Talat, Hristofias’ın iddialarına yanıt verdi; “Kıbrıs sorununun çözümünde aceleci olduğum doğrudur”
Talat, Hristofias’ın iddialarına yanıt verdi; “Kıbrıs sorununun çözümünde aceleci olduğum doğrudur”
Tayfun Çağra
Geçtiğimiz hafta Adres Kıbrıs’ta Dimitris Hristofyas, Simge Çerkezoğlu’na yayımladığı kitabı ‘Sessizleştirilen Tarih’i anlatmıştı. Hristofyas, kitabını anlatırken iki toplum lideri olarak müzakere yürüttükleri dönemle ilgili de Mehmet Ali Talat’a yönelik bazı iddialar gündeme getirmişti. Bu iddialar dergimizde yayınlanırken o sözlerin muhatabı olan Talat’a söz hakkı doğduğuna inandığımızdan iddialara yanıt vermesi için Mehmet Ali Talat’la bir sohbet gerçekleştirdik.
Hristofyas’ın iddiaları ile başlayalım sohbetimize… Daha sonra zirve ile ilgili de görüşünüzü alırız. Önce Hristofyas’ın ‘Sessizleştirilen Tarih’ kitabında hakkınızda bazı iddiaları var. Birinci iddiasında şunları söylüyor; Mehmet Ali Talat’ın aceleci tavırları vardı, onlara tepkim oldu, Denktaş’ın konfederasyona ilişkin fikirlerini mi savunalım dedim o da bana ‘neden olmasın’ dedi ondan sonra da CTP Merkez Komitesi’nden tepki aldı, sonra da özür diledi… Bu konuda neler söyleyeceksiniz?
Benim Kıbrıs sorununun çözümünde aceleci olduğum doğrudur, her zaman öyle oldu. Hâlâ öyleyim. Hristofyas’a o dönemde Kıbrıslı Türklerin hızla azaldığını, çünkü o dönemde çok ciddi de göç vardı Kıbrıs’tan yurt dışına, İngiltere’ye vs… Aynı şekilde de Türkiye’den Kıbrıs’a bir akış vardı. Dolayısı ile ben Hristofyas’a ‘gelecekte müzakere edeceğiniz Kıbrıslı Türk bulamayacaksınız’ diye ifade edilen, benim değil başkaları tarafından defalarca ifade edilen bu sözü hatırlattım ve kendisine bir an önce çözüme ihtiyacımız olduğunu vurguladım. Onun duruşu da aynen bugünkü duruşları gibi ‘aman sağlam bir çözüm, iyi bir çözüm olsun. İyi bir çözüm olmayacaksa daha iyi böyle kalsın’ düşüncesi ifade ediliyordu. Geçmişte de bugün de... Bakın AKEL açıklama yapıyor ve evet diyeceği çözümün şartlarını ortaya koyuyor. Halbuki ben ve CTP her zaman temel ilkelere dayalı, yani BM parametrelerine dayalı çözümü hiçbir şart öne sürmeden destekledik. Ancak AKEL öyle yapmıyordu, o dönemde de öyle yapmadı.
Sizin desteklediğiniz bu çözüm planı sağlam olmayan bir plan mıydı yani…
Sağlamlığı kim ölçecek. Nitekim ölçtü Hristofyas sağlamlığı ve Annan Planı’na ‘hayır’ dedi. Annan Planı sağlam değil miydi, Kıbrıslı Türklerin % 65’inin evet dediği bir plan sağlam değil miydi? Sağlam bir plandı.
“TUTARSIZLIK”
Demek ki kendilerine göre sağlam değildi ki öyle bir sonuç çıktı!
Hangisine sağlam diyecek, Hristofyas Annan Planı’nın uygulanma garantisini istemişti. Yani 2004’de bu plana AKEL’in ‘evet’ demesi için uygulama garantisi istendi. Sağlam olmayan bir plan uygulansa kötü olmayacak mıydı. Bu kadar tutarsızlık olabilir mi! Önce bir uygulama garantisi istendi. Demek ki çok iyi bir plandı ve uygulanmasını istiyor... Ondan sonra da bize bazı bölümlerinin değiştirilmesini istediğini söylüyor. Tutarsızlığa bak, önce uygulama garantisi, uygulama garantisini de elde edemeyince dönüp bize işte ‘bazı bölümlerini değiştirelim dolayısı ile biraz erteleyelim’ diyor. Biz de ona ‘o zaman Kıbrıs’ın AB’ye girişini de erteleyelim’ dediğimizde, çünkü Genel Sekreter de bütün dünya da Kıbrıs’ın girişine endekslemişti çözümü, ona ‘hayır’ diyor.
2004 öncesi zamanlarda, olayı tam olarak hatırlamıyorum veya mekân,ı ama Hristofyas bana ‘bu kadar acele niye ediyorsun, sağlam bir çözüm olması lazım’ dediğinde ben de kendisine ‘Kıbrıslı Türkler azalıyor, sonra bir çözüm yapamayacağız’ karşılığını verdiğimde bana ‘ne yani işte Konfederasyonu da mı kabul edelim’ demişse ben de ona ‘neden olmasın’ demiş olabilirim. Ama bu konfederasyonun CTP ya da benim tarafımdan savunulduğu anlamına gelmez. Bu bir şaka ile karışık serzenişti.
Ama ondan sonrası doğru değil; 4 saat daha toplantının sürdüğü doğru değil. Kitabında diyor ki Merkez Komitemizin benim istifamı istediğini benim de özür dileyerek kurtulduğumu ifade ediyor kitabında. Halbuki böyle bir şey ne MYK ne de Parti Meclisinde konuşuldu, ne de ben özür diledim. Kendisine bu bilgiyi veren kim bilmiyorum, ama Kıbrıslı bir Türk’se, onunla ilgili kuşku duymaya ihtiyacı var demek ki Dimitris’in... Ben asla Konfederasyonu hiç savunmadım. Hiç unutulmasın Denktaş’ın İsmail Cem’le birlikte ‘Artık Tezimiz Konfederasyon’ açıklamasını yaptığında ilk tepkiyi koyan Talat ve CTP’dir. Biz bunu asla kabul etmedik. Konfederasyonun çözüm şekli olmayacağını her zaman ifade ettik. Dolayısı ile orada bu eğer söylenmişse bu bir şakadan ibarettir. Başka bir anlamı asla olamaz. Nitekim zaman zaman şakalar yapıyorduk Hristofyas’la… Tipik bir örnek de Slovak Büyükelçisinin düzenlediği partiler toplantısında oldu; Örneğin herkes evine dönecek sözü edilince, ya da müzakerelerde Rum tarafının tezleri bu yönde konunca, ‘74 öncesi koçan sahibi mal sahibidir, o ne isterse o olacak’ sözü üzerine ben Hristofyas’a derdim ki ‘yahu bu Denktaş sizden daha komünist, mallara el koydu, devletleştirdi ve dağıttı. Sen ise geri istiyorsun. Yani tersine bir rol oynuyorsun’ dediğimde gülüşürdük. O bazen kızardı, demek ki ciddiye alırdı. Ve bu şakayı ciddiye alması bana çok tuhaf gelirdi. Ama doğrudur biz acilen, hızlı çözümü hep istedik.
“AB’YE GİRİŞİ ERTELEYELİM”
Bu aşamada şunu da soralım. Hristofyas diyor ki ben referandum için uzatma istedim ama ne Talat’tan ne de Erdoğan’dan olumlu yanıt gelmedi. Referanduma gittik dolayısı ile sonuç hayır çıktı diyor.
Şunu söyleyim, önce AKEL Politbürosu, Kıbrıs’a döndüğümüzde Annan Planı’na evet deme kararı aldı. Bunu inkar etmesin. Konu Merkez Komitesine gidince, Merkez Komitesinde, şu an partiden ihraç edilen bir zat, çok da sol eğilimli komünist olduğundan kuşku duyduğum bir zat, benim Meclis’te bir konuşma yaptığımı ve bu konuşmada “bırakın Annan Planı varsın geçsin biz bunu istersek uygularız” dediğimi söylemiş. Bu yalanı Merkez Komitede anlatmış, komitenin hayır demesine sebep olmuştu. Yani Politbüro’dan ‘evet’, Merkez Komite’den ‘hayır’ çıktı. Hatta Akel Papadopulos’un plana yönelik eleştirilerinin gerçeklerle bağdaşmadığını söyleyip Papadopulos’u eleştirdi. Bu arada Merkez Komiteden çıkarılan karar da uygulama garantisi talebiydi. Yani ‘hayır’ kararı değildi. Uygulama garantisini de Papadopulos Yakovu’yu Moskova’ya göndererek Rusya’nın vetosunu sağlayıp, (çünkü bir karar tasarısı geçecekti önceden uygulama garantisini sağlamak için) engelledi ve böylece Akel de uygulama garantisi olmadığı için benden erteleme talep etti. Ama bu defa bazı bölümlerini de Kıbrıslı Türklerin aleyhine olmayacak şekilde düzenleyerek bazı değişiklikler yapmamızı önerdi. Dedim ki bu kadar sıkı takvimlerle gelen bir plan şu anda sonuçlandı törenle bize teslim edildi. Bu planı değiştirmek için geleceğe atıyoruz. Anlaşamazsak değişiklikler yapamazsak veya o zaman yine bu plan geçmezse ne olacak. Bunun güvencesini de bize siz verin. Kıbrıs’ın Avrupa Birliği’ne girişini erteleyelim. Ona ‘olmaz’ dedi. Neden olmaz, Avrupa Birliği bunu kabul etmezmiş… ‘Hayır’ dedim biz iki taraf bir araya gelip Avrupa Birliği’nden böyle bir ricada bulunursak Avrupa Birliği bunu kabul eder. Avrupa Birliği çözüm istemiyor mu, istiyor hem de ölümüne istiyor o dönemde. Çünkü ne yapacağını bilmiyordu... Şimdi Kıbrıs sorunu ile yaşamaya alıştı. Ama o zaman daha ne olduğunu bilmiyordu.
Avrupa Birliği ile o dönemde böyle bir görüşme yapıldı mı?
Niye yapılsın ki, reddettiler. Bilmiyorum, ben yapmadım. Reddettiler ve olmadı. Hristofyas bu konuyu hep gizliyor. Erdoğan kabul etmemiş. Erdoğan’la konuşmadı ki kendisi. Benimle konuştu. Ben kabul etmedim. Benim önerim ertelenmesi idi üyeliğin de... O onu kabul etmeyince bunu kabul etmemiz intihar demekti. Yani ne istiyordu; Kıbrıslı Türklerin ‘evet’ dediği ortaya çıkmasın. Bu işi belirsiz bir geleceğe atalım. İnan bana şimdiye kadar görüşmeler sürecekti ve Kıbrıslı Türklerin evet dediği de ortaya çıkmayacaktı.
“ÇOK ÇİRKİN BİR YAKLAŞIM”
Peki şunu da soralım. Hristofyas yine diyor ki önce Rauf Denktaş vardı, yani önemli bir isimdi. Ama daha sonra Tayyip Erdoğan Denktaş’ın yerine Talat’ı getirdi, ardından da Talat’ı devreden çıkarıp yerine Eroğlu’nun seçilmesini sağladı.
Ne kadar ilginç bir bakışı var Kıbrıslı Türklere. Türkiye karar verir Talat’ı getirir sonra Talat’ı beğenmez Eroğlu’nu getirir. Yani buna söyleyecek kelime bulamıyorum. Çok aşağılayıcı, çok çirkin bir yaklaşım. Kıbrıslı Türklerin iradesinin olmadığını, Türkiye ne derse halkın o yönde oy verdiğini iddia edebiliyor. Peki şimdi Akıncı’yı nasıl getirmiş, madem ki Eroğlu’ndan memnundu. Hade benden memnun değildi Eroğlu’nu getirdi benim yerime, beni de Denktaş’ın yerine getirmişti. Peki Akıncı’yı da mı Türkiye getirdi.
Peki Denktaş’ın seçime girmemiş olması bu iddiayı ortaya çıkarmış olabilir mi?
Denktaş’ın seçime girmeme sebebi belli. Bu süreci yönetemedi, Kıbrıslı Türkler kendisine rağmen evet dedi. Zaten o şartlarda Denktaş aday olup kaybetmeyi göze alabilir miydi. Ben köylere gittiğimde halk beni davul zurna ile karşılardı. 1950’lerde 59’larda Türk liderlerin köyleri ziyaretlerinde olduğu gibi... Zeytin dalları ile… O şartlarda Denktaş aday olabilir miydi. Konjönktür onun aday olmasına imkân tanımadı. Neden, çünkü Annan Planı’na evet dedik, halk ‘evet’ dedi ve bu ‘evet’in öncülüğünü de CTP yaptı. CTP’nin lideri de Cumhurbaşkanı adayı.
Denktaş sonucu önceden gördü ve dolayısı ile seçimden çekildi diyorsunuz…
Gördü tabii… Tabii şunu iddia etmiyorum; Denktaş seçime girse kazanır mıydı kazanmaz mıydı; o başka bir şey. Ama havayı gördü, en azından ihtimal olarak gördü onu.
“NİYE ANLAŞTIĞIMIZ KONULARI AÇIKLAMAKTAN KAÇINDI?”
Türkiye’den de olumsuz bir hava vardı herhalde!
Tabii Türkiye de Denktaş’la çelişkiye düştü. O da var. Denktaş da katıksız bir Türk dostu. Türkiye ile kavga etmem yanlış olur diye düşündü. Yani bir sürü neden var. Konjonktürdür bunu sağlayan... Ha benim seçimi kaybetmemin nedeni de Hristofyas’ın kendisi idi.
Neden?
Bak şimdi ne diyor, birçok konuda yakınlaşma sağladık. Ama ben görevde iken hiç yakınlaşma sağladığımızı söylemedi. Hep ‘daha çok sorun var, hiç ilerleme yok, esas konularda hiçbir şey yapmadık’ diyordu. Çıkalım birlikte açıklayalım dedik vardığımız yakınlaşmaları. Genel Sekreter Ban Ki-moon Newyork’tan geldi. Bunu sağlamaya çalıştı. ‘Hayır’ dedi. Niye anlaştığımız konuları açıklamaktan kaçındı. Ha eğer anlaştığımız konuları birlikte açıklasaydık. Halk da iki tarafın da kabul ettiği ilerlemeler var deyip bu süreç böyle devam etsin diye Talat’ı destekleyebilirdi. Onun için yapmadı bunu. Bundan çekindi ve sonuçta ben seçimi kaybettim. Ama bu konuda ben kendisini suçlamadım. Onun da kendi toplumunda sorumlulukları var, kendi toplumunda tepkiler çekebilirdi bu konuları kabul ettiğinden dolayı. Kendisi de aday olacaktı, belki ondan çekindi ama bana işte Türkiye “Talat’ı göreve getirdi, sonra da Eroğlu’nu göreve getirdi” gibi yaklaşımlarla yaklaşırsa bunu kabul etmem asla mümkün değil.
Benim Hristofyas’ın iddiaları ile ilgili sormak istediğim…
Bazı şeyleri unutmuş da olabilir…
Yaşlandı mı?
Olabilir, ama onun dışında şu da olabilir; Aradan zaman geçti, bazı şeyleri kendine göre yorumlamış olabilir ve yanlış yorumlamış olabilir, aklında o kalmış olabilir. Bilemiyorum ne olduğunu. En azından benim bu Merkez Komite’den özür dilediğim sözkonusu değil… Kim anlattı, nerden duydu. Bilemiyorum. Birisi uydurdu ve bunu kendisine nakletti. Hristofyas’ın uydurduğunu söylemek istemiyorum ben… Ondan dolayı ‘birisi uydurdu belki’ diyorum.
ZİRVE’DEN BEKLENTİ
Zirvenin ikinci gününde yapıyoruz bu röportajı ama zirveyi takip eden Pazar gün yayınlanacak. Sonucu şu an için bilemiyoruz ama bu zirveden beklentiniz nedir diye sormak istiyorum.
Bundan beklentim 5’li konferansın tarihinin belirlenmesi ve onunla eşgüdümlü bir biçimde toprak ve garantilerin sonuçlandırılması… Beklentim budur. Bunun elde edilmesi bu son yılların en büyük başarısı olacak.
5’li konferansın toplanmasından sonra referandum kararı çıkar mı, referanduma gidilir mi?
Bu tabii bütün pürüzlerin ortadan kaldırılmasına bağlı, anlaşmazlık noktalarının ortadan kalkmasına bağlı. Anlaşmazlık noktaları tümden çözümlenmeden çözüm olmaz. Örneğin dönüşümlü başkanlık.
Dönüşümlü başkanlık Annan Planı’nda var mıydı, ben vardı diye hatırlıyorum…
Dönüşümlü başkanlık vardı, 4’e 2 oranında… Etkin katılım konusunda bazı sıkıntılar var şu anda, onun da çözülmesi lazım. Çünkü siyasi eşitliğin gereğidir o ve tabii toprak, harita üzerinde anlaşılması lazım. Bir de bu anlaşmanın halk tarafından kabul edilebilmesi için bütün unsurlarının tamam olması lazım. Bunlardan birisi de güvenliktir. Yani halkımızın kendisini güvende hissetmesi lazımdır.
‘EVET’ İÇİN GARANTİ ŞART
Nasıl sağlanabilir bu güvenlik?
Biliyorsunuz Türkiye’nin garantörlüğü Kıbrıslı Türkler için bir ihtiyaçtır. Genelden bahsediyoruz. Bütün halkın ortalamasından bahsediyoruz. Değişik görüşler var tabii halkın içinde. 1963’ten bu güne koşulların değiştiği, bu koşullarda aynı şekilde bir güvenlik sistemine ihtiyaç olmayabileceği, güvenliğin sağlanması için başka imkânların bulunduğu gibi düşünceler var ki bunlar bende de var. Ama burada önemli olan nokta o değil, önemli olan nokta halkın çoğunluğunun ‘evet’ diyeceği bir anlaşma. Halkın çoğunluğunun ‘evet’ diyebilmesi için de güvenlik şarttır.
Olası bir anlaşmanın kuzeyde kabul edilebilmesi için Türkiye’nin de bu anlaşmaya destek olması lazım. Kıbrıslı Türkler sandığa giderken bunu görmek ister. Bu benim görüşüm değil, bu bir gerçektir.
Yani işte çözüm olacak, dolayısı ile Avrupa Birliği üyesi olacağız, bu yüzden de Avrupa Birliği’nin garantisi vardır düşüncesi ne kadar geçerli olabilir?
AB’nin garantisi gibi bir şey var mı, yok öyle bir şey. Güvenlik Konseyi’nin garantisinden bahsediliyor. Onlar hep uydurma şeyler, zoraki yapılmaya çalışılan şeyler. Güvenlik Konseyinin garantisi olacağına hiç garanti olmasın tercih ederim. O işi karıştırır. Güvenlik Konseyinin garantisi olması Kıbrıs’ta güvenliği daha ciddi tehlikeye sokar.
“GÖZDEN GEÇİRİLECEK BİR GARANTİ SİSTEMİ”
Neden?
Çünkü Güvenlik Konseyi’nin anlaştığı hiçbir olay yoktur. Suriye’yi görmüyor musunuz, vallahi bizi savaştırırlar burada.
Peki Rum tarafının tepkisi olursa, Türkiye’nin garantisine hayır derse, o zaman çözümsüzlüğü zorlamaz mı?
O da doğru, Kıbrıslı Rumların da ikna olabileceği bir yöntem bulunması lazım. Vardır yani yöntem.
Ne olabilir bu yöntem…
(Garanti sisteminin) Belli dönemlerde gözden geçirilmesi sistemi. Yollar var, önemli olan bunları konuşmak. Yunanistan’ın en son takındığı tavır gibi, hayır biz garantiler olursa 5’li Konferansa gelmeyiz yaklaşımı yapıcı bir yaklaşım olmazdı. Nitekim olmadı da…
Ekleyeceğiniz başka bir şey var mı?
Teşekkür ederim. Söyleyeceklerim bunlar.