1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Tarih, insanın insanlaşmaserüveni midir?
Tarih, insanın insanlaşmaserüveni midir?

Tarih, insanın insanlaşmaserüveni midir?

Tarih, insanın insanlaşmaserüveni midir?

A+A-


Nügen Derman Duru
[email protected]

 

21 Mart 2016
Lefkoşa

Gezegenin önemli bir bölümünde korku kol geziyor. Canlı bombaların nereden çıkacağı bilinmiyor. Sokaklar harabe, insanlar kitleler halinde kaçışıyor. Acı her tarafta kılık değiştirerek hayatlara sızıveriyor.  Adım atılan sokaklar kan gölüne dönerken, yaşanmış yaralar tekrar tekrar açılıyor.

Normalleştirilmiş acılar, ölümler ve savaşlar karşısında tepkisiz varlıklara dönüşüyoruz. Sadece psikopatlara ait olduğunu düşündüğümüz vicdansızlık sanki hepimizin bir özelliği haline dönüşmüş. İkibinli yılların sarhoşluğu ile insanoğlu nereye doğru sürüklendiğinin hesabını yapmadan yol alıyor.  Giderek şefkati, sevgiyi, anlayış ve hoşgörüyü yaşam alanlarının dışına atıyor. Acımasızlık, duygusuzluk ve duyarsızlık akıl hocalarımız sanki…

Tarih insanın insanlaşma serüveni midir?

Bir sorudan ziyade bir ideal gibi duran bu başlık gerçekle idealin örtüşemediğinin bir kanıtı gibi karşımızda. Gerçek, beğensek de beğenmesek de, istesek de istemesek de karşımızda durandır. İdeal ise zihnimizde mükemmelleştirip olmasını beklediğimiz, arzuladığımızdır.  İnsanoğlu bunların birlikteliğini hep dilemiş, istemiş, zaman zaman bunun için mücadele etmiştir. Ancak tarihin seyri şüpheli…

Otuz yıl önce televizyonlarımızdan olup bitenleri izlerken olaylar çok uzakta gerçekleştiğinin ve ucunun bize dokunmayacağının yanılgısı içinde idik. Hollywood tarzı bir macera filmi gibi savaşları, çatışmaları izlemekte, bir filme gösterilecek bir tepkiyle güvende olmanın keyfini çıkartmaktaydık. Oysa ki bu gün televizyonda izlediğimiz saldırganın yakın bir geçmişte bizimle aynı mekanda olma, hatta onunla bazı şeyleri paylaşma ihtimalimiz sandığımız kadar düşük değildir.  Bu ihtimalle tarihin hemen dibimizde cereyan ettiğini şaşkınlıkla fark ederiz. Bu serüvendeki yerimizin hiç de sandığımız kadar cılız olmadığını yine hayretle görürüz. Bu bizim yenilgimizdir aynı zamanda. 

Savaşla, çatışmayla ve ölümle burun buruna oldu çocukluğumuz. Gençlik yıllarımız ihtilaller gölgesinde şekillendi. Hiçbir kavram bize savaş kadar tanıdık gelmedi. Öyle ki yıllar sonra barışı telaffuz etmekte zorlandık. Kolayca söyleyenlerimiz ise hain oldu. Hep barikatlarda  tel örgülerle cebelleştik. Özgürlüğü, barışı, insanca yaşamayı bunların ardında aradık durduk. Yıllar sonra gördük ki barikatlar ve tel örgüler kalkmadı, yalnızca görünmez kılındı.

Artık dünya, insanlar üzerinden pazarlıkların yapıldığı “modern” bir dünya. J.J Rousseau’nun da dediği gibi, toprağa çakılan ilk kazıkla başlayan kölelik, en modern şekline dönüştü. Coğrafyaların mülkiyeti paylaşılırken tarihin seyri bunun üzerinden devam ediyor. Can havliyle sağa sola savrulan kitlelerin, yığınların nerelerde nasıl yaşayacağı konuşuluyor. Bir alınıp bir veriliyor, değerleri para birimleri üzerinden hesaplanıyor, tüm çözümler mülkiyette kilitleniyor.  Sonra bunun adı insani çözüm oluyor. İnsanın alabileceği en iyi hal bu olsa gerek. Anlaşılan insan dediğimiz varlığın başka türlü olabilme ihtimali ya yok ya da bize henüz çok uzak.

İnsan kibirinin varacağı son nokta muhtemelen kendi kendini yok etmesi olacaktır. O kibir ki kendini sadece dünyanın değil, evrenin de tek sahibi olarak görmektedir.

İnsanı insan yapan en temel özellikleri düşünebilmesi ve değerler üretebilmesidir. Eşitlik özgürlük adalet gibi insani değerlerin gerçek anlamlarını kavrayarak yaşantılarımızla birleştiremediğimiz sürece savaşlar, çatışmalar burnumuzun dibinde olmaya devam edecek. Bizler onların dışımızda gerçekleştiği illüzyonu ile yaşamayı sürdüreceğiz. Fakirin zengine, başarısızın başarılıya, göçmenin yerliye, cahilin okumuşa, alt tabakadakinin üst tabakaya öfkesi tarihe şeklini verecek. Görünen o ki güçlünün güçsüzü ezmesi normalleştirilirken, doğadaki seleksiyonun insanlar için de geçerli olduğu fikrine daha da aşina oluyoruz. Eleyici sistem vicdanımızı esir ederken kendimizi seçkinlerin,seçilmişlerin arasında hissederek aşağılık ve yetersizlik duygularımızdan bir nebze uzaklaşıyoruz. İnsan tarihi yaparken, karanlık yanını kullanıyor.  Kalp ve vicdan tutulması yaşayan, karanlığa terk edilmiş insanoğlu tarihe seyrini artık böyle veriyor. İnsanlaşmayı değil, canavarlaşmayı seçiyor.

Bireysel davranışlarımız sandığımız kadar masum değildir.  Başkaları ile eşit olmaktan korktuğumuz, yanı başımızdaki kişiden üstünlük hayalleri ile avunduğumuz sürece, kin ve nefretin tohumları etrafa savrulacaktır.

Bu haber toplam 1972 defa okunmuştur
Gaile 380. Sayısı

Gaile 380. Sayısı