Suzan Polat; “Tiyatroya olan ilgi halk açısından umut verici, devlet açısından ise vahim”
Suzan Polat; “Tiyatroya olan ilgi halk açısından umut verici, devlet açısından ise vahim”
Simge Çerkezoğlu
Suzan Polat, 28 yaşında Adıyamanlı göçmen bir ailenin dördüncü çocuğu olarak Surlariçi’nde dünyaya geldi. Babasının iflasının ardından lise yıllarından üniversitenin sonuna kadar eğitim hayatına çalışarak devam etti. Yakın Doğu Üniversitesi’nin oyunculuk bölümünden mezun olmasının ardından aynı üniversitenin dramatik yazarlık bölümünde yüksek lisans yaptı. Şu anda Levent Koleji’nde orta ve lise bölümünde drama dersi veriyor ve hem hayatını hem de tiyatro ile kesişen hikâyesini bizimle paylaşıyor.
Suzan’la öncelikle göçmen bir ailenin çocuğu olarak Kıbrıs’ta yaşarken karşılaştığı zorlukları konuştuk. Doğrusu beklediğim sıkıntılardan çok farklı deneyimlerini bizimle paylaştı.
“Üniversiteye başlayınca göçmen bir ailenin çocuğu olmaktan dolayı bazı sıkıntılar hissetmeye başladım. Ancak bu ailemden kaynaklanıyordu. Aşırı korumacı bir ailem vardı, yıllarca kendi kültürümüzün dışına çıkmama izin vermediler. Onlara göre dışarıda çok kötülük vardı. Sadece kendi sokağımızda oynuyor, sadece kendi sokağımdan olan okul arkadaşlarımla ilişki kurabiliyordum. Tabii bunun ırkçılıkla değil de fazla korumacılıkla ilgili olduğu kanısındayım. Evime sadece akraba çocukları gelebiliyordu. Üniversiteye başlayınca gerçek hayatın çok farklı olduğunu anladım. Hayatı sadece okuyarak değil yaşayarak da öğrenmem gerekiyordu. Burada doğmama rağmen ülke kültürüne çok geç adapte oldum. Keşke zamanında izin verilse ve çok daha önce kendimi Kıbrıslı hissetseydim diyorum. Yıllarca yaşamadığım bir memleketin kültürünü öğrenmeye çalıştım. Ben Adıyaman’da doğmadım ve yıllarca hiç bilmediğim, oradaki insanlar gibi bu topraklarda yaşamaya çalıştım. Oysa benim yaşadığım yer burasıydı. Oyunculuk eğitimi almaya karar verdikten sonra önce ailemi ikna ettim. Sonra da onları değiştirmeye başladım. Zaman içinde arkadaş çevrem de değişivermişti. Böylece onlar da Kıbrıs kültürüne adapte olmaya başladı. Bunu yapmak, buna ikna olmak yirmi yıllarını aldı. Türkiye’den göç edip ülkeye gelen bazı aileler buraya adapte olmakta zorlanıyor. Oysa buradaki insanlar, çok iyi, çok sıcak ve tipik Akdeniz insanları.”
ATATÜRK İLKOKULU’NDA SANAT ALTERNATİFİ
Suzan’nın tiyatroya yönelme hikâyesi en az hayatı kadar ilginç. Atatürk İlkokulu’nda aldığı eğitim onu bugünlere ve sahneye taşıyan en önemli etken…
“Aslında tiyatroyu ilkokulda keşfettim. Atatürk İlkokulu’nda okuyordum. Çok iyi bir eğitim aldım. Birinci sınıftan beşinci sınıfa kadar çocukların kendini keşfetmesi için tüm sanat dalları için alternatifler sunuluyordu. Farklı sanat dalları deneniyor, olmayanın yerine başka bir seçenek sunuluyor, böylece şevkimizin kırılma ihtimali ortadan kalkıyordu. İlkokulun ilk yıllarında halk dansları, müzik ve resim denedim. Hiçbiri olmadı. En son dördüncü sınıfa geldiğimde tiyatro kalmıştı. Türkçe öğretmenim bana bir oyunda rol verdi. Sahneye çıktım. Müdürümüz bile bizi ayakta alkışladı. İşte o an bu çok hoşuma gitti. Bu beğeniyi üzerime aldım sanırım. O güne kadar ilk kez kendimi fark ettirdiğimi hissetim. Notlarım hep çok iyiydi ama silik bir öğrenciydim. Ortaokul ve lisede de tiyatroya devam ettim. Tiyatro eğitimi almamın en önemli nedeni ise Surlariçi’nde faaliyet gösteren Ekim Kültür ve Sanat Derneği oldu. Orada üniversiteli abilerimiz ve ablalarımız tiyatro, müzik ve sanatla ilgileniyordu. Bizim eve de çok yakındı. Zaman zaman bizi, Surlariçi’ndeki çocukları da çalışmalarına dahil ediyorlardı. Onlar beni tiyatroya yönlendirdi. Böylelikle tiyatro eğitimi almaya karar verdim.”
“TİYATRO ÇIKMAZLARDAN ÇIKIŞ YARATAN BİR SANAT DALI”
Üniversite eğitimini tamamlamasının ardından hayallerinden farklı bir yerde olduğunu söyleyen oyuncu yine de bulunduğu durumdan mutluluk duyduğunu sözlerine ekliyor.
“Tiyatro okuyan herkes gibi ben de İstanbul’a gitmeyi hayal ediyordum ancak maddi imkânsızlıklar nedeniyle bunu gerçekleştiremedim. Burada kaldım ama bundan pişmanlık duymadım. Yüksek lisans beni oyunculuktan biraz uzaklaştırmakla birlikte Lefkoşa Sanat Tiyatrosu sayesinde tiyatrodan hiç kopmadım. Planım akademisyen olarak ilerlemekti. Zaman içinde akademisyen olmadım ama öğretmen oldum. Levent Koleji’nde orta ve lise bölümünde drama dersi veriyorum. Aslında ders seçmeli olarak başladı. Zamanla öğrencilerin ilgisi sayesinde okul genelinde drama çalışmaları da yapmaya başladık. Benim aktivite dersi olarak başladığım bu çalışmam zamanla okulun geneline yayıldı.”
Tiyatro Suzan için mücadele anlamına geliyor… Neden derseniz işin o kısmını kendisi çok güzel özetliyor.
“Tiyatro benim için mücadele anlamına geliyor. Ben ve benim gibi pek çok oyuncu tiyatro yapma için yaşam mücadelesi veriyoruz. Kendi hayatımıza pek çok çatışma yaşıyoruz. Bu çatışmalar bazen ekonomik bazen de sosyal çatışmalar oluyor. Sanırım hayatta insan ya kendi düşüncelerini savunmak için sokağa çıkmalı, sendikalı olmalı ya da tiyatro yapmalı. Biz sendikalı değiliz, oyuncu sendikamız yok. Ancak doğrunun yanında olabilmek için estetik bir duruş sergiliyor ve tiyatro yapıyoruz. Özellikle Lefkoşa Sanat Tiyatrosu olarak toplumcu, gerçekçi oyunlar sahneliyoruz. Topluma derdini göstermekten öte, farkındalıkla biz de kendimizce bir şeyler yapmaya çalışıyoruz. Tiyatro her zaman çıkmazlardan çıkış yaratan bir sanat dalı. O nedenle de benim için mücadele anlamına geliyor. Aslında sanatın tamamı bu anlama geliyor. Beni tiyatro mutlu ediyor. Ama bu bireysel duygularım için tiyatro yaptığım anlamına gelmesin. Ben toplum için tiyatro yapıyorum. Ben toplum için varım, toplum da benim için var. Kendimi bundan bağımsız tutamam. Sahneye çıkıp alkış alma egomu çocukken yaşadım. Bitti. Artık biraz da Brecht’ın insan neyle yaşar sorusuna cevap bulmak için tiyatro yapıyorum. Sanırım ben de mücadeleyle, tiyatroyla yaşıyorum.”
“BİR İNSANI TANIMAK İSTİYORSAN ATTIĞI ÇÖPE BAK”
2008 yılından bu yana faaliyet gösteren Lefkoşa Sanat Tiyatrosu’nun pek çok oyununda yer alan Suzan, son olarak çok etkileyici bir eser olan “Çöplük” oyununda karşıma çıkıyor. Oyun kadar gençlerin sahnedeki performansı da çok etkileyici…
“Lefkoşa Sanat Tiyatrosu olarak oyunlarımızı seçerken ne demek istediğimize, neye ihtiyacımız olduğuna bakıyoruz. Tabii kaç tane oyuncumuz olduğu da önemli. Çöplük hem derdi olan hem de kast olarak bize uygun bir eserdi. Kıbrıs için de uygun bir eser. Oyunda iki göçmen ve sendikasız çöp işçisinin hikâyesi anlatılıyor. Çöplükten çıkanlarla toplumu değerlendiren bir eser. İnsanı tanımak istiyorsan attığı çöpe bak diyor yazar. Biz de o pisliğin içinde kendimizi bulalım dedik. Bizim oyunu çıkarmamızın ardından da Girne’de çöpte cenin bulundu. Çöplükler aslında bize çok şey söylüyor. Biz bu oyunla bunu yaşıyoruz ama yerine başka bir şey koymamız gerekiyor demeye çalışıyoruz. Bunu hak etmiyoruz diyerek, herkesin ve toplumun içinde yılan olduğu mesajını veriyoruz. Biz bu oyunla, bir anlamda içinizdeki kötülükleri öldürün demeye çalıştık. Oyunumuz Nisan ayının ortasına kadar her Çarşamba Arabahmet Kültür Evi’nde oynamaya devam edecek”
Tiyatronun geleceğini genç bir oyuncu gözüyle değerlendiren Suzan, haliyle hepimiz gibi devletten yana umutsuz, halktan yana umutlu.
Ülkede güzel bir seyirci potansiyeli var. Tiyatro için çok şey yapılabilir. Fakat devletin ve belediyenin durumunu çok iyi görmüyorum. Sanki oralarda işler yeterince aşkla yapılmıyor. Oralarda kurumlara bağlı oluyorsun, kaynağını sana devlet veya belediye veriyor. Onlar da vermeyince bir şey yapamıyorsun. Bağımsız tiyatro ise aşkla yapılıyor. Para olmasa da alternatif yaratmak durumunda kalıyorsunuz. Biz bunu çok yaşıyoruz. Halktan gelen katkı ile bu günlere geldik. Tiyatronun geleceği konusunda umutluyum. Toplum tiyatroyu seviyor ve destek de veriyor. Gönülden yapılan her şeye biz de gönülden destek koyarız gibi mesajları alıyoruz. Ne mutlu ama bunu özellikle devletin görmesi gerekiyor. Özellikle devlet tiyatrosunun durumu vahim, orada ben güzel oyunlar izlemek istiyorum. Çocuklar orada ücretsiz oyunlar izlesin istiyorum. Biz Lefkoşa Sanat Tiyatrosu olarak bunu zaman zaman yapıyoruz. Özellikle Surlariçi’nde yaşayan çocuklar için ücretsiz oyunlar sahneliyoruz. Ancak bu bizim işimiz değil. Tiyatronun geleceğine baktığımda halkın ilgisi açısından umut verici olsa da devlet açısından vahim diye düşünüyorum.”