Tarihi karar
16 Temmuz tarihinde, CTP’nin Kurultayından sonra en yüksek organı olan Parti Meclisi tarafından alınan tarihi karar, Kıbrıs Türk siyasetinin içinde bulunduğu zor şartları açısından oldukça önemli ve değerlidir. Stratejiktir, yol göstericidir.
Bu karar gerek CTP’nin dünden bugüne güçlü siyasi duruşunun bir yansıması, gerekse son zamanlarda, çeşitli unsurlar tarafından CTP’nin içine yönelik oynanan oyunlara karşı verilmiş güçlü ve bütünlüklü bir cevaptır.
Tarihsel misyonu gereği CTP, Kıbrıslı Türk halkının, Kıbrıs adasında, özgür, bağımsız ve eşit bir yaşam sürmesi, sosyal adaletten yana demokratik ve hukukun üstünlüğüne dayalı bir düzen kurması için karşılıklı kabul edilebilir, adil bir çözümden yanadır. Bunun adı federasyondur. Kıbrıs’ın tarihsel ve coğrafik özellikleri, kalıcı bir barışın ve istikrarın ancak Federasyon temelinde gelişebileceğini bize göstermektedir. Bunu sağlayabilmek için Kıbrıslı Türklerin, Kıbrıslı Rumlarla eşit yetki sahibi olacakları, ortaklaşma ve dayanışma kültürüne dayalı bir düzen kurma hakları her şeyin üzerindedir. Federasyon hedefi ile varlık mücadelesi ve kendi kendini yönetme hedefi bir bütündür. Bu hedef çok yönlü mücadeleyi gerektirir. Bu nedenle bizim için dünden bugüne Federasyon sıradan, tartışılabilir, gelip geçici bir konu olmamıştır, olamaz da. Çünkü arkasında kültürü, kimliği ve kaderini belirleme kapasitesine sahip olma gücü ile bir halkın varlığı yatmaktadır. Bu bir dogmatik düşünce değildir. Burada gayet rasyonel ve ayakları yere basan, dünden bugüne haklılığı her bir gün ortaya çıkan, olasılığı yüksek bir paradigmadır söz konusu olan.
Bu bağlamda tarihsel mücadele ile ince ince örülmüş bir metin olan, kendi adını bile adanın bütünlüğü, birleşik federal Kıbrıs’taki, Kıbrıslı Türk varlığından alan CTP’nin program ve tüzüğü, dünden gelen siyasi değerleri ve duruşu her bir bireyin, günlük siyasi reflekslerin ve değerlendirmelerin önündedir.
***
Tarihsel olarak bakıldığında emperyal ve alt emperyal güçlerin ada üzerinde, kendi ulusal çıkarlarına bağlı stratejileri, halkların beklentisini sürekli ötelemekte, ertelemeye çalışmakta, halkın büyük mücadelelerle elde ettiği kazanım ve ilerlemeleri yok etmeye yönelmektedir.
Bugünkü Ankara hükümeti de, ağırlıklı olarak 2010’lu yıllardan itibaren (burda ne olacaksa orada da olacak söylemi ile) kendi iktidar alanını kuzey Kıbrıs’ın üzerinde de genişletmeye, KKTC’de kurduğu yapılanmalar ve bir sosyal mühendislik enstrümanı olan ekonomik protokollerle, sosyal, kültürel ve ekonomik yapıya, her şeyden önce Kıbrıslı Türk kimliğine sürekli müdahalede bulunarak, gerek genelde gerekse özelde Kıbrıslı Türk halkının modern değerleri ile dünya karşısındaki konumunu geriletmektedir.
2000’li yıllardan itibaren, kapalı yapısını kırarak dünyaya açılan, başta Avrupa devletleri olmak üzere dünyada kabul gören Kıbrıslı Türkler, 2004’de çözüme ulaşamasalar da, dünyaya çok önemli bir mesaj vermişlerdir: Kıbrıs’ta çözüm isteyen, Avrupa değerleri ile yaşayan, modern, dünya dili konuşan ve Annan Planı referandumunda evet diyen, çözüm isteyen ve üzerindeki haksız izolasyonları kaldırmaya çalışan bir halk vardır. Bir özne vardır, bir irade vardır. Dikkate alınacak, görüşmeye değecek değerlere sahip, demokratik değerleri ve kurumsal yapısı olan bir toplum vardır.
Bu duruşun, algının ya da kabulun oluşmasında ise, CTP’nin ve diğer çözüm güçlerinin büyük mücadelesi ve emeği vardır. Dışarda yüksek kabul gören bu duruş, farklı görüşlerine rağmen Sn. Eroğlu dönemini de kapsayacak şekilde ilerlemiş, o dönemde müzakereler başarısız bir şekilde yönetilmiş olsa dahi 11 Şubat 2014 kararı ile devam etmiş ve nihayetinde, en başta Sn Talat’ın başlattığı önemli açılımlar ve çalışmalar, Sn Akıncı dönemi ile ileri bir aşamaya varmıştır. Açıkçası, 2005-2021 süreci, birbiri ile bağlantılı ilerleyen, ilişki ve çelişkilerle gelişen diyalektik bir süreçti. Ve tüm bu süreçler Türkiye hariciyesi ile kavga ederek değil, tam tersi koordinasyon ve görüş alışverişi ile ilerlemiştir. Dolayısıyla aynı kuzey Kıbrıs’a konuşlanmış yapılarca körüklenen, şu ucuz Türkiye sevdası veya kavgası meselesi, tüm yaşananlar karşısında anlamsız bir ikilemden başka bir şey değildir.
Dışardaki bu genel kabul, pek çok alanda etkili olmuştu. Kıbrıs sorunu bağlamındaki hak ve çıkar mücadelesi gerek müzakerelerde Kıbrıslı Rumlar karşısında, gerekse Avrupa Birliği toprağı olan kuzey Kıbrıs’ta sorumluluğunu tatmin edici düzeyde yerine getirmeyen Avrupalı siyasiler ve üst düzey bürokratları karşısında çok önemli bir mücadele gücü yaratmış, Kıbrıslı Türklere stratejik anlamda ciddi avantaj ve güç yaratmıştı. Haklıydılar ve sözleri değer buluyordu.
Kıbrıs sorunu bağlamındaki bu kabul ve dinamizmin yarattığı yenilikçi bağlam, iç siyaseti de etkileyerek olabildiği kadarıyla uzlaşmacı, modern siyasetin gerektirdiği dil ve davranışları öne çıkaran ilişkilerin hakimiyetini besledi. Bunun Kıbrıslı Türkler üzerindeki olumlu etkisi, ekonomik yeterlilik, sürdürülebilir kamu yönetimi gibi büyük sorunların varlığına rağmen, çözüm odaklı bir siyaset aklını öne çıkardı. Uluslararası alanda sadece sıradan bir moral üstünlük değil, Kıbrıs müzakere sürecindeki tarihsel arka plana çözüm odaklı bir yaklaşımla sahip çıkan bir taraf olarak stratejik bağlamda da önemliydi. Ve Kıbrıs sorununun çözümünde Anastasiadis odaklı sorunlar olmasına rağmen, Kıbrıslı Türklerin sahip olduğu stratejik üstünlük, sonuca doğru yol almaktaydı.
2019 Berlin zirvesinde, BM Genel Sekreterinin Başkanlığında iki liderin teyit ettiği üç unsur olan, 11 Şubat 2014 ortak açıklaması; varılan mutabakatlara bağlılık ve Guterres çerçeve metninin kabulü üzerinden kısa vadede, planlı bir yol haritası ile sonuca ulaşmak mümkündü. Bu noktada Sn.Çavuşoğlu’nun Crans Montana’da Anastasiadis’in oyununa gelerek iki ayrı devlet tartışmasına girmesi; Kıbrıslı Rum milliyetçilerinin, din adamlarının verdiği/gönderdiği bilgileri (Federasyonu kabul etmedikleri, Kıbrıs Cumhuriyeti’ne verilecek bir miktar toprak ile KKTC’nin BM ya da AB ile ilişki kurmasına sıcak baktıkları yalanı) garip bir şekilde dikkate alarak, Anastasiadis’in kendisinin öneremeyeceği ancak Kıbrıslı Türklerden gelirse değerlendirebileceğine dair ortaya konulan görüşler üzerine tartışmalar, kafa karışıklıkları ile yeni bir raya girilmiş olundu.
Ankara’nın Crans Montana sonrası önce BM parametreleri ile çözüm olamayacağını ifade etmesi, ardından adım adım iki devletlilik bağlamında Tatar’ın kazanmasına dönük müdahaleci bir tavır içerisine girmesi çözümsüzlüğün siyasi gündem haline gelmesine neden oldu. Bu süre zarfında maceracı ve maksimalist Mavi Vatan konsepti ile Doğu Akdeniz’de Anastasiadis’in ittifak arayışlarına zemin yaratan siyasi gelişmeler de dikkate alınmalıdır.
Müdahale bunun ardından geldi. Gerek yukarıdaki bağlam gerekse iç siyasette faşist MHP’yle kurulan ittifak Ankara hükümetinin, kontrolsuz bir şekilde siyasi hayatımıza zarar verici müdahalesini doğurdu. Anastasiadis’in çözüm yanlısı, Tatar ve Ankara’nın çözüm karşıtı, çözümsüzlük çözümdür macerası böyle başladı.
***
CTP’nin aldığı karar, Kıbrıslı Türklerin bir halk olduğunu, kendi kararlarını vermeye muktedir olduğunu, demokratik düzenine müdahaleyi reddettiğini, elde edilen kazanımların yok edilmesinin kabul edilmediğini, Kıbrıslı Rumlara azınlık olunmayacağı gibi Ankara’nın da alt yönetimi olacak sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasi dayatmaları kabul etmediğinin açık ifadesidir.
Bu bağlamda verdiğimiz mücadele ile elde ettiğimiz kazanımların, Tatar ile bir bir elden gidiyor olması, değerlerimize sahip çıkmayacağımız anlamına gelmemektedir.
CTP, bu kararı, tüm yaşananlar bağlamında, haysiyetli bir yaşam adına aldı. Kıbrıslı Türk halkını içte ve dışta hiçleştirme siyasetine karşı bir tavır adına aldı. Konu budur. Kıbrıslı Türk halkının hiç kimse tarafından ezilmesine, idare edilmesine, yönetilmesine izin vermeyeceğini, her türlü baskıya karşı direneceğini deklare için aldı.
Bugün, Kıbrıslı Türkleri “biat ile göç arasında sıkıştıran” yeni konjonktüre cevap, haysiyetli bir toplum projesi geliştirebilme kabiliyetinde yatmaktadır. Siyaseten ifade edilenlerin birer slogan olmadığının projesi ve toplum yönetimine bu kapsamda talip olma hedefi…
Yoksa bu topraklarda bugünden yarına da siyaset olacak, siyasetçi olacak ve çeşitli toplum güçleri var olacaktır. İş ola değil, idare etmek için değil, siyasetin memuru olmak için değil… yarını işte bu haysiyet siyaseti üzerinden kurabilecek yurtsever iradeyi topluma yansıtmaktır yapılması gereken. Bunun tohumları da ilgili kararda mevcuttur.
Gerisi laf-ı güzaf.