1. YAZARLAR

  2. Sinan Dirlik

  3. Tahrir’in havai fişekleri, Gezi’nin havai çocukları!
Sinan Dirlik

Sinan Dirlik

Tahrir’in havai fişekleri, Gezi’nin havai çocukları!

A+A-

Cumhuriyet tarihinin en fırtınalı Haziran’ından Temmuz’a yumuşak geçiş umuduyla kapağı attığımız Datça’da gündem peşimizi bırakmadı. Mısır’da Tahrir’den etkisi Türkiye’de güçlü biçimde hissedilen bir darbe çıktı.

Gezi-Tahrir arasında benzerlik kurmaya çalışanlara şiddetle karşı çıkanlardan biriyim. Gezi’nin Türkiye’nin demokratikleşme sürecine önümüzdeki aylar boyunca daha da güçlü biçimde hissedilecek katkısı  üzerinde kafa yorarken; Tahrir’den çıkan darbe, Mısır başta olmak üzere Ortadoğu dünyası ile Türkiye arasındaki çizgiyi daha da kalınlaştırdığı görüşümü biraz daha pekiştirdi.

Gezi’yi yaratan ve yaşatanlar, bu direnişin bir darbe çağrısı olmadığını, bilakis otoriterizmin üniformalısına da sivil giysili olanına da eşit mesafeli bir duruş sergilediğini çok iyi biliyorlardı. Türkiye tarihinin en geniş tabanlı muhalif çıkışı sayılabilecek Gezi direnişinde kendisini “Mustafa Kemal’in askerleri” sayanlar da elbette vardı. Ancak tüm çabalarına ve Hükümetin de “adeta medet umarcasına direnişin bu kesim tarafından etiketlenmesi beklentisine rağmen” Gezi, Türkiye tarihinin en geniş tabanlı, en demokratik içerikli direnişi çizgisini sonuna kadar korumayı başardı.

Türkiye’de Gezi’nin Tahrir’le ilişkilendirilmesine karşı çıkan AKP ve yandaşları, Mursi’ye karşı gerçekleştirilen darbe ile ilginç bir empati refleksi gösterdiler. İlginç olan, AKP ve yandaşlarının Gezi sürecinde Tahrir ile yapılan ilişkilendirmelere karşı çıkarken “Tahrir’den demokrasi, Gezi’den ise darbe çağrıları yükseliyor” argümanına sarılmalarıydı.

AKP’lileri tekzip eden süreçte Gezi, kendi bağrından sayısız yerel inisiyatifle, park forumlarıyla, yepyeni ve çok renkli demokratik örgütlenmelerle bezeli modern bir düşünsel devrime yelken açarken, Tahrir “en azından şimdilik” utanç verici bir darbeyi havai fişeklerle kutlayan Ortadoğulu ve 20. Yüzyıla ait bir harekete evrildi. Tahrir’in havai fişekleri ile Gezi’nin havai çocuklarının yolu hiç kesişmemişti, bundan sonra hiç kesişemez…

AKP’liler İhvan (Müslüman Kardeşler) Hareketine ve Mursi’ye karşı yapılan darbeyi kendilerine yapılmış saydıklarını ve tuhaf biçimde, Mısır’daki darbeyi Türkiye üzerinden okuduklarını hissettirecek tepkiler verdiler. Bütün bu gelişmeler, son dönemde Avrupa karşısında geliştirdiği söylemle birlikte değerlendirildiğinde AKP’nin “Batılı bir otomobile kurulup rotasını Ortadoğu olarak belirleyen ve aracı da hayli rahatsız biçimde kullanan sürücü” kimliğini artık açıkça ifade etmekten kaçınmayan bir ruh hali içine girdiğini düşündürüyor.

Sadece 2 yıl önce Mübarek diktatörlüğüne karşı Tahrir’i demokrasi talebiyle dolduran yüzbinlerin  rüzgârıyla Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturan Mursi, kendi otoriterizmini inşa ederken toplumun diğer kesimlerinin itirazlarını ciddiye almamıştı.

Mübarek’in 30 yıllık diktatörlüğü ve öncesindeki 11 yıllık Sedat, 14 yıllık Nasır ve daha da öncesindeki Krallık dönemi hesaba katıldığında tarihi boyunca demokrasinin “d”sini tanımamış bir ülkede Tahrir henüz yeşermiş bir filizdi. Ve Mursi, Nasır’dan Mübarek’e uzanan despotik tarihin rövanşına girişirken hayli “aceleci” ve “temkinsiz” davrandı.

Yeni Mısır Anayasası, solcuların, liberallerin ve Hristiyan Arapların (Kıpti’ler) tüm itirazlarına rağmen çoğulcu bir anlayış yerine Müslüman Kardeşler ve yandaşlarının beklentisini karşılayacak biçimde hazırlanarak kabul edildi. Ancak hemen not düşmek gerekiyor ki,  %77’sinin destek verdiği ilan edilen yeni anayasa, gerçekte halkın %30’unun sandık başına gittiği bir referandumla kabul edildi. Dolayısıyla Mursi’nin meşruiyetini dayandırdığı yeni anayasa, aslında neredeyse halkın ancak dörtte birinin iradesini yansıtıyordu.

Bütün bunlar, Mısır’da tüm dünyanın gözleri önünde gerçekleştirilen utanç verici darbeyi haklı ve meşru kılmaz. Zira en kötü sivil yönetim, en iyi askeri darbe yönetiminden iyidir.
Asıl tuhaf olan ve sorgulanması gereken; Türkiye gibi demokratik geleneği kör-topal 200 yıla ulaşan bir ülkenin iktidarının Mursi ve Tahrir’i Türkiye üzerinden okuması ve Müslüman Kardeşler ile kurduğu şaşırtıcı duygusal bağdır.

Darbeyi kınamak ve darbeciler karşısında Mursi’nin yanında ve fakat Mursi’nin karşısında da onun otoriterizmine, dayatmacılığına itiraz eden kitlelerin yanında yer alma basiretini gösteremeyen AKP’liler, daha da ileri giderek Tahrir’den çıkan darbeyle Gezi’yi ilişkilendirme eblehliğinde ısrarcı görünüyorlar.
Neden “yanılgı” yerine “eblehlik” ifadesini kullandığımı sorarsanız; evet, bunun adı tam da budur. Zira AKP, Mursi’nin tarihi konuşmasında kullandığı “Başkanlığım sırasında bir çok hata yapmış olabilirim” ifadesinden bile “hisse” çıkartamayacak, demokratik bir ülkenin yönetimi için hiç de yakışık almayacak bir körleşmede ısrarcı görünüyor.

Gezi’yi uluslar arası komplo ve darbe girişimiyle “algılayan” ve bu algıyı politikaya dönüştürürken son derece zayıf, mesnetsiz argümanlara sığınan AKP liderliği; Mursi’nin aksine bir Ortadoğu ülkesini yönetmediğinin ayırdına varmakta artık acele etse iyi olacak. Zira 31 Mayıs’ta pıtrak gibi ülke genelinde uç veren demokrasi, düşündüğümüzden de arsız ve başına buyruk bir sarmaşığa benziyor artık. Bundan sonra dalını yaprağını kessen faydasız…


KIBRIS’IN KUZEYİNDE ERKEN SEÇİME DOĞRU…

Sadece 22 gün sonra Kıbrıs’ın Kuzeyinde erken genel seçim yapılacak. Seçim yaklaştıkça, hele ki 20 Temmuz “şükran günleri” atmosferinde Türkiye’nin seçmen üzerindeki basıncı da artacak. Kıbrıslı Türk Solu için Temmuz, erken genel seçimler öncesinde şükran günleri bahanesiyle Ada’ya akın edecek Türkiyeli bürokratlar sayesinde “ateşten günler”e dönüşecek. Türkiye Kıbrıs’ın Kuzeyinde kendisine ve dünyaya karşı “dik durabilecek” tıynette bir hükümet mi yoksa koşulsuz biat edecek kapı kulları mı istediğine bir karar vermeli, vermekle de kalmayıp bunu güçlü biçimde hissettirmeli. “İşbirlikçi” UBP iktidarını erken genel seçime götüren Kıbrıslı Türk siyasi partileri de UBP duruşu ile aralarındaki farkı kalın çizgilerle ifade etmeli. Benim tek ölçütüm, seçmenin oyunu isteyecek partinin “yuvarlak laflara sığınmadan” Türkiye ve AKP ile olan ilişkilerini açık, net, berrak biçimde kamuoyu ile paylaşmasıdır. “Ekonomik, sosyal, siyasal hareket alanını ben belirlerim” diyen AKP Türkiye’sinin Kıbrıs’ın Kuzeyine dair siyaseti nettir. Aynı netleşme ihtiyacı, Kıbrıs’ın Kuzeyinde 22 gün sonra oy isteyecek siyasi partiler için söz konusudur.

Bu yazı toplam 2127 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar