1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. Tahtagala’dan hatıralar: Ziba nenemin dokuma tezgahı, Afet Deyze, Kazım Çavuş…
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

Tahtagala’dan hatıralar: Ziba nenemin dokuma tezgahı, Afet Deyze, Kazım Çavuş…

A+A-

Rahmetlik Ziba Nenem sele sepet örmekle galmayıp aynı zamanda tezgahta bez da dokurdu. Bu yüzden Gonedra’dan şehere gelirken, tezgahını da şehere getirmiş. Tahtagala’da gün boyu tezgahta bez dokurmuş… İşte bu tezgahta bez dokuyarak ailesinin hayatta galmasını sağlamış… Dedemden çokluk hayır yokmuş çünkü…

Rahmetlik anneciğim Türkan Uludağ’ın kaleme aldığı hatıra defterine göre  Ziba nenem, henüz iki yaşındayken öksüz galmış… Ziba nenemin gızgardaşı olan Afet Deyze, Mustafa Efendi ile evliymiş… Öksüz galan Ziba nenemi Mustafa Efendi ve Afet Deyze evlatlık edinmişler… Mustafa Efendi, “sülüsüne vasi” yani malının üçte birini Ziba neneye bırakarak yapmış bunu… Herhalde o günlerin genel geçer kuralı ya da yasası böyle olmalıydı diye düşünüyorum…

Gonedıralı Afet Deyze’nin ilk eşi Mustafa Efendi genç yaşta vefat edinca, Afet Deyze Evdimli Kazım Çavuş’la evlenmiş… Bu, her ikisinin da ikinci evliliği imiş… Kazım Çavuş, daha önce Leymosun’da evli imiş… Bu evliliğinden evlatları varmış… Afet Deyze, onun ikinci eşi imiş…  

Gelgelelim Leymosun ve Evdim’e alışkın olan Kazım Çavuş, Gonedra’yı hiç beğenmemiş… Su olmadığı için köyde çok sıkılmış. Gonedıra kurak, çorak bir köymüş…  Bunun üzerine Afet Deyze’nin ilk eşinden galan mallarını satıp savıp şehere yerleşmişler… Lefkoşa’nın meşhur Ermu Caddesi’nde bir ev ve bir dükkan satın almışlar… Afet Deyze’nin gendi çocuğu olmadığı için Ziba nenemin çocuklarını – annemi, deyzelerimi, dayılarımı – gendi çocukları gibi  okutmayı, evlendirmeyi, bazılarına birer ev bağışlamayı vazife bilmiş… Nitekim Şerif Deyze’yi, Kazım Çavuş’un kızkardeşin oğlu Zaim Enişte’yle evlendirmişler… Mustafa Dayı’yı da Kazım Çavuş’un torunu Nekiye Hanım’la evlendirmişler…

Kazım Çavuş ve Afet Deyze, yalnızca Ziba nenenin evlatlarıyla – annem, deyzelerim, dayılarım – ilgilenmekle galmamışlar, aynı zamanda çeşitli köylerden gelen akraba ya da tanıdıklarının çocuklarını da okutmuşlar, evlerinde yatıp galkmış bu çocuklar ve okuyabilenleri okutmuşlar, üst üste iki sene sınıfta galan olursa, onları gerisin geri köylerine yollamışlar. Annem hatıralarında bunları da anlatmış…

 

TAHTAGALA’DA HANAYLI BİR EV…

Afet Deyze ve Kazım Çavuş, Gonedra’dan şehere taşındıktan sonra, Ziba Nenem da, Mehmedali Dedem’nan birlikte Gonedra’daki evlerini satıp Tahtagala Mahallesi’nden bir ev satın alacaklar ve 1918 senesinde Lefkoşa’ya yerleşeceklerdi. Annem henüz bir yaşındaydı şehere geldiklerinde… Bu eve bir hanay yapmış Mehmedali Dede, annemin kaleme aldığı hatıralarda bundan da bahseder…

Ziba Nene, sele sepet örmeyi bilirdi, Mehmedali Dedem da talar örer, tahta gaşık oyardı… Abim Alper bana Mehmedali dedenin sandal ağacından tahta gaşık oyduğunu anlattı… Zeytinden da gaşık oyardı ve bu gaşıklardan biri annemden bana miras galdı, onu gözüm gibi saklarım şimdi – onlarca yıl gullandım ama son artık gorktum ansızın gırılmasın diye ve gidip başka bir tahta gaşık buldum, dedemin zeytin ağacından oyduğu ve benzerini her tarafta aradığım halde hiç bulamadığım bu güzel gaşığı emanete aldım… Dedemin zeytinden oyduğu bu gaşığın özelliği, gaşık kısmının gufinin başı gibi üçgen olmasıdır. Genelde bu şekil değil, oval şekil var piyasada oysa “gufinin başı” şeklinde oyulmuş olan bu gaşık, yemeği garıştırırken, tencerenin içindeki aksiyona daha fazla hakim olabilmenizi sağlar… Ne yazık ki bu tip gaşıklara hiç rastlamadım bugüne gadar, bu yüzden dedemin oyduğu en az 100 yıllık bu gaşığı zarar gelmesin diye korumaya aldım…

 

ŞEHERE TAŞINAN TEZGAH… İRİNİ ABA…

Ziba Nenem sele sepet örmekle galmayıp aynı zamanda tezgahta bez da dokurdu. Bu yüzden Gonedıra’dan şehere gelirken, tezgahını da şehere getirmiş. Başını galdırmaksızın gün boyu tezgahta bez dokurmuş… Annem kaleme aldığı hatıralarda Tahtagala’daki hayatlarıyla ilgili şöyle yazıyor:

“Komşularımız arasında bir da İrini aba vardı. İrini aba derdi herkes ona. Uzun boylu, kamburca bir kadındı. Çok güzel Türkçe konuşurdu. Bize gelir, “Napan be Ziba, gene dezgahtasın? Hiç diynenmen ama sen?” derdi. Annem da “Napalım be İrini Hanım, çocuklar var, eksikleri var, herşey işserler. Ben da isterim oturup diynenenyim ama günde bir top (20 arşın) bez (alaca) dokumam lazım. Yannako acele ister bezleri. Dokur da gene bir iki kuruş alırım” derdi annem da… İrini abanın çocuğu yoktu. Gelirken bize bir elma veya bir iki portokal getirirdi bazan. Bizim onu ağırlayacak birşeyimiz yoktu. Bizim evde kahve mahve yapılmazdı. İrini aba oturur, biraz konuşur, giderdi. Ayni Safiye Ayla’ya benzerdi. Yaşlı ama şen şakrak bir kadındı. Mahallede herkes onu severdi…”

 

ZEYTİN EKMEK… VE ET DOLMASI…

Annem, Tahtagala’daki hayatlarıyla ilgili şöyle yazıyor:

“Evimize et, süt, yumurta, tereyağı, yoğurt, peynir, hellim girmezdi. Sabah zeytin ekmek yerdik. Çay filan yapılmazdı. Kahve da hiç pişmezdi. Et, balık, tavuk asla alınmazdı. Öğlenleri okuldan gelir, gene zeytin ekmek yerdik. Bazan annem bir okka taze bakla alır, sininin ortasına dökerdi. Hepimiz oturur yerdik… Babam sabah iki okka ekmek alır, eve bırakır çıkardı…

Bir gün evden çıkıp evimize çok yakın olan, hemen köşenin arkasındaki Nazif Deyzemin evine gittim. Kapıyı çaldım. İçeri girdim. Dolmanın kokusu ortalığı sarmıştı. Bizim evde öyle yemekler bişmezdi. Bizim yemeklerimiz badadez yahnisi, gavrulmuş badadez, duru suda bulgur pilavı, gabak yahnisi, çorba… Ayda yılda bir da annem pekmez alır, bize çerçellukya yapardı. Hamur yoğurur, onu halka halka yapar, suda bişirir, içine pekmez dökerdi. Çok güzel bir tatlı olurdu. Seve seve yerdik. Deyzem durumumuzu bildiği için bana küçük bir tabacığa 5-6 tane dolma koydu. Biraz da ekmek getirdi. Ben bir dolmaya, bir havaya baktım. Eve gitmek istedim. Babamın katı kurallarından biri da güneş batmadan herkesin evde olmasıydı. Dolma pişene kadar akşam olmuştu. Ben gitmek isteyinca Deyzem “Otur ye dolmacıklarını da giden, ben babana söylerim da sana gızmaz” dedi. Ben da oturdum. Daha birinci dolmayı ağzıma götürürken kapı çalındı- Deyzem gidip açtı. Gelen babamdı. “Bunda mı o gız” dedi. Deyzem “Aha bir iki dolmacık goydum, yesin da gelir be Memedali” dedi. Babam, “Ben ona söyledim, güneş dulumadan evde olsun” dedi. Deyzem da “Ben bırakmadım. Dolmanın kokusu ortalığı duttu” dedi. Babam dinlemedi. İçeri girip beni saçlarımdan duttu, kapıya sürükledi. Deyzem ne dedeiysa fayda etmedi. Yolda da üç köşe taşlar düşemişlerdi. Asfalt yapacaklardı. Babam her vurduğunda taşların üstüne düşerdim. Elim ayağım kanamış, kaşım yarılmıştı. Düşe kalka, al kan içinde eve geldik. Annem beni alıp elimi yüzümü yıkadı, elbiselerimi değiştirdi. Babama bir şey soracak olsa, ona da bir ala dayak atacağından gorkarak sesini çıkarmadı. Diğer odaya geçtik. Anneme olanları anlattığımda “İnşallah elleri gırılsın” dedi. Babamın elleri gırılmadı ama gittiği Evdim’de hanaydan düştü ve başı yarıldı. Ne zaman et dolması dense, o günkü o birkaç et dolmasının kokusu burnumda tüter ve hala kaşımda olan yara izini hatırlarım…”

Nihayetinde Mehmedali dedem, anneciğimi 12 yaşındayken odunla o gadar kötü dövmüştü ki, o da evden ayrılarak Afet Deyzesi ve Kazım Eniştesi’yle yaşamaya gitmiş ve bir daha da annesiyle babasının evine geri dönmemişti… Kazım Enişte’ye hep “Kazım Dede” ya da “Kazım Çavuş” derdi…

Rahmetlik anneciğim Afet Deyzesi’ni da, Kazım Dedesi’ni da çok severdi… Ben doğmadan çok evvel Afet Deyze da, Kazım Çavuş da vefat ettikleri için onları hiç tanımadım ama onlar her zaman fotoğrafları ve hatıralarıyla, evimizin baş köşesinde, ailemizin büyük bir parçası oldular – annemin hatıralarıyla ve onlara olan büyük minnettarlığı ve sevgisiyle tanıdım onları… Annem onlara çok minnettardı çünkü annemi okutan, öğretmen çıkmasını sağlayan Afet Deyze ile Kazım Çavuş idi… Mehmedali dedem, annem Türkan Uludağ’ın ilkokula gitmesine şiddetnan garşı çıkarak “Otur evde da anana masıra sar” dermiş… Dedemin bu kaprisleri ve cehaleti yüzünden Fattuş Deyze’yi okutmamışlar, Şerif Deyze’yi da genç yaşta evlendirmişler… Bu kısır döngüye ailede tek garşı çıkıp direnen rahmetlik anneciğim olduydu – o, okumakta direndi ve Afet Deyzesi ve Kazım Eniştesi onun bu okuma isteğine saygı duyup ona evlerini açtılar, yanlarına aldılar, dedemin dayaklarından korudular, okula gitmesini, okumasını, öğretmen olmasını sağladılar…

 

ŞİFACI BİR GADINDI…

Annemin Afet Deyzesi ve Kazım Eniştesi, annemi okutan, ona Lefkoşa’da Ermu Caddesi yakınında Ayios Yakovos Sokağı’nda bir ev ve bir dükkan bağışlayan, annemin kardeşlerine de evler bağışlayan, onları evlendiren yakın akrabalarıydı… Annem Afet Deyzesi’ni çok severdi – son vaktinde da anneciğim bakmış ona… Ablam, Afet Deyze’nin yaşlı bir gadın olarak halini hatırlar – ablam 4-5 yaşlarındayken Afet Deyze, Ayios Yakovos Sokağı’ndaki evde annemlerle galırmış. Ablamın anlatmasına göre, bir şifacı olarak çeşitli ilaçlar yapıp satarmış Afet Deyze – herhalde bunlar doğal yöntemlerle tedaviye yarayan çeşitli otlardan yaptığı karışımlardı…

 

ZİBA NENEMİN EL MAGARINALARI…

Rahmetlik Ziba nenem, ufak tefek, tipik Mesaryalı bir gadıncıktı: Beyaz tenli, pembe yanaklı, renkli gözlüydü… Eli ayağı hiç durmazdı – hep bir telaş içindeydi çünkü rahmetlik Mehmedali dedemden çokluk hayır yoktu…

Ziba nenem bize geldiğinde önce hamur teknesinde hamur yoğururdu… Bu hamur teknesi hala bendedir… Hamur biraz dinlendikten sonra üstünde hamur açmaya yarayan tahtayı alır, yere oturur, oklavıynan hamur açardı… Bu hamur tahtası yerden en fazla 20-30 santim yükseklikte, birbuçuk metre kare büyüklükte, üç iri tahta blagajın bir araya getirilmesiyle yapılmış, dikdörtgen şeklinde bir tahtaydı… İki yanda ayakları vardı. Ziba nenem yere bir yastık goyup oturur, ayaklarını bu tahtanın altına koyar, sonra da hamur teknesinden aldığı hamuru oklavıynan açmaya girişirdi…  Bazan börek hamuru, bazan el magarınası yapardı… Ziba nenemin yaptığı el magarınalarını çok iyi hatırlarım, açtığı hamuru çöp şişlere benzer ince ahşap çubucuklara sarar, sonra bunları çöplerden sıyırıp parça parça keserdi… Anneciğim da bu magarınaları temiz bir peşkir yazdığı seleye yayar ve gurudurdu, bazan da taze taze gaynadır, tavuk suyuna magarına ederdi…

Ziba nenemin ördüğü küçük bir sepetçiğim vardı ve ben büyüdüğüm zaman bu sepete kıstırıkları goyardık, çamaşır sereceğimizde bu sepetten alırdık kıstırıkları ve topladığımızda da gene bu sepete goyardık. Tahta kıstırıkları genelde çamaşır telinin üstünde bırakmazdık… Henüz plastik kıstırıkların var olmadığı senelerden bahsederim yani… Herşeyin tahtadan, deriden, taştan, camdan üretildiği senelerden… Mutfağımızda her zaman Ziba nenemin ördüğü seleler asılı dururdu… Anneme göre bu seleler bir zamanlar Tahtagala’daki evlerinde “sofra” gibi gullanılırdı… Annem, gardaşçıklarıyla birlikte bu selenin etrafına oturur, yemek yerlermişti… Annem, Ziba nenemin ördüğü selelerde kah zerzavat ayıklar, kah hazırladığı nor ya da hellim böreklerini dizerdi üstüne, gavurmadan önce…

 

EMSAL TEŞKİL ETSİNLER…

Ailemizin bu güzel insanlarını sevgi ve saygıyla anıyorum… Nur içinde yatsınlar… Hayatta galma çabaları, başkalarının hayatlarını iyileştirmek için gösterdikleri çaba dilerim ki emsal teşkil etsin, yolumuzu aydınlatsın… Biz da onlar gibi, gendi hayatlarımızın dışındaki hayatlarla da ilgilenip onları da daha iyi hale getirmeye çalışalım…

oncelikli-sayfa-16-evdimli-kazim-cavus-ve-afet-deyze-foto-gulten-canin-arsivinden.jpg

Evdimli Kazım Çavuş ve Afet Deyze... Foto Gülten Can'ın arşivinden...

oncelikli-sayfa-17-ziba-nene-kazim-cavus-ve-afet-deyze.jpg

Ziba Nene, Kazım Çavuş ve Afet Deyze...

oncelikli-sayfa-16-kibrista-tezgahta-bez-dokuyan-bir-kadin.jpg

Kıbrıs'ta tezgahta bez dokuyan bir kadın...

Bu yazı toplam 577 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar