1. HABERLER

  2. RÖPORTAJ

  3. ‘Syriza türü ittifakların kurulması elzemdir’
‘Syriza türü ittifakların kurulması elzemdir’

‘Syriza türü ittifakların kurulması elzemdir’

“Kıbrıslı Türk toplumuna baktığımızda uzun bir süredir zümresel ve cemaat birlikteliklerinin ön planda olduğunu söyleyebiliriz. Sol, genel anlamda bu durumdan mustarip. Ya zümresel birliktelikten dolayı prensip ve hedeflerden kayma yaşanıyor ve ittifaklar

A+A-

Akademisyen Mustafa Öngün Yunanistan’daki SYRİZA'nın seçim başarısı ışığında Kuzey Kıbrıs siyasetini ve “solu” YENİDÜZEN’e yorumladı

YENiDÜZEN (ÖZEL)

Akademisyen Mustafa Öngün, “Syriza siyasi bir dayanışma üzerine inşa edilmiştir” diyerek, “Bizde, prensipler ve hedefler belirlense bile Hasan Ayşe’nin X huyunu sevmiyor diye ittifaklar kolayca bozuluverir” dedi.

“Köylerin isimlerinin iadesi, askersizleşme, polisin sivile bağlanması, merkez bankasına Kıbrıslı Türk birisinin atanması gibi uygulamalar hayal mi?” sorusuna ise Akademisyen Mustafa Öngün, “Bahsedilen adımların atılması kesinlikle hayal değildir. Hayal olduğunu düşünenler ya bunların gerçekleşmesini istemiyor ya da Türkiye ile bu konuları müzakere konuların hepsi de solun uzun bir süredir mücadele verdiği ‘özne’ olma meselesiyle alakalıdır” açıklamasında bulundu.

Öngün, “Ancak bunun için de Syriza türü ittifakların kurulması elzemdir” ifadesinde bulundu.

-'SYRİZA benzeri bir ittifak Kıbrıs’ta neden mümkün olamıyor? Sol niye işbirliği yapamıyor?

Bu soru, kendini solda gören herkesin derinlikli bir biçimde düşünmesi gereken oldukça önemli bir soru. Syriza, başarısını büyük ölçüde ortak prensipler ve hedefler üzerinden solun ittifak kurmasına borçlu. Bu hedefler ve prensipler daha önce sıkça konuşulduğu için burada ayrıntıya girmeye gerek olmasa da kısaca şunu söyleyelim. Syriza’da buluşan radikal sol iki ana prensip ve hedefle bir araya geldi. Birincisi Troika’nın dayattığı kemer sıkma politikalarının bir son bulması, ikincisi ise yaşanan krizden en fazla zarar gören toplumun alt tabakalarını (ki bu kesim Yunan toplumunun ciddi bir bölümüne denk düşüyor) koruyacak ekonomi politikalarının hayat bulması. Bu politikalara Yunanistan’ın dış borcunun ciddi bir bölümünün silinmesinden, 300,000 eve bedava elektrik/su verme ve asgari ücreti yükseltmeye kadar spesifik adımlar da dahil.

Şimdi ana sorumuza dönecek olursak, bu türden bir ittifak Kıbrıs solunda neden mümkün olamıyor?

Bunun en önemli nedenlerinden bir tanesi de Syriza’nın seçim kampanyasında ortaya çıkan “birliktelik” (solidarity) kavramını farklı anlıyor ve uyguluyor olmamız. Bunu daha iyi ifade etmek için birlikteliğin pratikte ne anlama gelebileceğini biraz açmam gerekiyor.

Birlikteliğin birçok anlamı var elbet ama özellikle üç tanesinden söz etmek gerekiyor: Siyasi, cemaatçi ve zümresel birliktelik. Siyasi birliktelik (ki Syriza başarısı bunun üzerine gelişmiştir) belli prensipler ve hedefler çerçevesinde farklı bireylerin ve (özellikle de günümüzde) örgütlerin birlikte hareket etmesi şeklinde ortaya çıkar. Cemaat birlikteliği ise aynı kültürü (yani günlük pratikleri ve inanışları) paylaşanlar arasında gerçekleşir.

Solda siyasi dayanışma işçilerin, dışlananların ve genel anlamda kapitalizmden mağdur olanların yanında sermayeye ve diğer egemen güçlere karşı oluşturulur. Cemaat birlikteliği ise – kendine solcu dese bile – sadece kendi değerlerini ve kültürünü korumaya yönelir. Diğer bir ifadeyle, aynılığa yönelir. Bu nedenle kendine dönük bir dayanışma geliştirir. İttifakları kendi ayrıntılarında buluşmaya davet eder. Cemaatte, ittifaklar kapalı kapılar ardında kurulurken siyasi dayanışmada ittifak açık olur.

Zümresel dayanışmaya gelecek olursak, burada belli bir zümre, kendi çıkarlarını korumak için dayanışma gösterir. Zümresel dayanışmada prensip vardır ancak prensipler zümrenin çıkarlarını ne pahasına olursa olsun korumak üzerine inşa edilir. Zümre dediğimiz kesim ise ister istemez elit bir gruptan oluşur. Bizim koşullarımızda ise genellikle çoğunluğu temsil etmeyen belli bir meslek grubu veya siyasi parti olarak karşımıza çıkar.

Syriza siyasi bir dayanışma üzerine inşa edilmiştir. Çoğunluğun üzerinde ekonomik hakimiyet kuran sisteme karşı mağdur olan kesimlerin yanında durmayı kendine hedef almış, dışa dönük bir siyasi dayanışma olarak gelişmiştir. Bizde ise siyasi dayanışmadan çok cemaat ve zümresel dayanışması söz konusudur. Sorunun kökeni de buradadır. Bizde, prensipler ve hedefler belirlense bile Hasan Ayşe’nin X huyunu sevmiyor diye ittifaklar kolayca bozuluverir. “X şahısla bir araya gelmem, çünkü o şöyledir böyledir, zamanında şunu şunu yapmıştır” gibi cümleleri Kıbrıs soluyla az çok haşır neşir olan herkes defalarca duymuştur. Cemaat birlikteliğinde genelde Hasan Ayşe’nin X özelliğini sevmez diye kavga çıkar. Çünkü cemaat bireysel özelliklerde “aynılık” arar. Sol içerisinde sıkça rastlanan bu kişisel kavgalar birlikteliğin siyasi olmaktan ziyade cemaat gibi şekillendiğine işaret ediyor. Tıpkı cemaatlerde olduğu gibi birlikteliklerin bireylerin karakter özelliklerinde aynılık arayışı üzerine kurulmaya çalışılıyor.

İlk bakışta siyasi gibi gözüken dayanışmalar ise (özellikle merkez partilerde ve sendikalarda) prensipleri ve hedefleri tam olarak belli olmayan zümresel birliktelikler haline gelmiş durumdadır. Burada da sorun zümresel birlikteliğin ötesine gidememektir. Bu tür birlikteliklerde birçok farklı grup kendi çıkarları doğrultusunda bir araya gelebilmekte ancak bu çıkarların kendi grupları dışında kime yaradığı, kimin yararına olduğu gibi soruların cevabı havada kalmaktadır. Aksine çoğu zaman grubun (bu grup bazen memurlar, bazen siyasiler, bazense iş adamları olabiliyor) kendi çıkarları toplumun ve özellikle de sistemin mağduru olan kesimlere duyarsız ve hatta ters düşebiliyor.

Kısacası Kıbrıslı Türk toplumuna baktığımızda uzun bir süredir zümresel ve cemaat birlikteliklerinin ön planda olduğunu söyleyebiliriz. Sol, genel anlamda bu durumdan mustarip. Ya zümresel birliktelikten dolayı prensip ve hedeflerden kayma yaşanıyor ve ittifakların bir anlamı kalmıyor, ya da, cemaatçi birliktelik arayışından dolayı ittifaklar kalıcılığını yitiriyor ve ayrışma ile sonuçlanıyor.

-Kıbrıs’ta ezber bozmak için ilk atılması gereken adımlar nelerdir?

Sanırım Kıbrıs’ta ezber bozmak için iki adım atılması gerekiyor. Bunlar tabi benim ilk anda aklıma gelen adımlar – sayı daha da çoğaltılabilir. Birincisi bahsettiğim anlamda siyasi birlikteliğin gelişmesi. Bunun için de örgütlenme modellerinde siyasi birlikteliği ön plana çıkaracak kadrolara ihtiyaç vardır. Burada anlatmaya çalıştığım sadece siyasi partiler içerisinde olan kadrolar değil, aynı zamanda sivil toplumda faaliyet gösteren örgütler. Siyasi birlikteliği sağlayacak örgütlenmeler olmadan ezber bozmak mümkün olmayacak. Fakat bu örgütlenmeleri bir anda yepyeni bir toplum yaratma vaatleri üzerine kuramayız. Yapılması gereken öncelikli şey toplumun içerisinde mağdur olan (veya dışlanan) kesimlerin belirlenmesi ve bu kesimler için hangi pratik adımların atılabileceğinin ortaya konması.

Bu kesimler kimdir diye soracak olursak. Bu kesimlerin genelde yeni kuşaklar içerisinde olduğunu söyleyebilirim. Yeni jenerasyon özel sektörde sendikasız ve birçok haktan mahrum olarak çalışıyor ve sayıları günden güne artıyor. Aynı şekilde yeni nesilden memur olarak çalışanlar da ekonomik olarak zorluklar yaşıyor. Yine işsizler veya geçici işlerde güvencesiz çalışanların birçoğu da gençlerden. Bunlar dışında toplumda genel olarak dışlanan (ve çoğu kez mağduriyet yaşayan) kesimler arasında kadınlar, LGBT ve engelli bireyler gibi kesimleri sayabiliriz.

Buradan hareketle, ezber bozmak için yukarda az çok saydığım kesimlerle (ve bu kesimler arasında) birlikteliği artıracak, bu kesimlerin durumunu iyileştirecek siyasi programlar ve örgütlenmeler ortaya çıkarmak gerekiyor diyebiliriz.

-Siyasetimizde ‘ideolojik’ farklar icraatlarda ortaya çıkıyor mu?

İcraatı iktidar anlamında ele alırsak, siyasetimizde ideolojik farkların icraatlarda ortaya çıktığını düşünmüyorum. Tabi bu her siyasi partinin veya örgütün aynı olduğu anlamına gelmiyor. Siyasi partiler arasında özellikle tarihsel anlamda önemli farklılıklar var ancak son yıllarda bu farklılıklar icraatlara yansıyamamakta. Bunun birçok nedeni olmasına karşın, özellikle bir tanesinden bahsetmek istiyorum. Merkez sol ve belki de çoğu sol örgüt, yukarda bahsettiğim mağdur kesimlerden gün geçtikçe uzaklaşıyor. Burada uzaklaşıyor derken, bunun söylem anlamında bir uzaklaşma olması şart değil. Aksine çoğu zaman parti veya aktivist kadroların bu kesimlerden olmaması – ailevi veya köken olarak mağdur kesimlerle pek de alakalı olmamaları – böyle bir durum yaratıyor. Milletvekilleri, parti kadroları ve hatta örgüt aktivistlerinin büyük bir kısmı mağdur olmayan, dışlanmayan kesimden gelmektedir.

Örneğin kadroların genç olmaması meselesini ben bu açıdan bakarak eleştiriyorum. Mesele gençlerin yaşlılardan daha iyi olup olmamasından ziyade, gençlerin toplumda sistem tarafından mağdur edilmesi ve bu mağduriyeti en iyi onların bilmesidir. Yani gençlerin karar mekanizmalarında yer alamaması her şeyden önce yukarda bahsettiğim mağduriyetlerin temsiliyetini yitirmesi anlamına gelir. Aynı şey kadınlar için, LGBT bireyler ve engelliler için de geçerlidir. Bu nedenle ideolojik farkların icraata geçebilmesi için yapılması gereken önemli işlerden bir tanesi de örgütlenme ve karar alma mekanizmalarına sistemden mağdur olan kesimlerin dahil edilmesidir.

İdeolojik farkların icraatlarda ortaya çıkmamasının diğer bir önemli sebebi de Türkiye ile olan ilişkilerdir. “Ana” “yavru” ilişkisi bizim iktidarlarımızın kendi ideolojilerini pratiğe yansıtmalarını çoğu zaman engellemektedir. Burada yapılması gereken Türkiye yetkililerine karşı daha dirayetli durmak ve kendi politikalarımızı uygulamanın hem onlar için hem de bizim için en iyisi olduğunu anlatmaktır.

-İşsizler ve fakirlik için politikalar geliştirilmeye nereden başlanmalı?

Ekonomist arkadaşlar bu soruya daha iyi cevap vereceklerdir herhalde ama kendimce cevap vermek gerekirse, özellikle eğitim sistemimiz, turizm ve eğitim gibi sektörlerde gençlerin nasıl yer alabileceğine yönelik tasarlanmalıdır. Gençler hayatlarını şekillendirirken, yüksek lisans eğitimleri ile ilgili karar verirken, onları yönlendirebilecek verilerimiz yok. Eğitim ve turizm sektöründe ne gibi bir iş gücüne ihtiyacımız olduğuyla ilgili ne tam olarak bilgimiz var ne de var olan bilgiyi gençlere aktarabiliyoruz. Bunun sonucunda ise, gençler lise sonrası dönemlerinde iş hayatı açısından kendilerini nasıl geliştirmeleri gerektiğini tam olarak bilemiyor. Bununla beraber turizm ve eğitimde sermaye sahiplerinin gençlere iş verme, fakirliği azaltma gibi kaygılarının olmaması ve bunun karşısında siyasi iradenin de zayıf kalması işsizlik ve fakirliğin artmasına neden olabiliyor. Bu noktada siyasi iradenin yapması gereken ama pek de yapmadığı iki şey var. Birincisi bunu bir sorun olarak benimsemek, bu sektörlerdeki işletmeleri/kurumları bölgesel işsizlik ve fakirlik gibi sorunlara duyarlı olmaya zorlamak. İkincisi ise, bu sektörlerde ileriye dönük nasıl bir iş gücüne ihtiyaç duyulacağını belirlemek, bu bilgiyi gençlere aktarmak ve gençlerin bu alanlara girmesi için belli teşvik politikaları üretmek.

İşsizlik ve fakirliğin önüne geçebilecek olan bir diğer siyasi açılımsa Kıbrıs sorunuyla ilgilidir. Uzun yıllardır bütünlüklü bir çözüm bulmaya çalıştığımız bu sorunun artık bütünlüklü olarak çözülemeyeceğini görmemiz ve görmeyenlere de anlatmamız gerekiyor. Bu noktada Maraş’ın açılması oldukça önemlidir. Neredeyse bütün ekonomistler Maraş’ın açılmasının ekonomiye muazzam bir katkı sağlayacağını işsizliği azaltacağını dile getirmektedir. Burada iki noktaya dikkat etmek gerekiyor. Birincisi Maraş’ın yasal sahiplerine verilerek BM gözetiminde açılması, ikincisi ise Maraş’ın açılmasında yerel ve ekolojik bir ekonomi oluşturabilme. Bunun oluşturulması durumunda Maraş sürdürülebilir ve yerel halkın işsizlik ve fakirlik gibi sorunlarına cevap verecek bir bölge haline gelebilir. 

-Köylerin isimlerinin iadesi, askersizleşme, polisin sivile bağlanması, merkez bankasına Kıbrıslı Türk birisinin atanması gibi uygulamalar hayal mi?

Bahsedilen adımların atılması kesinlikle hayal değildir. Hayal olduğunu düşünenler ya bunların gerçekleşmesini istemiyor ya da Türkiye ile bu konuları müzakere konuların hepsi de solun uzun bir süredir mücadele verdiği “özne” olma meselesiyle alakalıdır. Özne olmak bu adımları atmayı gerektirir. Ancak bunun için de Syriza türü ittifakların kurulması elzemdir. Yukarda da anlattığım siyasi birlikteliği bu adımların atılması üzerine kurabilirsek hepsini gerçekleştirmek mümkündür diye düşünüyorum.

Bu haber toplam 4665 defa okunmuştur