırların dışında kaldı. Kendi dillerinde var olamayanların yaşadığı bu trajedi, küçük Hasan’ın anadilinden sürgün edilmesine benzer. Bugün, Türkiye’den kaçıp Avrupa ve ABD’ye gitmek isteyenlerin, hem kendi dillerini kaybetme hem de sürgün edildikleri dillerde dilsel küçülme yaşama riski bulunuyor. İçeride de Kürtler başta olmak üzere, Suriyeli ve Afgan milyonlarca insan aynı dilsel küçülme tehdidiyle yüzleşiyor.
İnsan, varoluşunun en temel yapı taşlarından biri olan dil içine, dili olan dünyaya doğar. Dil, yalnızca iletişim kurmamızı sağlayan bir araç değil, aynı zamanda düşüncelerimizi şekillendiren, kimliğimizi oluşturan ve dünyayı anlamlandırmamızı sağlayan dinamik bir dizgedir. Bu nedenle anadili, kişinin doğadan kültür evrenine yolculuğunun en belirleyici öğesidir...
Düşüncelerimiz, dil aracılığıyla dilde dile gelerek somutlaşır; ancak dilde nesnelleşen düşünce, belli bir form içinde anlam kazanır; bir başka öznenin zihnince alımlanabilir hale gelir. Dil, zihinsel süreçlerimizi yönlendirir, karmaşık fikirleri ifade etmemize olanaklı hale getirir. Bu nedenle, dilin düşünmenin ana enstrümanı olduğunu söylemek, onun bilişsel gelişimimiz yanında kültürel, etik varoluşumuzun merkezi rolünü de vurgular... İnsan, tür olarak pek çok şey gibi düşünmeyi de öğrenir; buna dil eşlik eder. Yaşı ile dilinin eşzamanlı büyümesi beklenir. Düşünme gücünü belirleyen dil yaşı, öğrenmenin muradı olan problem çözme becerisininin sınırlarını belirler. Dil yaşı, bireyin dil becerilerinin olgunluğunu, gelişimini ifade eder. Bireyin işittiği sözcük sayısı, cümle yapıları, göz teması kurularak kuralan iletişim, dinlediği anlatılar, kullanılan deyimler, kendisini ifade etmesinin sağlanması gibi değişkenler, dil yaşını belirler. Dil yaşı ne kadar küçükse, bireyin düşünme gücü ve problem çözme becerileri o kadar gelişmiş olur. Erken yaşta dil öğrenimi, bilişsel yeteneklerin gelişimini hızlandırır, bireyin daha karmaşık düşünme süreçlerini yönetmesine olanak tanır.
Dil yaşı yanında dil bilinci, kişinin toplumsal ve etik gelişimi yanında entelektüel kavrayış gücünü doğrudan etkiler. Dil yaşının göreli olgunlaşmasıyla oluşan dil bilinci, kişinin dilin yapısını, işlevini ve kullanımını anlamasını ifade eder. Dil bilincinin gelişimi ile beliren etik varlık olarak kişi, dili daha etkili kullanır, yaşamdan, yaşadıklarından anlamlar çıkarır. Bu durum, kişinin etik ve toplumsal değerlerini anlamasına, anlamlandırmasına, içselleştirmesine yardımcı olurken aynı zamanda entelektüel gelişimini de destekler.
Dil yaşı, kişinin anadilinde yaşaması ile de ilişkilidir. Bir hak olan anadili, insanın hayata katılımının temelidir. Anadili ile öğrenme gücü arasındaki korelasyon oldukça yüksektir. Bu nedenle de anadili, kişinin doğuştan sahip olduğu, kültürel kimliğini oluşturan, dünyayı kavrayışının paradigması olarak temel bir haktır. Anadili, insanın dünyayı anlamasını, öğrenmesini, kendini ifade etmesini, kısacası hayata katılmasını sağlar. Bu nedenle, anadilinde eğitim, bireyin akademik başarısını ve hayata katılımı açısından kritik önemdedir.
Anadilinde eğitim almayanlar, sınıfsal anlamda eşitsizliğin derinleşmesi ile karşı karşıya kalırlar. Anadilinde eğitim alamayanlar, eğitim sisteminde dezavantajlı duruma düşerler. Aynı zamanda sosyal, ruhsal, fiziksel, manevi ve entelektüel dünyaları kısıtlanır, düşünme evrenleri daralır. Bu da hayat yolculuklarındaki kimi olanakları değerlendirmelerini ya engeller ya da güçleştirir. Anadilinde eğitim alamayanlar, politik tehditleri, azınlık olmaktan kaynaklı tehditleri ve/ya riskleri ihmal ederek söylendiğinde, toplumda marjinalleşme riskiyle karşı karşıya kalır, sosyal hareketlilikleri kısıtlanır. Anadilinde yaşamayan, anadilinde akademik anlamda eğitim almayanlar, “dilsel küçülme” adı verilen olguyu yaşarlar. Bu da her anlamda kişinin hayata katılımının önünde büyük bir engeldir.
Dilsel küçülme, bir bireyin anadilini kullanma becerilerini kaybetmesi veya bu becerilerin zayıflaması anlamına gelir. Bu durum, bireyin kültürel kimliğinden kopmasına ve sosyal izolasyona yol açabilir. Ayrıca, dilsel küçülme, bireyin düşünme yeteneklerini ve dünyayı anlama biçimini de sınırlandırarak dil ile kurduğu bağ zayıflar, hayata katılımı kadükleşir.
Dilsel küçülmenin kişinin dünyasında kimliksel ve düşünce anlamında bir tür erozyona neden olduğu ileri sürülebilir. Dilsel küçülme, bir bireyin anadilini kullanma becerilerini kaybetmesi veya bu becerilerin zayıflamasını ifade eder. Bu durum, bireyin kültürel kimliğinden kopmasına ve sosyal izolasyona yol açabilir. Bülent Küçük'ün ifadesiyle, anadilini kullanamayan, "âdeta lal edilmiş" gibi hisseder ve bu durum onun üzerinde bir tür "simgesel şiddet"e dönüşür.
Tarih boyunca, dilsel küçülme, baskıcı rejimlerin ve asimilasyon politikalarının bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Örneğin, Amerika kıtasının yerli halkları, Avustralya'nın Aborjinleri ve Afrika'nın birçok yerli topluluğu, sömürgeci güçler tarafından anadillerini konuşmaktan ve öğretmekten men edilmiş, bu da onların kültürel kimliklerinin erozyonuna ve sosyal dışlanmalarına yol açmıştır...
Dilsel küçülme, sosyal izolasyon yaratır. Anadilini kullanamayanlar, kendi topluluklarıyla iletişim kurmakta zorluk çekebilir; bu da sosyal izolasyona yol açabilir. Özellikle çocuklar, anadillerini konuşamadıkları için akranlarıyla etkileşimde bulunmakta zorlanabilir, duygu ve düşüncelerini aktaramamanın yarattığı engelleme çeşitli bakımlardan agresyona (sadırganlık) dönüşür; bunlar da sosyal izolasyonu ‘meşrulaştırdığı” gibi derinleştirir de.
Dilsel küçülme, kişinin düşünme evrenini daraltır. Anadilini kaybeden biri, düşünce dünyasının daralmasıyla karşı karşıya kalır. Bu durum, bireyin yaratıcılığını, problem çözme becerilerini ve eleştirel düşünme yeteneğini kastre eder. Bu bağlamda George Orwell'ın "1984" romanında tasvir edilen "Newspeak" dili, düşünce kontrolünün bir aracı olarak dilsel küçülmenin distopik bir örneğini sunar.
Dilsel küçülme, kültürel anlamda kimlik erozyonuna neden olur. Dil, bir toplumun kültürel mirasının taşıyıcısı, bireyin kimlik oluşumunun yani kişileşmesinin temel yapı taşlarından biridir. Anadilini kaybeden kişinin kültürel kökleri ile olan bağı zayıflar, Hayatının kaidesi sarsılır. Bu durum, kişinin aitlik duygusunu zedeler, yaşadığı topluma katılım sorunları yaşaması nedeniyle de yabancılaşır. Örneğin Franz Kafka, Çekçe anadilini konuşmasına rağmen, Almanca yazmayı tercih etmiş; bu durumun yazarın kimlik çatışmalarını derinleştirdiği iddia edilir.
Dilsel küçülme akademik başarıyı zayıflatır. Anadilinde eğitim alamayan çocuklar, öğrenme sürecinde zorluk yaşarlar. Günümüzde büyük ölçüde piyasalaşan rekabetçi bir evrende çocukların eğitim fırsatlarına erişimleri sınırlanır. Bununla sınıfsal yarılmalar daha da marjinalleşerek derinleşir, kalıcılaşır, ileri kuşaklara aktarılır. UNESCO'nun araştırmaları, anadilinde eğitimin öğrenmeyi kolaylaştırarak hayata katılımı güçlendirdiğini, anadilde eğitim alamayan çocukların ise dezavantajlı duruma düştüğünü göstermektedir.
Dilsel küçülme, bireyin anadilini kullanma becerilerinin zayıflaması veya tamamen kaybetmesi durumunu ifade ederken, bu sürecin en uç noktasında "dil kaybı" (language attrition) ortaya çıkar. Dil kaybı, bireyin anadilini tamamen unutması, artık bu dili konuşamaz, anlayamaz hale gelmesidir. Bu durum, bireyin kültürel kimliğinden tamamen kopmasına ve kendi toplumuyla bağlarını tamamen kaybetmesine yol açabilir.
Dil kaybı, özellikle göçmenlerde, baskıcı dil politikalarının uygulandığı bölgelerde sıkça görülen bir olgudur. Göçmenler, yeni kültüre ve diline uyum sağlamaya çalışırlarken, şu ya da bu bedenle ve biçimle baskı altında anadillerini kullanmaktan kaçınırken, zamanla anadillerini unutmaya başlarlar. Anadilden sürgün, rejime dönüşerek kalıcılaşır, ebedi yurtsuzluk dil kaybıyla kesinleşir. Bu durum, sadece bireysel değil, toplumsal düzeyde de ciddi sonuçlar doğurur: Bir dilin kaybolması, o dilin taşıdığı kültürel mirasın, bilgi birikiminin ve dünya görüşünün de ölmesi anlamına gelir. Dil kaybının domino etkisiyle o dili konuşan topluluklarda tek tek gerçekleşmesi ile o dil, ölür; o dilin ad vererek can verdiği pek çok varlık da yok olur: Hayat eksilir.
Dilsel küçülme, bireyin kültürel kimliğini, sosyal bağlarını ve düşünme yeteneklerini majör anlamda etkileyen çok boyutlu bir sorundur. Bu nedenle, anadilinde eğitim hakkının korunması ve desteklenmesi, insanların potansiyellerini gerçekleştirmeleri ve topluma etkin bir şekilde katılmaları için kritik öneme sahiptir. Anadili sadece bir iletişim aracı değil, aynı zamanda kişinin kimliğini, düşüncelerini ve dünyayı anlamasını biçimlendirir. Bu nedenle, anadili ve anadilinde eğitim hakkı, insan hakları çerçevesinde korunması gereken temel bir hak olduğu kadar toplumsal huzur ve refahın, birlikte yaşamanın, adil ve kapsayıcı bir toplumun ve kültürel zenginliğin de temel taşıdır.
https://bianet.org/yazi/anadilinden-surgunluk-halleri-dilsel-kuculme-299679
(BİANET.ORG – Metin V. BAYRAK – 14.9.2024)