“Tansiyonun diplomatik yollarla düşürüleceğini öngörüyorum”
Prof. Dr. Ahmet Sözen, bölgede tansiyonun daha da yükselebileceğini ama bir süre sonra, diplomatik yollarla düşürülüp, bazı anlaşmalar olabileceğini öngördüğünü söyledi
Ödül AŞIK ÜLKER
Doğu Akdeniz Üniversitesi (DAÜ) Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı Prof. Dr. Ahmet Sözen, Ortadoğu’da ve Doğu Akdeniz’de tansiyonun daha da yükselebileceğini ama belli bir süre sonra, farklı diplomatik masaların oluşturulmasıyla bu tansiyonun düşürülüp, belli konularda anlaşmalar olabileceğini öngördüğünü söyledi.
Prof. Dr. Sözen, “Kıbrıs konusunda da bir anlaşmaya doğru inisiyatifler olacaktır, Suriye-Türkiye normalleşmesi konusunda da olacaktır. Özellikle Netanyahu İsrail’deki yönetimden ayrılırsa Türkiye-İsrail arasında bir normalleşme süreci de olabilecektir. Bütün bu denklemler içerisinde en büyük sıkıntı Türkiye-Mısır ilişkilerinin nasıl normalleştirilebileceği, yani Türkiye ile Sisi rejiminin nasıl barıştırılabileceği konusundadır” diye konuştu.
Kıbrıs meselesinde kısa vadede bir çözüm olmayacağına dair düşüncelerini de paylaşan Prof. Dr. Ahmet Sözen, dış gelişmelerin tetiklemesiyle, Nisan’daki Cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra Kıbrıs konusunda bir masanın tekrardan oluşmasının daha fazla mümkün olacağı bir yöne doğru gidileceğini söyledi.
“Kıbrıs meselesi önemli, kilit noktalardan bir tanesidir. Kıbrıs meselesini tek başına çözmek yeterli değil, Kıbrıs meselesini çözmekle doğalgaz konularını çözmüş olmayız” diyen Prof. Dr. Sözen, şunları söyledi:
“O yüzden Crans Montana türü bir masa tekrar kurulacaksa, müzakerelerde üç masa olması lazım. Crans Montana’daki iki masaya, ki birisi iç konular, diğeri güvenlik-garanti konularındaydı, ek olarak bir de doğalgazla ilgili, deniz yetki alanlarını sınırlandırmayla alakalı bir masa olması gerekir.”
Kıbrıs’ın etrafında bulunan doğalgazın büyük miktarlarda olmadığını ve fiyat olarak da rekabet edebilir görünmediğini kaydeden Prof. Dr. Sözen, “Aslında zaman kaybediyoruz, her geçen zaman Doğu Akdeniz bölgesindeki, özellikle Kıbrıs etrafındaki gaz konusunda gidişat olumsuzdur. Bunu 10 sene önce çıkarmaya çalışsaydık bir anlamı olabilirdi. Bir miktar doğalgaz yatağı üzerinde oturuyoruz ama belki de saydığım nedenlerden dolayı bunu hiçbir zaman çıkarma olanağı olmayacaktır” dedi.
“Ortadoğu’da dengeler değişiyor”
Soru: Son dönemde Türkiye Libya ile deniz yetki alanlarının sınırlandırması anlaşması yaptı, Güney Kıbrıs İsrail ve Yunanistan’la EastMed anlaşmasını yaptı. Rusya da bölgede aktif rol oynamak istiyor. Putin önce Suriye sonrasında Türkiye ziyaret yaptı. Rusya’nın doğal gazını Türkiye’ye ve Türkiye üzerinden Avrupa’ya iletecek TürkAkım doğal gaz boru hattı açıldı. Bu arada Güney Kıbrıs, Yunanistan, Mısır, İtalya dışişleri bakanları Kahire’de bir araya geldi. Tüm bu gelişmeler , hareketlilik bölgedeki dengeleri nasıl etkiler?
Prof. Dr. Ahmet Sözen: Son yıllarda Ortadoğu’da dengeler değişiyor. İşin özü, jeopolitik, jeostratejik gelişmelerdir. Bunu satranç oyununa benzetecek olursak, olay aktörlerin hangi adımları atarak bu bölgede kendi etki alanları, kendi jeopolitik pozisyonlarını ne kadar güçlendirecekleriyle alakalıdır. Dengeler değişirken aktörlerin bu bölgedeki etkileri nasıl şekillenecek? Aktörler daha etkili olmaya ve egemenliklerini daha çok yaymaya çalışıyorlar.
Hidrokarbon konusu ikincildir, son 10 yıldır bu konu gündeme geldiği için varolan jeostratejik, jeopolitik gelişmelerin parçası oldu. Biraz daha geriye gidip bir analiz yaparsak, 2000li yılların başlarında Güney Kıbrıs hidrokarbon konularına büyük önem vermeye başladı ve bu konuda adımlar atmaya başladı. Mısır’la, İsrail’le anlaşmalar imzaladı. O dönemde Türkiye fazla birşey yapmadı, taa ki Kıbrıs Rum tarafı uluslararası doğalgaz şirketlerine ilk lisanslamayı vermeye başlayıncaya kadar. O zaman Türkiye de Kuzey Kıbrıs’la kıta sahanlığı sınırlandırma anlaşması imzaladı. Sonrasında olaylar daha hızlı gelişmeye başladı. Özellikle Arap Baharı’ndan sonra Ortadoğu’daki yeni şekillenmeler hızlı şekilde gelişmeye başladı. O güne kadar Türkiye’nin Mısır’la, Mursi rejimiyle, Suriye’deki “kardeşim Esad” dediği rejimle arası çok iyiydi. Sonra birden bire bunlar ters yüz oldu. İlişkiler kötüleşince bölgedeki ülkeler Türkiye’nin bölgedeki etkisini azaltmak için ellerinden geleni yaptılar. Türkiye ile kıyıdaş olan bu ülkeler ikili, üçlü işbirliği anlaşmaları yapmaya ve Türkiye’yi bölgeden tecrid etmeye başladı. Türkiye son yıllarda bu tecridi daha güçlü şekilde hisseder oldu ve buna bir cevap vermesi gerektiğini hissetti.
“Umuyorum, diplomasi devreye girer ve bazı şeyleri mümkün kılar”
Türkiye’nin beş kıyıdaş ülkesi var, Libya hariç hepsiyle arası kötü. Libya’nın kendi içinde çok ciddi sıkıntıları var ama Türkiye şu anda uluslararası toplumun “meşru” gördüğü Trablus hükümetiyle bir anlaşma imzaladı. Doğu Akdeniz’deki diğer ülkelerin işbirlikleriyle ortaya çıkabilecek oldubittileri önlemek veya bugüne kadar ortaya çıkan oldubittileri bozmak, tersyüz etmek için Türkiye bu adımı atmıştır, yani Libya ile deniz yetki alanları sınırlandırması mutabakatı. Bence doğru ama geç kalınmış bir adımdır. Aslında Türkiye 10 sene önce, “kardeşim Esad”, “kardeşim Mursi” dediği kıyıdaş ülkelerle, diplomatik bir şekilde, deniz yetki alanlarını sınırlandırma anlaşmaları yapabilirdi. Yapsaydı bölgeden bu kadar tecrid olmayacaktı ve Doğu Akdeniz’de herkesin kabul ettiği bir aktör olacaktı. Türkiye bunu ıskaladığı için, bugün sadece diplomasi yetmediği için, “gunboat diplomacy” dediğimiz, askeri gücünü de kullanarak, oldubittileri, denklemi değiştirip tekrardan etkisini bölgeye yayabileceği bir adım atmıştır. Gördüğünüz gibi bölgedeki sıkıntılar çok çetrefilli ve zordur, o yüzden kısa dönem içerisinde bölge ülkelerinin bir araya gelip bunları çözebileceğini düşünmüyorum. Ama günün sonunda, umuyorum, bu tansiyon öyle bir noktaya gelecektir ki, bu işin diplomasi dışında başka yollarla çözülmesinin imkansız olacağını herkes anlayıp, “mümkün olmayanıyapma sanatıdır” denen diplomasi devreye girer ve bazı şeyleri mümkün kılar.
“EastMed - pipe dream”
EastMed konusuna özel olarak bakarsak, 2000 kilometreye yakın bir boru hattından bahsediliyor. Enerji uzmanları bunun “pipe dream” olduğunu, hayal olduğunu söylüyor. Çünkü ekonomik olarak maliyeti çok yüksektir. Bugün hükümetler seviyesinde bu adımın atılması az önce çizdiğim tablo içinde mantıklıdır çünkü Türkiye’yi oyuna dahil etmek istemeyen aktörler bunu bir çıkış yolu olarak kullanıyorlar ve Türkiye’nin bölgede attığı adımlara missileme yapıyorlar. Günün sonunda şunu unutmayalım, boru hatlarını finanse edenler devletler değildir, bunları uluslararası doğalgaz şirketleri yapar ve onlar da karar verirken karlılığa bakar. O yüzden ben bunun gerçekleşebileceğini düşünmüyorum ama bir müddet daha bu devletlerin bu niyetleri devam edecektir. Ancak kendileri bu işe para koymadıktan sonra, ki böyle birşey beklenmez, bunun mümkün olacağını düşünmüyorum.
Mümkün değil derken şuna da bakmak lazım; Doğu Akdeniz’de bugüne kadar bulunan kanıtlanmış miktarlar, Mısır’ın ve bir miktar İsrail gazının dışında, özellikle Kıbrıs’ın etrafında bulunanlar büyük miktarlar değil. Rus gazına alternatif olacak, Avrupa’nın yıllarca kullanacağı miktarlar yoktur ve fiyat olarak da rekabet edebilir görünmüyor. Ayrıca özellikle AB ülkeleri daha çok yenilenebilir enerjiye dönüyor. Aslında zaman kaybediyoruz, her geçen zaman Doğu Akdeniz bölgesindeki, özellikle Kıbrıs etrafındaki gaz konusunda gidişat olumsuzdur. Bunu 10 sene önce çıkarmaya çalışsaydık bir anlamı olabilirdi. Bir miktar doğalgaz yatağı üzerinde oturuyoruz ama belki de saydığım nedenlerden dolayı bunu hiçbir zaman çıkarma olanağı olmayacaktır.
“Hepsi, ülkelerin bölgedeki egemenliğini ve etki alanını genişletme çabasıdır”
TürkAkım’a gelince, bu uzun bir süredir çalışılan bir projedir. Bu hem Türkiye’nin bölgedeki enerji merkezi olma emeliyle uyuşuyor, hem de Rusya’nın Türkiye’yi batı ittifakından koparma, Türkiye’yi kendine bağımlı kılma amacıyla alakalıdır. Türkiye enerji ihtiyacının %50’den fazlasını Rusya’dan karşılıyor. TürkAkım bir taraftan Türkiye’yi bölgenin enerji merkezi yapıyor, bundan jeopolitik kazancı var ama diğer taraftan da Rusya’ya olan bağımlılığını artırıyor. Bunu bir denge içinde görmekte fayda var.
Tüm bunlar ülkelerin bölgedeki egemenliğini ve etki alanını genişletme çabasıdır.
Erdoğan ve Putin Türkiye’deki görüşmelerinden sonra Libya’da ateşkes çağrısı da yaptı. Türkiye bu adımı atarak, Libya ile daha önce yaptığı anlaşmanın hayatta kalabilmesini sağlamak için diplomasi masasının kurulmasını istiyor. Ancak bu çağrı Hafter tarafından reddedildi, bu da bundan sonraki süreçte tansiyonun devam edeceği anlamına geliyor.
“Amerika’nın İran’la doğrudan savaşa girebileceğini düşünmüyorum”
Soru: Bu arada İran ile Amerika arasında kriz yükseldi. Süleymani’nin Bağdat’ta öldürülmesinin ardından İran’dan karşı hamle geldi ve Irak’ta ABD’ye ait üsler balistik füze ile vuruldu, füzeler devam ediyor. Bu kriz nereye gider, büyür mü? Amerikan Başkanı Trump’ın açıklamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Prof. Dr. Ahmet Sözen: Bugünü anlamak için biraz geriye gitmek lazım. 2015 yılında, Amerika İran’la, Avrupa ülkelerinin bir kısmının da dahil olduğu bir nükleer anlaşma imzalanmıştı. Amaç, İran’ı sistemin içine çekerek, diplomatik yollarla çevrelemekti. 2018 yılında Trump bu anlaşmadan tek taraflı çekildi ve bunun yarattığı bir deprem etkisi oldu. Avrupalılar buna karşı çıktı ama birşey yapamadı, İran da bundan rahatsızdı, bir müddet sessizliğini sürdürdü ama 2019’dan itibaren hesaplanmış şekilde tansiyonu tırmandırdı. Mayıs 2019’dan bugüne kadar Irak topraklarında 90 defa Amerikan hedeflerine saldırıları oldu. Bunun dışında Birleşik Arap Emirlikleri’nde, Suudi Arabistan’da Amerikan hedeflerine saldırılar var. İran asimetrik savaş konusunda ve bununla beraber tansiyonu hesaplı tırmandırma konusunda çok uzmandır. Komutan Süleymani, İran dışında Lübnan’da, Irak’ta, Suriye’de ve hatta Yemen’de çok ciddi operasyonlar yapacak kapasiteyi geliştirdi. Süleymani’nin Amerika tarafından öldürülmesi buna tepkiydi, buna tabi ki İran bir cevap verecekti, en azından retortik olarak, bunu da yaptı. Trump’ın açıklamasına gelince, muğlak bir açıklama. İki tarafa da çekilebilir, “Eğer istiyorsanız gelin bu işi diplomasi yoluyla çözelim” anlamı var, ki Amerika önkoşulsuz şekilde oturup konuşmaya açıktır. Bu mesajın içinde ayrıca öyle şeyler var ki, “eğer buna hazır değilseniz ve bizim hedeflerimizi vurmaya devam ederseniz, biz de bu işi daha çok tırmandırıp sizi vuracağız” demeye de getiriyor. Umarım üçüncü bir ülke arabuluculuk yapıp, bu iki ülkeyi bir araya getirir, belli konular diplomasi yoluyla çözülür. Amerika’nın İran’la birebir doğrudan savaşa girebileceğini düşünmüyorum çünkü gerçekten büyük risk ve çılgınlık olur, bütün Ortadoğu darmadağın olur. Ama şöyle de bir kaygım var, maalesef şu anda Amerika’nın başında öyle bir lider var ki, uluslararası hukuk, norm ve değerlerden pek fazla haz etmiyor, gerekirse bunların dışına çıkabilecek bir karakter. İran’a bakınca, yine uluslararası hukuk, norm ve değerlerden çok fazla haz etmeyen bir Mollalar rejimi var ve bir de köktenci bir tarafları var. Belki kendilerince hesaplı bir tırmandırma yaparlar ama bunun riski var, öyle bir yere gelirsiniz ki olay kontrolden çıkabilir. Şu anda gördüğüm, iki tarafın niyeti hesaplı şekilde olayı tırmandırarak, belli bir noktaya gelince diplomasi masasına dönmektir ama öyle olmama riski de var.
“Bölgedeki tansiyonu düşürebilecek diplomatik adımlar önemli ve gerekli”
Soru: Türkiye Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu son olayların ardından, arabuluculuk için Irak’a gitti ve Irak’ın yalnız olmadığını vurguladı. Bu ziyareti nasıl değerlendiriyorsunuz?
Prof. Dr. Ahmet Sözen: Bölgedeki tansiyonu düşürebilecek tüm diplomatik adımların önemli ve gerekli olduğunu düşünüyorum, özellikle de bu dönemde. Türkiye, İran’la Amerika arasında yükselen tansiyon içinde taraf tutmamalı. Birisi resmi olarak müttefiği, diğeri de yüzyıllardır savaşmadığı komşusu. Türkiye’nin yapması gereken, tansiyonu düşürecek adımlar atmak olmalı; şimdilik Çavuşoğlu’nun Irak ziyaretini bu minvalde değerlendiriyorum.
Bakın burda benim hazetmediğim iki mesele var, ABD ve İran’la alakalı. Bir tarafta süper güç olan ve binlerce kilometre uzaklıktaki ülkelere müdahale yapan, işgal edip onyıllarca buralardan çıkmayan bir ABD. Diğer tarafta da bölgesel bir güç olan, ama çevredeki ülkeler, örneğin Lübnan, Suriye, Irak ve hatta Yemen içinde askeri operasyonlar yaparak, terörist faaliyetlerle iktidara şekil veren bir İran.Bu özelliklere baktığım zaman, hiçbirinin yanında yer almak istemem.
“Donanmalar karşı karşıya geldiğinizde çatışma riski var, İHA bunu elimine ediyor”
Soru: Bölgede bu gerginlikler varken İHA ve SİHAlar Kuzey Kıbrıs’a geldi, Rum tarafı ABD’nin insani yardım için adada Amerikan askeri bulundurmasına onay verdi. Bu gelişmeler Kıbrıs’ı bölgede nereye oturtur?
Prof. Dr. Ahmet Sözen: Adaya İHA ve SİHAların gelmesi benim için hiç sürpriz olmadı çünkü beğenelim veya beğenmeyelim, son yıllardaki teknolojik gelişmelere bakınca artık savunma doktrinleri 30-40 yıl öncesinin savunma doktrinleri değil. Teknolojik entegrasyon savunma mekanizmalarının içine girmiştir. Bugün artık İHAlar bunun bir parçasıdır. İHAlarla ilgili uluslararası bir rejimin oluşmaması büyük eksikliktir ama teknolojik gelişmeler rejim yaratmanın önünde gidiyor. ABD bunu yıllardır kullanıyor. Güney Kıbrıs da İsrail’den 8 tane İHA aldı. Bunlar rahatlıkla SİHA’ya döndürülebilir. Her zaman tehlike vardır ama bunlar gerçeklerdir. İHAların buraya gelme amacı, Türkiye’nin donanması aracılığıyla doğalgaz konusundaki kazıları, çalışmaları durdurma girişimlerinin yerini kullanmaktı. Çünkü donanma ile gidip örneğin bir sondajı veyakazıyı durdurmayı çalıştığınız zaman başka ülkenin donanmasıyla karşı karşıya geldiğinizde çatışma riski vardır. İHA kullanımı bunu elimine ediyor.
ABD Güney Kıbrıs üzerindeki askeri ambargoyu kaldırdı çünkü ABD giderek Ortadoğu’daki etkisini yitirmektedir. Trump’ın kafasının bir yerinde de buralardan çıkma isteği var ama Amerikan derin devleti buralardan çıkmanın doğru olmayacağını kendisine telkin ediyor, “buradan çekilirsek bütün alanı Ruslara bırakacağız” diyor. Bu strateji içerisinde, Amerika’nın Ortadoğu’daki etkisinin azalmasıyla beraber, Amerika “biz bu bölgede ne tür yeni, daha yakın müteffikler buluruz” arayışına girdi. O yüzden Amerika Kürtlerle daha yakın ilişkiler kuruyor, YPG gibi aktörleri koruması altına almıştır. O yüzden Amerika Kıbrıs gibi, eskiden daha nötr olan bir ülkeyle daha stratejik ortaklık içine girmiştir.
Doğalgazla ilgili üçüncü masa…
Kıbrıs meselesinde kısa vadede bir çözüm olmayacağını düşünüyorum. Ama bütün bu dış gelişmelerin tetiklemesiyle, Nisan’daki Cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra Kıbrıs meselesi konusunda bir masanın tekrardan oluşmasının daha fazla mümkün olacağı bir yöne doğru gideceğiz diye düşünüyorum. Çünkü günün sonunda Kıbrıs meselesi önemli, kilit noktalardan bir tanesidir. Kıbrıs meselesini tek başına çözmek yeterli değil, Kıbrıs meselesini çözmekle doğalgaz konularını çözmüş olmayız. O yüzden Crans Montana türü bir masa tekrar kurulacaksa, müzakerelerde üç masa olması lazım. Crans Montana’daki iki masaya, ki birisi iç konular, diğeri güvenlik-garanti konularındaydı, ek olarak bir de doğalgazla ilgili, deniz yetki alanlarını sınırlandırmayla alakalı bir masa olması gerekir. Türkiye’nin, Kıbrıs’ın ve Yunanistan’ın olduğu bir ortamda, en azından bu konularda bir centilmenlik anlaşması yapılabilir. Ve mümkünse Türkiye ile Yunanistan’ın Ege’deki bazı konularda genel bir anlayışa varacakları bir nokta ortaya çıkarsa bu çok iyi bir gelişme olur ve bu durum bölgedeki deniz yetki alanları sınırlandırmasıyla ilgili birçok konuyu çözer.
“Kıbrıs konusunda bir anlaşmaya doğru inisiyatifler olacaktır”
Soru: 2020’de nasıl gelişmeler beklemeliyiz?
Prof. Dr. Ahmet Sözen: Ben tansiyonun genel anlamda, bütün Ortadoğu’da ve Doğu Akdeniz’de daha da yükselebileceğini düşünüyorum ama belli bir süre sonra, farklı diplomatik masaların oluşturulmasıyla bu tansiyonun düşürülüp, belli konularda anlaşmalar olabileceğini öngörebiliyorum. Kıbrıs konusunda da bir anlaşmaya doğru inisiyatifler olacaktır, Suriye-Türkiye normalleşmesi konusunda da olacaktır. Özellikle Netanyahu İsrail’deki yönetimden ayrılırsa Türkiye-İsrail arasında bir normalleşme süreci de olabilecektir. Bütün bu denklemler içerisinde en büyük sıkıntı Türkiye-Mısır ilişkilerinin nasıl normalleştirilebileceği, yani Türkiye ile Sisi rejiminin nasıl barıştırılabileceği konusundadır.