Tarihi Gezi
Tarihi Gezi
Tuncer Bağışkan
Bugünkü yazımda 3 Haziran 2014 tarihinde müftümüzün beraberindeki bir heyetle ziyaret etme olanağı bulduğum güney Lefkoşa’daki ibadet yerleri üzerinde duracağım. Aslında bu ziyaret İsveç Büyükelçiliği’nin 2009 yılından itibaren iki toplum arasında başlattığı “Dinler arası diyalog” ve “güven artırıcı önlemler” çalışmaları çerçevesinde gerçekleştirilmişti. Amaç ise 21 Aralık 1963 tarihinden sonra ibadete kapanan Tahtagala camisinde 51 yıldan sonra ilk kez namaz kılınması ve Lefkoşa’nın güneyindeki 4 cami ile 3 mescidin heyet tarafından ilk kez resmi olarak ziyaret edilmesiydi. Heyette müftümüz Dr. Talip Atalay, Vakıflar İdaresi Yönetim Kurulu Başkanı Rauf Ersenal, Yönetim Kurulu üyesi Mehmet Gökçebağ, Din İşleri Başkanlığı güney Kıbrıs Temsilcisi Şakir Alemdar, Bayraktar camisi imamı Derviş Şamil, İmam Rauf Alhallaq, İmam Mustafa Şamil, İmam Muhammed Günbay, Cumhurbaşkanlığı’ndan Ali Tuncay, Başpiskopos Chrysostomos II’yi temsilen peder Savvas Hacionas, Lefkoşa belediye başkanı Constantinos Yorgacis, İsveç Büyükelçisi Klas Gierow, İsveç Büyükelçiliği koordinatörleri Salpy Eskidjian ile Peter Weiderud bulunurken, heyette rehber olarak İşbirliği Evi’nden (H4C) Marios Epaminondas’ın yanı sıra benim de bulunmam talep edilmişti. Bu talebi kabul etme nedenlerimden biri de, Kıbrıs’ta Osmanlı-Türk Eserleri kitabımı yazarken ada genelindeki tüm ibadet yerlerini ziyaret etmiş olmama karşın, her daima kilitli bulduğum Tahtagala Camisi’nin içini ilk kez görebilecek olmamdı.
Bayraktar Camisi (Alemdar Gazi Camisi)
Böylece heyet olarak ilkin Bayraktar (Constanza) burcu üzerindeki Alemdar Gazi (Bayraktar) Vakfına bağlı olan ve imamlığını Derviş Şamil’in yaptığı Bayraktar Camisi’ni ziyaret ediyoruz. 1950’li yılların ilk yarısında Ömerge mahallesinde oturduğumuzdan, dini bütün bir kadın olan İstincolu Zehra Şukri nenem Ömerge ile Bayraktar camilerinin müdavimlerindendi. O sıralarda camide şişe içinde korunan Peygamberin sakalı (“Sakal-ı Şerif”’) da vardı. Şu anda Arabahmet camisindeki sakal-ı Şerif’in Bayraktar Camisi’ne ait olduğunu da bu vesileyle öğrenmiş oluyorum.
Bayraktarla ilgili bir rivayete göre, Lala Mustafa Paşa, Lefkoşa kuşatması sırasında kaleye ilk çıkanı Sancak Beyi yapacağı vaadinde bulunmuş. Adı bilinmeyen bir Bayraktar, Konstanza burcuna Osmanlı sancağını çekerken şehit olmuş. Adı bilinmediğinden Lefkoşa’nın 9 Eylül 1570 tarihinde alınmasından sonra hatırasına hürmeten burca “Bayraktar” adı verilirken oraya ilkin mezarı, sonra da türbesi yapılıp içine taşıdığı sancak konmuş. Daha sonra türbenin yanına aynı adı taşıyan bir mescit, daha sonra mescitten dönüşme bir cami ve yardımcı odalar da yapılıyor. Bayraktarın adı bir başka anlatımda Deli Cafer olarak geçmektedir. Bir gemici olan bu kişi Konstanza Burcu’na bayrağı çekerken şehit olmadığından Kıbrıs’ın alınmasından sonra Anadolu’ya sağ salim geri dönüyor. Kıbrıs’ta ziyaret ve adak amacıyla kullanılan çoğu mezarlar İslâmiyet’i pekiştirmek, insanları bu yerlere çekmek ve böylelikle dinin yayılmasını sağlamak amacıyla birer “makam türbesi” olarak inşa edildiklerinden, Bayraktar Türbesi’nin de böyle bir makam türbesi olması olası görülmektedir. Türbenin girişindeki 1756/57 (1170 H) tarihli mermer yazıtta, Kıbrıs valisi Hasan Ağa tarafından annesinin ruhuna inşa ettirildiği kayıtlıdır. Cami harimine giriş kapısının üst başındaki 1820/21 (1236 H) tarihli mermer yazıtta ise, daha önce minaresiz olarak yapılan buradaki mescide, bayındırlık faaliyetlerine hız verilen Sultan II. Mahmut döneminde Abdullah Paşa tarafından minare, minber ve mihrap eklenerek camiye son şeklinin verdiği kayıtlıdır.
Ömerge (Ömeriye) Camisi
Heyetimizin ikinci durağı doğduğum ve yedi yaşına kadar ikamet ettiğim Ömerge mahallesindeki Ömerge Camisi oluyor. Evimiz caminin güneydoğu bahçesinin bitişiğindeydi. Caminin 1984 yılından itibaren “Dünya İslâm’a Çağrı Cemiyeti’nin atadığı Arap imamlar tarafından ibadete açık bulundurulduğunu rahmetlik Hizber Hikmet Ağalar’dan öğrenmiştim. Şimdi ise imamının Senegalli Muhammed olduğunu da sn. Şakir Alemdar’dan öğreniyorum. Rivayete göre M.S XIV. Yüzyıl’ın başlarında Augustinian Manastırına bağlı Azize Mary Kilisesi olarak inşa edilmiş. Dördüncü Haçlı Seferi’ne Fransız kralı St.Louis ile birlikte katılan John Montfort 17.9.1248 tarihinde Kıbrıs’a gelmiş ve sıcaklardan ölünce kiliseye gömülmüş. İkinci bir rivayete göre, Lala Mustafa Paşa bu kiliseye gelene kadar çok büyük bir direnişle karşılaşmış. O zaman ellerini havaya açarak Allah’tan yardım dilenmiş. Bunun üzerine Hızır Aleyhisselam kilisenin kapısında görünerek ona fethi müjdelemiş. Paşa da fetih sonrasında oraya Hızır Aleyhisselam’ın makamının yapılmasını emretmiş.
XVI.Yüzyıla ait bir Şerriyye Defterine kayıtlı bir rivayete göre, İslam’ın ikinci halifesi olan Hz.Ömer Şam’dan Mısır’a yolculuk yaptığı bir sırada Lefkoşa’yı da ziyaret etmiş. (Aslında Hz. Ömer Kıbrıs’a hiç gelmemiş olmasına karşın rivayet bu şekilde anlatılıyor) Ziyareti sırasında yıkık durumdaki bu kilisenin sündürmesinde belli bir süre kalıp orada namaz kılmış. Lefkoşa’nın fethinden sonra bunu öğrenen Lala Mustafa Paşa ilk namazını burada kılmış, savaş sırasında harabe odlundan tamir edilip camiye çevrilmiş ve buraya Hz. Ömer’in adına izafeten Ömeriye (Ömerge) adını vermiş. Kilisenin yer döşemesindeki ortaçağa ait mezar taşları 1935 yılında Evkaf Müdürü Mehmet Münür beyin izniyle Rupert Gunnis tarafından yerlerinden sökülerek Bedesten’e taşınıyor. Bir zamanlar caminin çevresinde bir mezarlık, caminin revağı önünde ise bazı şehit mezarları vardı. Osmanlıların Lefkoşa’ya ilk girişlerinde üç bayraktarın Konstanza burcunda, dördüncü bayraktarın Ömerge Camisi mezarlığının bulunduğu noktada ve beşinci bayraktarın ise Köprübaşı’nda şehit olduğuna inanılırdı. Ancak şimdilerde bu mezarların yerlerinde olmadıkları, mezarlığın ise oto park olarak kullanıldığı görülmektedir. Bu mezarlığı otopark olarak kullanan kişi ise, burasını 1963 yılından önce Vakıflar İdaresinden kiraladığını bilgime getirdiğini de söylemiş olayım.
Araplar Camisi (Stavro tou Missericou kilisesi)
Ömerge camisinden sonra Faneromeni kilisesinin yanında bulunan Araplar Camisi’ne doğru yürümeye başladığımız sırada yolumuzu Kıbrıslı bir Rum kadın kesiyor. Bir süre önce tanıma olanağı bulduğum bu kadın yanımızda bulunan Peder Savvas Hacıonas’a, Ömerge cami mezarlığının niye araba park yeri olarak kullanıldığının hesabını soruyor. Müftümüz bu olayı hayretler içinde izledikten sonra oradan ayrılıp Faneromeni kilisesi yanındaki Araplar Camisi’ne ulaşıyoruz.
M.S XVI. Yüzyılda Stavro tou Missericou adıyla inşa edilen kilisenin hakkında değişik rivayetler bulunmaktadır. Bir rivayete göre, Kıbrıs’taki Mısır kökenli Hıristiyanların (Kıpti) Ortodokslardan ayırt edilebilmeleri için Latin hakimiyeti döneminde yapılmış ve Mısırlılardan dolayı kiliseye “Stavro tou Missericou” (Mısırlıların İstavros Kilisesi) adı verilmişti. İkinci bir rivayet ise, Osmanlı döneminde Kıbrıs’a köle olarak getirilen Mısırlı Araplara ait bir ibadet yeri olduğu, onlar tarafından ibadet amacıyla kullanıldığı ve bu nedenle kiliseye ‘Arablar Camisi’ adının verildiği doğrultusundadır. Taş işçiliği Klasik ve Rönesans stilini taklit ederken, haç şekilli planı ile kubbe örtüsü ise Bizans dönemi stilini taklit etmektedir. Kısacası İtalyan, Rönesans, Bizans, Gotik ve Osmanlı mimarisinin karışımını yansıtan özellikli bir yapı olarak görülmektedir.
Osmanlı döneminde minare, mihrap ve son cemaat yeri eklenerek camiye çevrilmiş, 1927 yılında ise son cemaat yeri ortadan kaldırılmıştır. 1910 yılında caminin tamiratı sırasında burada bulunan XV-XVI. Yüzyıla tarihlenen ortaçağa ait mezar taşlarından biri Lapidary Müzesi’ne taşınırken, diğer iki tanesi ise döşemedeki yerlerinde bırakılmışlardır. Ahşap minberin yan korkulukları ile kapısının üst başı “Mühr-i Süleyman” (Davud’un kalkanı) diye bilinen altı kollu yıldız motifleriyle bezenmiştir.
Ziyaret sonrasında heyet olarak caminin batısındaki Mattheos Restaurant’da kahvemizi yudumlarken aniden bir İngiliz grubunun baskınına uğruyoruz. Gruptaki kadınlardan biri Müftümüze Malya’da oturduğunu, oradaki caminin çevresinin bakımını yaptığını, ancak cami kilitli olduğundan içini temizleyemediğini söyleyerek ondan yardımcı olmasını talep ediyordu.
Tahtagala (Tahtakale) Camisi (Taht el Kale = Kale altı)
Araplar camisi ziyaretinden sonra Marios Epaminondas ile heyetten ayrılıp yaya olarak Ermu sokağından Tahtagala camisine gitmeyi planlıyoruz. Böylece 20/21 Aralık 1963 gecesi Cemaliye Hüseyin ile Zeki Halil Karabülük’ün Rum polisler tarafından katledildikleri yeri, sonra da Lefkoşa’nın pis suları ile yağmur sularını Mağusa kapısının dışına taşıyan Ermu sokağı üzerindeki ‘Kotsirgas’ ile ‘Çirkefli Dere’ adlarıyla bilinen Kanlıdere’nin eski yatağını görme olanağım oluyor. Derenin eski yatağının üst kısmı 1882 yılında tonozla örtülmek suretiyle kapatılmıştı. Bu güzergahı izledikten sonra araçlarla camiye gelecek olan heyetten önce camiye ulaşmış oluyoruz. Bir süre sonra ise Arablar Camisi’nde gördüğümüz İngiliz grubun da oraya geldiğine tanık oluyorum.
Cami ile yanındaki sibyan okulu 1594/95 yılı itibarıyla inşa edilmiş durumdaydı. Ancak zamanla harap olduğundan 1826/27 yılında Kıbrıs muhassılı Esseyid Elhaç Mehmet Ağa tarafından yıkılarak yerlerine şimdiki cami ile sibyan okulu yapılıyor. 1881 yılında caminin yanında bir çeşme bulunmasına karşın günümüze kadar gelememiştir. Caminin minaresi 1928 yılında tehlikeli durumdaydı. Bu nedenle şimdiki minare 16 Şubat1949 tarihinde Rum yapıcı ustası Tohli Garaganna tarafından inşa edilir. 2003-2004 yıllarında USIAD ile Kıbrıs Cumhuriyeti’nin mali katkılarıyla restore edildiklerinden iyi durumda günümüze gelmeleri sağlanmış olur.
Camide kılınacak namaz öncesinde caminin önünde gerçekleştirilen basın açıklamasında ilk sözü alan müftümüz Dr. Talip Atalay, Kıbrıslı Türkler ile Kıbrıslı Rumların yüz yıllar boyunca birlikte yaşadıklarına işaret ederek gelecekte de birlikte yaşamalarının yollarını bulmak gerektiğini belirtiyor. Peder Savvas Hacionas ise, iki toplum alasındaki diyaloğun kurulmasında hedefin inanç özgürlüğü olduğunu ve bu sayede dini eserler ile ibadet yeri ziyaretlerinin önünün açıldığını söylüyor. Daha sonra söz alan Vakıflar İdaresi Yönetim Kurulu Başkanı Rauf Ersenal, İsveç Büyükelçisi Klas Gierow ve dinler arası diyaloğu organize eden İsveç elçiliğinden Peter Weiderud, bu ziyaretin tarihi bir olay olduğuna vurgu yapıyorlar.
Tophane Mescidi
Tahtagala camisinden sonra Lefkoşa Belediye başkanı Constantinos Yorgacis’in katılımıyla öğle yemeğini Ömerge mahallesindeki ‘Eski Elektrik Santralı Restoran’ta alıyoruz. Yemek sonrasında ise Favierou ile Granikou Sokaklarının birleştiği köşede bulunan Tophane mescidine ulaşıyoruz. Küçük ve mütevazi bir yapı olan mescit, 1698-1726 yılları itibariyle Türklerin yoğun olarak oturdukları mahallede yer almaktadır. O sıralarda Türklerin yoğunlukta oldukları mahalleler arasında ‘Arabahmet Paşa’, ‘Kale Ardı’, ‘Çatal Hurma’, ‘Abdi Çavuş’, ‘Ömerge’, ‘Tahte’l-Kale’ ve ‘Kızılkale’ mahalleleri de vardı. Tophane mescidi ilkin 1642 yılında inşa edilmiş ve Kıbrıs muhassılı Mehmet Emin Efendi zamanında tamir edilmişti. Ancak kullanılmayacak derecede harap duruma geldiğinden 19.7.1926 tarihinden hemen önce yıkılmış ve eski mescide ait yapı malzemelerinin bazıları da kullanılarak şimdiki mescit £123-130 harcanmak suretiyle ayni yıl inşa edilmişti. Eskiden Tophane Mahallesi’nin su kanalları mescidin dibinden geçmekteydi. Ancak bina rutubet aldığından bunlar Lefkoşa Belediyesi tarafından kaldırılıp yapının dışına alınmışlardır.
Tabakhane (Debbağhane – Çektirioğlu) Mescidi
Tophane mescidinden ayrıldıktan sonra Tabakhane Mahallesindeki Ploutarchou Sokağı’nın Arsinois Sokağına birleştiği köşede bulunan Tabakhane mescidine ulaşıyoruz. Eski mescidin ilkin M.S XVIII. Yüzyılda yapıldığı tahmin edilmektedir. Bu mescit yıkıldıktan sonra yerine, İngiliz Sömürge Dönemine rastlayan XX. Yüzyılın ilk yarısında şimdiki mescit yapılmıştır. Evkaf arşiv belgelerinde adı “Çektirioğlu Mescidi”, “Tabakhane Mescidi” ve “Debbağhane Mescidi” adlarıyla geçmektedir. 1887-1888 yıllarında “Çektirioğlu Hacı Yusuf Ağa Vakfı”na bağlıydı. Bir zamanlar mescidin yanında bulunan sibyan mektebi Ruznameci Mahmut Efendi tarafından yapılmıştı. Ancak bu mektep ne yazık ki günümüze gelememiştir.
Növbethane Mescidi
Tabakhane mescidinden ayrıldıktan sonra Germanou Patron ile Pygmalionos Sokakları’nın birleştiği köşede bulunan ve genellikle Rumlar tarafından yıkıldığı iddia edilen Növbethane mescidine ulaşıyoruz. Tek odalı küçük bir yapı olan mescit eskiden büyük bir avlunun ortasında yer almakta, bahçesinde ise abdest almak için bir su deposu ile bir çeşme bulunmaktaydı. Çeşmenin 1867/68 tarihli kitabesine dayanılarak mescidin o sıralarda yapıldığı tahmin edilmektedir. Osmanlı döneminde şehirde günlük devriye yapan Türk zaptiye görevlilerinin mescit önünde görev değişimini duyuran davul ile düdük çaldıkları ve toplanan devriye ekiplerinin görev devir teslimini burada yaptıkları kaydedilmektedir. Bu nedenle yaygın olarak Növbethane Mescidi adıyla bilindiğinden kayıtlara da bu şekilde girmiştir. Kurulduğu günden itibaren okul olarak kullanıldığı Evkaf arşiv belgelerinde kayıtlıdır. Yakın bir tarihte restore edildiğinden iyi durumda günümüze gelmiştir.