Talat: “KKTC kurumları paspas oldu”
2. Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat, cumhurbaşkanlığı seçimleri ve sonrasında yaşananlardan dolayı, “KKTC bağımsız bir devlettir “ iddiasının bir anda yerle bir olduğunu söyledi. “
2. Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat, cumhurbaşkanlığı seçimleri ve sonrasında yaşananlardan dolayı, “KKTC bağımsız bir devlettir “ iddiasının bir anda yerle bir olduğunu söyledi. “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kurumlarının paspas haline getirilmesini izledik. Artık utancımızdan yabancılara haklarımızı, eşitliğimizi bile ifade edemiyoruz…” ifadelerini kullanan Talat, Türkiye ile karşılıklı güven, saygı ve işbirliğine dayalı resmi ilişkilerin güçlendirilmesi için çalışılması gerektiğini vurguladı.
Talat’ın açıklaması şu şekilde;
Herhalde Kıbrıs Türkü tarihinin en kaotik ve kötü günlerini yaşıyor. Geçmişte de türlü sıkıntılar bu toplumu rahatsız etti, hayatından bezdirdi. Ama bu kadar fazla konuda olumsuzluklar, hep bir arada, yaşanmadı.
Bir yandan döviz aldı başını gidiyor. Türk lirası sürekli değer kaybediyor. İthal mallar yanı sıra yerel üretim de -kullandığı hammaddeler bağlamında- pahalandıkça pahalanıyor. Yüzlerce iş yeri kapanır, çalışanlar neredeyse açlığa mahkum edilirken, salgın hastalık tehdidi ile yaşam daha da zorlaşıp ekonomi çöküyor. Fakat işin ilginç yanı, Türk Lirasının değer kaybının sorumlusu konumundaki Türkiye ekonomisini yönetenler, bunu önemsiz bir şey olarak küçümseyerek toplumun sinir uçlarıyla oynuyor. Kıbrıslı Türkler yanı sıra elbette Türkiye halkı de fakirleşmeye devam ediyor. Ama en önemlisi, bu durumun sorumluları bunun farkında değil veya önemli değil gibi davranıyor.
Öte yandan KKTC’de hükümet yok, gerçekten yok. Geçici otonom yönetim yıllarından (1963) beri Kıbrıslı Türkler hükümetsiz kalmadı. Bürokrasi, Başsavcılık ve hatta yargı, uyarı görevini bile yapmayarak bilgi yoksunu bir grubun kendi partisel ve kişisel çıkarlarına yardım ve yataklık yaptı. Olağanüstü bir anayasa ihlali yaşıyoruz ve bunu anayasayı korumak ve kollamakla sorumlu olanlar da gerçekleştirmekte. Hükümet yokken zamlar devam ederek vatandaşın belini bükmekte…
Kısa bir süre önce yaşadığımız Cumhurbaşkanlığı seçiminde yapılan her türlü hataya, yanlışa, müdahale davetine rağmen; bölgesel büyük güç pozisyonundaki Türkiye’nin birçok kurumuyla seçimlerimize, kabul edilemez müdahalesini, birlikte yaşadık. Üstelik Kıbrıs’ta iki eşit devlet vardır, eşit haklara sahip Kıbrıs Türk halkı vardır diye diye… İnanılır gibi değil ama bir yandan eşitlik talep edilirken, hidrokarbon yataklarında var olan Kıbrıslı Türklerin haklarını da koruyoruz diyerek, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kurumlarının paspas haline getirilmesini izledik. Artık utancımızdan yabancılara haklarımızı, eşitliğimizi bile ifade edemiyoruz…
Geçmişte ganimetin utancıyla sakladığımız Maraş’ı seçim malzemesi, gezi ve düğün platosu haline getirerek övünülecek bir mekan olarak bile sunabiliyoruz. Cumhurbaşkanlığı seçim yasaklarını, garantör Türkiye Cumhuriyeti eliyle çiğnerken KKTC yasalarını paspas edebiliyoruz. Bu süreçte Yüksek Seçim Kurulunu işlevsiz hale getirebiliyoruz. Kıbrıs’ta iki devlet var iddiası karşısında dünyanın bize dudak bükmesine neden oluyoruz.
En son olarak geçmişte denenerek büyük çalkalanma yarattığı görülmüş bir başka müdahaleyle karşılaştık. UBP’nin kurultayına müdahale… Müdahaleye davetiye çıkaran UBP’nin, sonuçta derdi kendi üzerine aldığı ve kazdığı kuyuya düştüğü bir gerçek. Ama kim ne derse desin gailesi bize de düştü. UBP’nin razı olması bu sorunu sorun olmaktan çıkarmaz, çıkaramaz. Yapılanlar bizi aşağılar. İzolasyonlara gösterdiğimiz tepkiyi anlamsızlaştırır, hatta bizi komikleştirir. Bir partinin kurultayına bile müdahale edebilen yetkililer yüzünden Türkiye’nin “KKTC bağımsız bir devlettir “ iddiası bir anda yerle bir olur…
Elbette müdahaleyi davet edenleri de unutmamak lazım. Belki onlar olmasa müdahaleye cesaret etmek de mümkün olmayabilirdi. Bir gazeteyi ya da bir sendikayı hedef gösterme garabeti de yaşanmayabilirdi…
Kısacası Türkiye ile Kıbrıs Türk halkının ilişkilerinin en kötü günlerinin yaşandığı bir dönemdeyiz. İğneyle kuyu kazılarak yaratılan dengeli ilişkilerin, Annan planı dönemindeki dayanışmanın çanına ot tıkanmasını üzüntüyle izliyorum.
Sorun, “demokrasi şöleni” safsatasının çökmesi değil. Zaten öyle bir değeri yoktu. Ama, sorun Kıbrıslı Türklerin varlık ve Kıbrıs sorunundaki eşitlik mücadelesinin aldığı yaradır. Kıbrıslı Türklerin haklarını koruyoruz diyerek Kıbrıslı Türklerin konumunun yerle bir edilmesini kabul etmek mümkün değil. Ve kabul etmemeliyiz…
Siyasi hayatım boyunca ve özellikle görev icra ettiğim dönemde Kıbrıslı Türkler ile Türkiye halkı arasında var olan tarihi, kültürel ve manevi ilişkilerin artarak pekişmesi için çok çalıştım. Bizi dünyaya bağlayan Türkiye ile Kıbrıs sorununa adil ve kalıcı bir çözüm bulunabilmesi çalışmalarında da sürekli işbirliklerinin olması gerektiğini hep savundum ve bu konudaki hassasiyetlerimizin karşılıklı anlayışla işbirliğine dönüşmesini sağladım.
Karşılıklı güven, saygı ve işbirliğine dayalı resmi ilişkilerin güçlendirilmesi için çalışmak hedef olmaya devam etmelidir diye düşünüyorum. Bu Kıbrıs sorununun çözümü için de özenle işlenmesi gereken bir konudur. BM müktesebatına uygun bir çözüm için aktif bir siyaseti oluşturmak ve Türkiye’nin desteği ile ilerletmenin hayati görevimiz olmaya devam ettiği inancındayım… Aksi, çözümsüzlük, bölünmenin devamı, izolasyon ve eziyet çekmekten başka bir şey değildir!