1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. TANRIÇAYDI AMA BİR TANRI OLAMAMIŞTI*
TANRIÇAYDI AMA BİR TANRI OLAMAMIŞTI*

TANRIÇAYDI AMA BİR TANRI OLAMAMIŞTI*

Tanrıçalar güzel, tanrılar yakışıklı, aralarındaki cinsel çekim ve birleşmeler hemen hemen tüm mitolojik olayların temeli iken, tanrıçaların ve tanrıların eşit olduklarından bahsedebilir miyiz?

A+A-

 

Pervin Yiğit
[email protected]

Yunan mitolojisi deyince hemen hemen herkesin kafasında bazı imajlar canlanır. Farklı dil, din, etnik köken, kültür veya sınıfa ait insanlar bile Afrodit’in güzelliği ile ünlü olduğunu, Zeus’un Tanrıların Tanrısı olduğunu ya da Eros’un okları ile aşk dağıttığını bir yerlerden duymuştur. Milattan önce 9. yüzyıla kadar uzanan yazılardan ve daha sonraları Hesiodos ve Homeros’un şiir ve destanlarından öğrendiğimiz bu kahramanların hikayelerinin yaklaşık 3000 yıldır hem Yunan kültürüne hem de evrensel kültüre etki edebilmeleri şaşırtıcıdır. Olimpos Dağı’nda yaşayan on iki tane ölümsüz Tanrı/Tanrıça, onlardan doğan yarı ölümlü çocuklarla çok geniş sayıda kahramanları olan yunan mitolojisi bireylerin ilgi düzeylerine göre, onlara ya Afrodit’in aşklarını, ya Zeus’un karısı Hera’yı aldatma hikayelerini ya da Apollo ve Artemis kardeşlerin dünyaya neler sağladığını hatırlatır. Ama nedense tüm bu bilgiler hep “cinsellik” etrafında döner. Evet, yunan mitolojisi, en basit tabirle güzel kadınlarla, yakışıklı erkeklerin başı çektiği ve bunlar arasındaki cinsel birleşmenin ön planda olduğu hikayelerdir. Çıkan savaşlar ya da yapılan barışlar da er ya da geç ‘kadın ile erkeğin farklı olan bedenlerinin birleşmesine’ bağlanır.**

Beden bir iletişim dilidir ve biz, kültür aracılığı ile bu bedene farklı imajlar ve anlamlar yükleyerek onu şekillendiririz. Bir kelimenin, nesnenin ya da kavramın tanımına bakarken, kişilerin onu nasıl algıladıklarına da bakmamız gerekir. Kadın veya erkek bedeninin algılanışı ve onlara atfedilen anlamlar toplumdan, ekonomiden, sosyo kültürel koşullardan bağımsız düşünülemez. Kısacası bedeni bağımsız bir imaj olarak değerlendirmek veya anlamaya çalışmak eksik kalacaktır. Kadın veya erkek bedenlerinin imgeleri ve nasıl sunuldukları sanat, edebiyat, toplum ve kültür ile ilişkilidir. Biz bunların her birine baktığımızda sosyal düzene tanıklık etmekle beraber, kelimelere atfedilen anlamları da fark ederiz. Olması gereken ile olan birbirini besleyen iki alandır. Olması gereken düzen edebiyatta ve sanatta topluma sunulduğunda, toplumda halihazırda ‘olan’ veya ‘olacak olanı’ besler; toplumdaki değişiklikler de bahse konu alanlarda değişim yaratır. Bu yüzdendir ki mitolojik hikayeler bazı çevreler tarafından mantıksız hikayeler gibi görünse dahi, cinselliğe ve dolayısı ile bedene yüklenen toplumsal rolleri açıkladıkları için her zaman değerlidir.

Bedeni; hem erkek hem de kadın bedenini yunan mitolojisine taşıyan erkektir. Oradaki kadın imgesini yaratan, kadının nasıl olması nasıl görünmesi gerektiğine karar veren, aslında kadın bedenine ‘anlam’ veren erkektir. Her imgede bir görme biçimi olduğunu savunan John Berger şöyle der; “kadın olarak doğmak, erkeklerin mülkiyetinde olan özel, çevrelenmiş bir yerde doğmak demektir”. Erkeklerin hakimiyetinde olan bir alanda doğan kadın, kendi bedenine erkeğin anlam yüklemesine tanıklık eder ve bunun ilk hissedildiği yer de yunan mitolojisidir. Açıkça ifade etmek gerekirse yunan mitolojisi, edebiyat, kültür, siyasi ve sosyal hayat ile etkileşim içerisinde bugüne kadar gelmiş olan kadın erkek ayrımcılığını yaratan, onu yeniden üreten ve onu her zaman besleyen bir gerçeklik olarak görülebilir.

Erkek mülkiyeti olarak Yunan Mitolojisi

Erkekler için ve erkek gözüyle yaratılan yunan mitolojisi, ataerkil toplumun izlerinin en fazla hissedildiği mitolojilerden biridir. “Mit siyasi bir araçtır, bir grubun, cinsin diğerinin üzerinde ailevi ya da siyasi egemenlik kurmak için, ya da kişisel çıkar elde etmek için kullanılan bir araçtır”.(1) Bu sebepledir ki mitolojik ideoloji kadın ve erkeğin bedenleri üzerinden ‘farklılıklarına’ vurgu yaparak toplumdaki rollerini oluşturur ve erkeğin kadın üzerinde hakimiyet kurmasını güvence altına alır.

Tanrıçalar güzel, tanrılar yakışıklı, aralarındaki cinsel çekim ve birleşmeler hemen hemen tüm mitolojik olayların temeli iken, tanrıçaların ve tanrıların eşit olduklarından bahsedebilir miyiz? Antik Yunan, demokrasinin, felsefenin, sanatın doğduğu yerdir. Fakat Antik Yunan’ı özgür ve eşit bir toplum olarak düşünmek bilgi eksikliğinden başka bir şey olamaz. Antik Yunan’daki demokrasi sadece özgür Yunan erkeklerinin oy verebildiği bir demokrasidir. Kadının evin dışında yeri yoktur, var olma sebebi sadece çocuk doğurmaktır. Toplumda böyle bir eşitsizlik varken, kültürlerindeki çoktanrılı inanışta eşitliğin olduğunu söylemek de pek mümkün değildir. Toplumlarında hakim olan ataerkillik aslında mitoloji tarafından yaratılmış; olması gereken düzen mitoloji ile aktarılmış ve bireyler tarafından olduğu gibi kabul edilmiştir.

Yunan mitolojisinde fallus merkezli bir hikayecilik vardır. Tanrıların hem ölümlü kadınlara hem de Tanrıçalara tecavüz etmelerini anlatan hikayeler, baştan çıkarılan ve kandırılan kadınlarla girilen ilişkiler, Tanrıların bir kadın figürüne ihtiyaçları olmadan doğurgan olabilmeleri, kadının Tanrıça dahi olsa onur kırıcı sıfatlarla tanımlanmaları yunan mitolojisinin kadın erkek farkı ile beraber eril kültürü yaratıp beslediğinin birer kanıtıdır. Tanrıçaların birer nesne olarak gösterilmeleri ve cinsel arzularının kadınlık zaafı olarak sunulması aslında ilgi çeken aşk hikayelerinin arkasında kadının yüceltilmesinin değil, değersizleştirilmesinin olduğunu gösterir. Güzel Afrodit, güçlü Athena ya da akıllı Hera kendilerine özgü yeteneklerle donatılmış olsalar da, hiçbir zaman Tanrılarla eşit olamamışlardır. Yunan mitolojisi maalesef Tanrıçaların birer özne olarak dahil oldukları hikayelerden ibaret değildir. Aksine, içine ataerkil motiflerin yerleştirildiği bu hikayeler erkeklerin güç gösterme aracı olarak kullanılarak günümüze kadar gelen eril kültürün bir yansımasından başka bir şey değildir.

Pandora; insanlığın cezası

Söz konusu mitolojik hikayelerde yaratılmış olan ilk kadın Pandora’dır  ve tüm tek tanrılı dinlerin ilk kadını olan Havva ile ortak özellikler gösterir. Havva günahkardır, Adem’i kandırarak insanlığın cennetten kovulmasına sebep olan, nefsine hakim olamayan kadındır. Havva’nın yaratılma sebebi Adem’e eşlik etmektir ve Adem’in bir parçasından hayat bulması da bedenini Adem’in bedenine bağımlı yapan bir detaydır. Kadın, erkekten bağımsız bir var oluşa sahip olamaz. Pandora’nın yaradılışında da buna paralel bir hikaye vardır. Titanlardan biri olan Prometheus, ateşi Zeus’un elinden çalınca, ölümlülerin yaşadıkları çevreyi kontrol etmeleri mümkün olmuştur. Zeus da bunun karşılığı olarak insanlıktan intikam almak ister ve Pandora’yı şunları söyleyerek yaratır:

ama öyle bir belaya bulaştın ki
evet, çaldığın ateşin karşılığı olan bir bela.
İnsanların başına öyle bir dert açacağım ki
onu öpüp okşamadan edemeyecekler (2)

Başka bir deyişle “Zeus bu yapılana karşılık bu büyük sıkıntıyı insanların ve tanrıların karşısına koydu”.(3) Kadın denilen bu “uğursuz soy”, tek işleri sıkıntı yaratmak olan, “iyiliğe karşı kötülük” yapan büyük bir derttir.(4) Zeus’un emriyle toprak ve su karıştırılıp, yüzü tanrıçalara, vücudu genç kızlara benzeyen, tüm Tanrıların ve Tanrıçaların bir şeyler eklediği bir kadın yaratılır. Tanrıçaların süsleyip püslediği, saçlarına çiçekler koyduğu kadın, tüm tanrıların hediyesi demek olan Pandora ismini alır. Dışındaki güzelliğe rağmen, içi oldukça kötü olarak yaratılmıştır ki onun güzelliğine karşı koyamayan erkekler Pandora’dan ve aslında tüm kadınlardan zarar görsünler. İnsan için esas ceza Pandora’nın bedeninin güzelliğidir çünkü böylece erkek kadına karşı olan arzusunu ve içindeki şehveti kontrol etmek için savaşacak buna karşı koyamayınca da Pandora’nın kalbindeki kötülük yüzünden erkeklerin başına dert açılacaktır. En nihayetinde insanlığa bir ceza olarak gönderilmiş Pandora’nın içine “bir köpek kalbi”, “tilki huyu” ve “istekler ve arzular” Zeus tarafından bırakılmıştır. Ve kalbi yalanlarla doldurulan Pandora dişil kötülüğün ilk örneği olarak insanlara gönderilir.

Pandora elindeki kutuyu açarak, sembolik olarak kadının erkek karşısında yine zayıf olduğunu göstermiştir. Erkek üretici olarak kutuyu doldururken, kadın tüketici olarak kutuyu boşaltır. Arzularını kontrol edemeyip kutuyu açan Pandora, kadının sorumluluk sahibi olamayacağını kanıtlar ve kadına hiçbir zaman güvenilmemesi gerektiğini erkeklere öğretir. Bu kadın, huzurlu bir hayat yaşayan erkeği sonsuza kadar mutsuzluğa, kötülüklerle ve hastalıklarla dolu bir hayata mahkum eder. Kötülükler dünyaya yayıldıktan sonra kutuda sadece umut kalmıştır. Pandora, Zeus’un arzusuyla, umut dışarıya çıkamadan kutunun kapağını kapatır. Bu yüzden insanların başı ne dertlerden kurtulur ne de insanlar bu dertlerden kurtulabileceklerine dair umutlarını kaybederler. Zeus intikamını almış, kadını yaratmış, erkeğe sürekli kontrol etmek zorunda olduğu bir hediye vermiştir. Pandora’nın yaratılma sebebi ve yaratıldıktan sonra yaptıklarıyla kazandığı sıfatlar eril kültürü ayakta tutan en güçlü hikayelerinden biridir. 

“anne çocuğun ebeveyni değildir, sadece fetüsün bakıcısı olabilir. Halbuki doğum babaya bağlıdır, anne sadece Tanrı istediği sürece tohuma bakabilir, bu yüzden anne olmadan baba olabilir”(5)

Atina şehrinin ismini aldığı Athena’nın doğum hikayesi de erkek egemen kültür için önemli bir hikayedir. Zeka, sanat, ilham, bilgelik ve barış tanrıçası olarak mitolojideki en güçlü tanrıçalardan biri olan Athena’nın doğuşu kadının dişiliğini etkisiz kılan bir hikayedir. Metis hamileyken, çocuğun babası olan Zeus doğacak çocuk kendi yerine geçmesin diye Metis’i yutar ve Athena doğmadan önce Zeus’un kafasında bir yumru şeklinde büyür. Zeus Athena’yı kendisinden bir parça yaparak onu doğana kadar kafasında taşır sonra da Zeus’un isteğiyle başı yarılarak Athena Zeus’un kafasından çıkar. Athena’nın sadece Zeus’tan doğması, kadına özgü olan doğurganlığı kadının elinden alarak bir hayat yaratılmasında dişil özelliklerin gerekli ya da önemli olmadığını gösterir. Zeus’un bu şekilde bir tanrıça yaratabilmesi ile erkeğin kadına ihtiyacı olduğu tek alan da yok olur. Erkek o kadar güçlü ve yetkindir ki kadının yapabileceği her şeyi yapar. “Athena sembolik bir şekilde babasının, Zeus’un kafasından çıkar, aslında ataerkil erkek fantazisinden doğar” (6) bu sebepledir ki Athena’nın doğuşu ve diğer tanrı/tanrıçalardan üstün özelliklerinin olması ataerkilliği güçlendiren bir hikayedir.

Athena’ya benzer şekilde Dionysus da annesinden değil, Zeus’un vücudundan doğar. Rahim görevi gören bu kez Zeus’un bacağıdır. Ölümlü bir kadınla beraber olan Zeus, kadın hamileyken ünlü şimşekleri ile fetüsü kadının vücudundan ayırır ve kendi bacağına yerleştirir. Dionysus daha sonra buradan doğar. Kadının karnının yerini erkekte bacak ya da kafa alması, dişil özelliklerin yoksunluğunda bir erkeğin “hayat” verebilme gücünü gösterir. Doğumda kadına ihtiyaç olmadığını gösteren mitler, bize erkek vücudunun hayatın yaratıcısı olmak için yeterli olduğunu, kadının bir öneminin omadığını, dolayısı ile erkeğin kadın üzerindeki egemenliğini gösterir.

Erkek kendi başına değerli varlıklar yaratabilirken, kadının erkekten bağımsız olarak yaratabildikleri  ise hep kötü varlıklar olmuştur. Nyks, “kimseyle sevişmeden tek başına” (7) Moros, Ker ve Tanatos isimlerindeki ölüm tanrılarını doğurur. Erkek, en akıllı, en güzel, en cesaretli gibi sıfatlar alabilen ölümsüzler yaratırken kadın bir erkeğin yardımı olmadan sadece kötü ölüm tanrılarına hayat verebilir. Yine bu mit de erkeği yüceltirken kadını aşağılayan bir hikayedir.

Kadınsal özelliklerin yeri olmadığı için kadını değersizleştiren diğer bir yaratılış öyküsü de en bilinen Tanrıçalardan olan Afrodit’in doğuşudur. Farklı efsaneler arasında en fazla kabul gören Afrodit’in köpüklerden ortaya çıkmasıdır, bu sebepledir ki ismi Yunancada köpük anlamına gelen aphros kelimesinden türer. Efsaneye göre Kronos babası Uranos’u devirmek için bir orakla babasının cinsel organını keser, kesilen organ denize düşer ve böylece Afrodit yaratılmış olur.

Afrodit varlığını sadece babasının spermlerine borçludur. Erkek kendi kendine yeten bir varlık olduğu için bedeninin bir parçası bile denize atıldığında böylesi bir Tanrıça’yı yaratabilir. “En güzel beden”in yaratılması için bir kadına değil, bir erkeğe ihtiyaç vardır. Athena bedensel güzelliğinden ziyade içsel özellikleri ile ölümsüzler arasında farklılaşırken, Afrodit ise fiziksel özellikleri ile, vücudunun mükemmelliği ile varlığının biricikliğini sürdürür. Şaşırtıcıdır ki ikisi de onları Tanrıça yapan özelliklerini erkeklere borçludur.

Afrodit’in aşk veya güzellik Tanrıçası olması kadını yücelten bir olgu değildir. Onunla ilgili hikayelerde ne kendi ne de diğer kadınlar birer özne olarak var olamaz; aksine bu kadınlar nesneleşirken gittikçe değersizleşirler. Tanrıçaların güzel, akıllı, bilgili veya yetenekli olmaları, kaprisli, şımarık ve kıskanç olmalarını engellemez. Hera aldatıldığında tabii ki sinirlenecek, Afrodit aşık olduğu erkeğin arkasından tabii ki ağlayarak ona gitmemesi için yalvaracaktır, çünkü onlar Tanrıça dahi olsalar öncelikle birer kadındır ve kadın ‘zayıf’ olmak zorundadır.

İlyada destanına bakarsak yunan mitolojisinde kadının nesneleştirildiği birçok örneğe rastlayabiliriz. Homeros, destanda şöyle bir hikayeye yer verir; Troya kralı Priamos’un Paris isminde bir oğlu olur. Priamos’un karısı doğumdan sonra bir rüya görür ve rüyanın yorumlanması için bir kahine gider. Kahin bu çocuğun Truva’ya felaket getireceğini söyler. Bunun üzerine Paris bir dağa bırakılır, fakat büyüdükten sonra Zeus tarafından bulunarak Tanrıçalar arasında geçen bir yarışmada hakem olarak seçilir. Athena, Afrodit ve Hera’nın yer aldığı yarışmada, Paris’in yapması gereken bu üç tanrıça arasından en güzelinin kim olduğuna karar vermektir. Yarışmayı kazanabilmek için her biri Paris’e bir şey vaad eder. Athena, Paris’e savaşlarda zafer ve cesaret kazandırmayı, Hera, Asya krallığını, Afrodit ise o zaman Yunan krallarından Menelaos’un karısı olan Helen’in aşkını vermeyi teklif eder. Sonuncuyu kabul eden Paris, Helen ile aşk yaşamaya başlar ve Helen’i kaçırarak Truva Savaşı’na sebep olur. İlk bakışta Paris’in bir kadının aşkı için bir krallığı karşısına alarak savaş çıkarması ya da Helen için kendi gücünü ve statüsünü kaybetmeyi riske atması romantik bir okuma olabilecek iken, aslında bir kadının (Afrodit) başka bir kadını (Helen) rüşvet olarak sunması ile başlayan bu hikaye kadının nesneleştirildiğinin açık bir kanıtıdır. Odaklanılacak olan Helen’in aşkı uğruna Paris’in savaş çıkarması değil, “dünyanın en güzel kadını” diye geçen Helen’in hemcinsi tarafından bahis konusu yapılması ve bedeni üzerinden aşağılanmasıdır. Helen burada bir özne değil, güzel bir bedene hapsolmuş ve rüşvet olarak sunulan bir nesnedir.

Sonuç

Pandora’nın bir ceza olarak yaratılması ve kalbine konulan kötülükler sonucu dünyanın böyle bir yer olması kadınları ne kadar değersizleştiriyorsa, Tanrıçalara bahşedilen güzellik, akıl, cesaret, bilgelik gibi özelliklerin altındaki detaylar ve arkasındaki olaylar da kadını o kadar aşağılar. Tanrıçaları yüceltiyor gibi gösteren bu özellikler onları hiçbir zaman birer “Tanrı” yapamaz. Ölümsüz tanrıçalar dahi olsalar bu kadınlar aldatılan, aldatan, kıskanç, doyumsuz, arzularını kontrol edemeyen varlıklardır. En akıllısı ya da en bilgesi bile bedensel özellikleri ile var olmayı sürdürür ve güzelliği ile tanımlanmaya devam eder. İlham verici olmalarına yapılan vurgu da yine onların bilinçlerinden ziyade bedenlerine ve duygularına yapılan övgü/yergi ile alakalıdır.

Bu hikayelerin önemi bize dış gerçekliği sunmalarında değil kültüre, edebiyata ve sanata yaptıkları etkide yatar; mitolojik ideoloji böylece toplumu şekillendirir. Yukarıda gösterdiğim üzere yunan mitolojisi cinsiyet kavramı üzerinden acımasızca eleştirilebilir. Hatta ataerkil yapının bir parçası, en eski ve en değerli parçası, olarak değerlendirilip, suçlanıp bir kenara da itilebilir. Fakat yunan mitolojisini böyle bir konuma indirgemek büyük bir hata olacaktır çünkü yunan mitolojisi tanrısallığı bize insanlardan uzak, korkunç, ceza vermeye yetkin bir kavram olarak değil, beşeri özellikler taşıyan bir kavram olarak sunabildiği için dünyaya cinsiyet/cinsel kimlik/cinsellik vurgusu yaparak yüzyıllardır verdiği zararın aslında bir anlamda telafisini yapmıştır. Evet, yunan mitolojisi kadınla erkeğin arasındaki ‘farkların’ hikayeleridir ama sadece cinsel birleşmeyi anlatan ve bunlar aracılığı ile bedene sosyal bir anlam yükleyen hikayeler değildir.

 


*Bu yazının geniş bir versiyonu 2017 Eylül ayında Uçsuz dergisinde yayınlanmıştır.

** Burada ve metin içerisinde cinsellik kelimesi geçen diğer yerlerde, cinselliğin kadın ve erkek bedeni arasındaki farklara vurgu yaptığının söylenmesi, kavrama yunan mitolojisi çerçevesinden bakmakla ilişkilidir.

Kaynakça

  1. Lee Patterson, Kinship Myth in Ancient Greece (University of Texas Press, 2010).
  2. Hesiodos, İşler ve Günler (Say Yayınları, 2015), 56-60.
  3. Hesiodos, Tanrıların Doğuşu, (Say Yayınları, 2015), 585-586.
  4. Ibid., 591-602.
  5. Aeschylus, The Eumenides, (London, 1977), 658-663.
  6. Eva Keuls, The Reign of the Phallus (Berkeley: University of California Press, 1985), pp. 40-41.
  7. Hesiodos, Tanrıların Doğuşu, 212.
Bu haber toplam 21294 defa okunmuştur
Gaile 458. Sayısı

Gaile 458. Sayısı