1. YAZARLAR

  2. Gençler Yazıyor

  3. Suzan Kısaoğlu: İçinde bulunduğumuz ‘tez’
Gençler Yazıyor

Gençler Yazıyor

Suzan Kısaoğlu: İçinde bulunduğumuz ‘tez’

A+A-


                                      

Suzan Kısaoğlu

Tarih; zamanın bu dipsiz adı. Onu nasıl algılarsınız?

Süreç sürekli takla atıyor. Sürekli bir şeylere gebe bir şimdiki zaman var. Doğan bu şeyi, bu yeni şimdiki zamanı, doğuran ne?

‘Bildiğiniz tüm tarih bilgilerini unutun!

Hiçbir veri gerçeğin kendisini yansıtacak kadar objektif ve doğal oluşturulmamıştır, dahası siz bu verileri zihninize kodlarken aldığınız bilginin subjektifliğinin üzerine kendinizinkini katıp öznelleştireceksiniz. Bu, zihninizin oyunu, ve üzgünüm siz oyuna müdahil değilsiniz.’ demiştim bir yazımda. Ve bunun sebebini açıklarken beynin katmanlarından söz etmiştim;
İnsan beyni üç katmandan oluşur, en içteki katman ‘sürüngen beyin’ olarak adlandırılan kısımdır, kararların alındığı mekanizma bu noktada gelişir. Bir üst kısım duygusal beyindir ki burası da ‘memeli beyin’ olarak adlandırılır, ve en son katman ise ‘yeni beyin’ olarak adlandırılan kısımdır, bu aynı zamanda kontrol mekanizmasını elinde tutup sürüngen beynin aldığı kararları durdurma, ilerletme ve geliştirme eylemlerini gerçekleştiren emirleri verir. Beyin vücudumuzun sahip olduğu donanım merkezidir, ve yazılım çalıştıkça bu merkez güçlenir.

Fakat ilginç olan nokta şudur ki, zihin boş bir levha halindeyken bile sahip olduğumuz DNA üzerindeki yazılımın etkisiyle donanım kazanır.

Ve fakat, bu muazzam mekanizma öyle bir yapıya sahiptir ki, öğrenmek için duygusal algıya ihtiyaç duyar.

Verileri hızlıca toplar, ayrıştırır, kodlar ve saklar. Bu dört adımın uygulanması, zihnin söz konusu veriyi benimsediğini gösterir. Peki ya toplanan bilgi ayrıştırma aşamasında zihnin hiçbir bölümünde daha önce kodlanmış verilerin hiçbirine benzeşemezse ne olur? Zihin algıladığı şeyi saklayamaz, ve kişi öğrenemez.

Beyin duygusal bağ kuramadığı veriyi serbest bırakır.

Duygusal bağ bu kadar önemliyse, şu an sahip olduğumuz tarihi bilgi birikimi tamamen zihnimizin algıda seçicilik sonucu depoladıklarından ibaret değil midir? Eğer öyleyse, dünyayı objektif bir gözle görmemiz nasıl mümkün kılınabilir? Cevabı biraz korkutucu. Öyle ki, dünyayı objektif bir gözle algılayamamız yadsınamaz bir gerçeklik. Bu durumda geleceğimizi oluşturacak her yeni adım önümüze sunulan tarihi bilgilerden bilinçaltımıza depoladıklarımız sonucu oluşuyor. Bu bilgiler ne kadar tehlikeliyse biz o kadar tehlikeli oluruz.

Ve elbette ki bu durumdan nemalanan, yani bu kadar öznel algılayışımızın bilinciyle bundan beslenen bir mekanizma var. Bu mekanizma; devlet.

Her devlet bir tarihten beslenir. Kendi tarihinden. Yapısını korumak amacıyla tarihi yeniden yoğurup uygun biçime getirip şimdiki zamana o şekilde sunar. Bunu yapar, çünkü yapmak zorundadır. Yapmak zorundadır, çünkü geleceği doğuran geçmiştir. Gelecek ve geçmiş arasında duran bu şimdiki zaman hali bu yüzden tehlikeli bir haldir. Yıkabilir, dağıtabilir, veya daha fazla güç katabilir. İşte bu noktada bir idealist  filozof olan Hegel’den söz açmak istiyorum. Hegel siyaset felsefesine kazandırdığı yeni boyutta bize bir diyalektikten söz eder; tez, antitez ve sentez. Tez, mevcut durum olarak ele alınır. Mevcut duruma karşı bir argüman niteliği taşıyan olgu antitez, ve ikisinin çatışmasından doğan yeni olgu, sentez. Sentez, bir çeşit yeni ‘tez’ olur. Ta ki bir diğer antitez gelip onu dağıtıp yeni bir sentez yaratana kadar. Bu süreç sonsuza kadar devam eder. Doğum yaşam ve ölüm gibi.

Hegel bu diyalektiğiyle ‘efendi-köle’ ilişkisine yorum kazandırır. Dikatatör ve ezici bis baskının kolektif  bir başkaldırı, yani antitez, doğurmasıyla birlikte yeni bir yapının oluşması. Yapısı itibariyle bir çarkı andıran bu döngüyü içinde bulunacağımız her yapıda duyumsamamız mümkün. Tıpkı şimdi içinde bulunduğumuz siyaset ortamında olduğu gibi; yeni bir hükümetin kurulması. Bir antitez türeyene kadar tezin yaşamını sürdürmesi.

Peki şimdi, tez yaşarken, ne olacak? Yeni tarih kitapları, yeni televizyon programları, yeni basın. Yeni anlayışı bir aşı gibi enjekte edecek tüm bunlar, doğması beklenenler. Kulağa biraz korkutucu geliyor. Ama daha korkutucusunu söyleyeyim mi?

Burada, bu beklenen sürecin gerçekleşme mümkünlüğü bile öyle zayıf ki.

Başka bir ülkeye bu kadar bağlıyken, kitap ve öğretiler, tıpkı diğer her şey gibi, dayatılmaya devam edilecek. Tıpkı diğer her şey gibi, geçmişimiz de başka bir ülkenin ellerinde yoğrulmaya devam edecek. Ve beyin adapte olup öğrenecek, ve bu da yönsüz ve çarpık geleceğe gebe bir ortam yaratacak. Varlığımız başka bir ülkenin varlığına ulanacak.

Bunun adı ne biliyor musunuz.

Bunun adı emperyalizm.

 

Bu yazı toplam 2373 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar