Tarihin Merkezindeki Lapta
Tarihin Merkezindeki Lapta
Tuncer Bağışkan
Enorasis Sosyal ve Kültür Kulübü’nün sonbahar etkinliklerinin program taslağını koordinasyon kurulunda görüşürken, Lapta ile yakın çevresindeki tarihi ve arkeolojik yerlerin 29 Kasım 2014 tarihinde ziyaret edilmesini programımıza alıp onaylamıştık. Bu nedenle yerleri ile ulaşım yollarını gezi öncesinde saptayabilmek amacıyla onları ziyaret etmem gerekti. Gezilmesini uygun gördüğüm yerler arasında Karaoğlanoğlu’nun deniz kenarındaki Ayios Phanourios (Fanourios) adak yeri, Lambusa mezarları ile balık havuzu, Ahiropithos Manastırı, Evlalios Kilisesi, Evlambios Şapeli, deniz feneri, Vrysi tou Barba mezarlığı ve Karmi Eski-Orta Tunç devri mezarlığı vardı.
AYİOS FANOURİOS (PHANOURİOS) ŞAPELİ VE ADAK YERİ
Girne’nin batısındaki eski yoldan Karaoğlanoğlu’ndaki Mete Adanır Stadyumu’nun yolunu izleyerek deniz kenarındaki eski Zeyko Yağ fabrikasına ulaşıyorum. Oradan batıya yöneldikten sonra, önce, yenile ‘renove’ edilen tonoz üst örtülü Ayios Phanourios şapeline, sonra da şapelin batısındaki merdiven ayaklarıyla adak amacıyla kullanılan aşağıdaki küçük mağaraya ulaşıyorum. Mağarada ikonları bulunan aziz Phanourios, genellikle bir elinde mum, diğer elinde ise haç tutar durumda tasvir edilmiştir. Mağaranın oyulduğu kayalığın özünde M.Ö 10500 yılına tarihlenen Pygmy Hippopotamuslara (Bodur Hipopotamus) ait fosilleşmiş kemikleri yıllar önce saptanmıştı. Rivayete göre Anadolulu genç bir aziz olan Phanourios, İsa’nın çağrısı üzerine atını da yanına alarak üzeri açık küçük bir sandalla şimdiki mağaranın bulunduğu noktadan Kıbrıs’a ayak basmış. Ancak kayalığı tırmanırken atının ayağının kayıp yere düşmesiyle ikisi de orada can vermiş. Daha sonraki yıllarda kayalıktaki çukurlar azizin atının ayak izleri olarak varsayılırken, kayaların özündeki fosilleşmiş kemikler ise aziz Phanourios’a bağlanarak burası kutsal bir yer haline getirilmiş. Aziz hakkındaki diğer bir dini inanç ise, yitirilen şeyleri bulmaya yardımcı olduğu doğrultusundadır. M.S 1528 yılı civarında Kıbrıs’ı ziyaret eden Benedetto Bordone, kayaların özündeki fosilleşmiş kemiklerin aziz Phanourios’a ait olduğuna ve bunların öğütülüp suyla karıştırdıktan sonra hastalara içirilmesi halinde hastaların sağlıklarına kavuşacaklarına inanıldığını yazmıştır. Bu inancın bir sonucu olarak kayalıktaki fosil kalıntıları zamanla tükenmiştir. Aziz Phanourios’un isim günü 27 Ağustos olduğundan, 1974 yılına kadar o günde şapel ile mağarada dini ayin düzenlenmesi adettendi.
ANTİK LAMBUSA VE MEZARLIK ALANI
Ayios Phanourios adak yerinden ayrılıp yeni yol üzerindeki Lemar tabelasından sonra gelen Ece Taahüt tabelasının ilerisindeki ilk yoldan Mare Monte oteline varıyorum. Eski otelin önünde yeni kazıldığı anlaşılan arkeolojik bir alan dikkatimi çekiyor. Alt katlarda çok yoğun seramik kırıkları ile yanık izleri bulunduğundan ilk nazarda burasının bir seramik atölyesi olabileceği izlenimi ediniyorum.
Daha sonra otelin yanındaki moloz çöplüğü olarak kullanılan antik mezarları geçerek Lambusa’nın mezarlık alanı ile balık havuzuna ulaşıyorum. Kentin tarihi geçmişini ilkin 1992 – 1993 yıllarında inceleyip yayınlama olanağı bulmuştum. Mezarlık alanı uzun süre taş ocağı olarak kullanıldığından mezarları tamamen soyulmuş, bir bölümü ise taş kesimiyle ortadan kaldırılmış durumdaydı. O yıllarda buradaki soygun yemiş 12 ayrı mezarın temizlenmesi çalışmalarında tamamı kırık olan Klasik, Helenistik, Roma, Erken Hıristiyanlık ve Ortaçağ kalıntılarına rastlanmıştı.
Kentin adı ilkin Lapithos iken, zamanla eriştiği zenginlikten dolayı ‘parlak’ anlamına gelen Lambusa adını almıştır. İonyalı ozan Homeros, Truva savaşına katılan Akaların, savaşın bittiği M.Ö 1200 yılının sonrasında Kıbrıs’a gelerek Salamis, Baf ve Lapithos kolonilerini kurduklarını kaydetmiştir. Tarihçi Strabon ise M.S 23 yılında yayınlanan Geographica adlı yapıtında, Lapathos’ta bir liman ile bir gemi havuzunun bulunduğundan söz ederken, M.Ö 1200 yılı civarında Pelepones yarımadasında oturan Lakonya Kralı Praxander önderliğinde kurulduğundan da söz etmiştir. Ayrıca bu kentin, M.Ö VIII’inci yüzyılın ortalarında Tir/Sur kralı Belus tarafından bir Fenike kolonisi olarak kurulduğu bilgileri de edinilmektedir. M.Ö IV. Yüzyılda yaşamış olan Diodorus Siculus ise, Kıbrıs’taki dokuz krallıktan birinin ‘Lapethos’ olduğunu yazmasıyla, kentin adı ilk kez yazılı kaynaklara girmiş olur.
Roma devrinde Lapethia bölgesinin merkezi Lapithos kentiydi. O sırada kentte bir cimnazyum, liman, tersane, açık hava tiyatrosu ve bazı kamu binaları bulunmaktaydı. Kenti çevreleyen surlar bu döneminde yapılmış, Bizans döneminde ise sağlamlaştırılmıştı. Kent, Roma döneminin sonu, Erken Hıristiyanlık ve Bizans dönemlerinde şimdiki sahil şeridine kaydırılarak zenginliğiyle ünlenen önemli bir merkez durumuna gelir. Limanları inşa edilir ve zenginliğiyle ünlenmesinden dolayı kente ‘parlak’ anlamına gelen “LAMBUSA” adı verilir. Ancak M.S 647 yılında başlayan Arap akınlarından oldukça etkilenir. M.S 653 yılında Abul Awar komutasındaki Arap kuvvetleri tarafından kuşatılır ve M.S 654 yılında işgal edilerek yakılıp yıkılır.
M.S XI. veya XII. Yüzyılda savaş veya yersarsıntılarıyla daha da harap duruma gelen kent, varlığını soylu feodal bir beyin mülkü olarak “Le fief de La Pison” (La Pison Tımarlığı) adıyla sürdürür. Lüzinyan döneminde kenti terk eden Lambusalılar Lapta’yı kurmaya başlarlar. Osmanlı döneminde kentin terk edilmesi daha da hızlanır. M.S XVIII. yüzyılda Lapta’da oturan Lambusalıların bir bölümü Karava köyünü kurarlar. Harabeye dönen kentin evlerinden sökülen yapı taşları yeni evlerin yapımında inşaat malzemesi olarak kullanılır. Bu arada Lambusa’daki ‘Akropolis Tepesi” ile “Troullos (Troulia) Tepesi”nden taş alındığı 1899 ile 1902 yıllarında bulunan iki ayrı define yurtdışına pazarlanır. Buluntular arasında gümüşten yapılmış kaşık, tabak ve çanaklar vardı. İkinci defineye ait tabakların diplerinde ise Contantinopolis (Istanbul) kontrol damgası bulunmaktaydı. Şimdilerde iki definenin çok az bir kısmı Lefkoşa’daki Kıbrıs arkeoloji müzesinde sergilenirken, büyük bir kısmı ise İngiltere’deki British Museum, Newyork’taki Metropolitan Müzesi, Washington Dumbarton Oaks Müzesi ve Baltimor The Wolters Art Gallery’de sergilenmektedir.
BALIK HAVUZU
Lambusa mezarlık alanın deniz kenarında bulunan kayalığa oyulmuş 27 X 14 metre ebadındaki balık havuzunun Roma dönemine ait olduğu tahmin edilmektedir. Lambusalıların bu havuzda balık besledikleri, ya da canlı olarak yakaladıkları balıkları içine koydukları tahmininde bulunulmuştur. Havuzda su sirkülasyonunun sağlanabilmesi amacıyla cephesi ile yanlarına, tahta kapaklarla açılıp kapanabilen kanallar yapılmıştır. İçlerine taze deniz suyunun girmesi istendiğinde kanalların kapaklarının açılmasıyla içeriye su girerken, içerde bulunan bayat su ise karşıdaki diğer kanallar aracılığıyla denize boşalmaktaydı. Havuzun olduğu kayalıkta görülen taş kesim izleri, bir zamanlar burasının taş ocağı olarak kullanıldığına işaret etmektedir.
AHİROPİETOS MANASTIRI
Lambusa mezarlık alanından sonra, kent kalıntılarının batısındaki askeri bölgede bulunduğunu bildiğim Ahiropietos manastırına da uğruyorum. Yıllardan sonra açık olması ilgimi çektiğinden içeri girdiğimde, burasının Girne Amerikan Üniversitesi’nin kullanımında olduğunu öğreniyorum. Burada kimi öğrenciler öğretim görevlilerinin eşliğinde mimari çizim yaparlarken, kimileri ise elektronik aletlerle manastırın nemini ölçüyorlardı. Yıllardan sonra böylesi önemli bir eski eserin askeri yasak bölge kapsamından çıkartılmasının ve restorasyonunun da bu üniversite tarafından yapılacak olmasının memnuniyet verici bir gelişme olduğunu söyleyebilirim.
Kıbrıs’ın en önemli yapıları arasında yer alan Ahiropietos manastırının M.S XIII’üncü yüzyılda yapıldığı tahmin edilmektedir. Ahkiropietos sözcüğü “el değmeden inşa edilen” anlamına gelmektedir. Rivayete göre bu binanın tamamı, putperestler tarafından yıkılmaktan kurtarılmak amacıyla Meryam Ana tarafından bir gecede Anadolu’dan getirilmiş. Manastır kilisesi Azize Veronika’nın mucizeler yaratan kutsal mendili adlı ikonuna adanmış. Bir rivayete göre bir zamanlar İsa’nın mendili burada korunmaktaymış. Ancak daha sonraları bir Savoy Prensesi tarafından şu anda korunduğu Turisn’deki Katedral’e verilmiş.
Manastır yapıları çeşitli dönemlere ait olup güneyinde ahırlar, kuzeyinde ise iki katlı keşiş odaları bulunmaktaydı. Manastır ile kilise ilkin 1894 yılında Eski Eserler Dairesi Müfettişi Evstathios Konstantinides tarafından temizlenir. Şimdiki çift kubbeli kilise önceleri küçük iken, değişik tarihlerde ilaveler görerek genişletilir. Yan koridorundaki sütunların Bizans yapılarından gelme olduğu anlaşılıyor. Kilisede ayrıca başka yerlerden geldiği sanılan mermerden yapılmış mimari malzemeler de yer alıyor. Apsesi M.S XIV’üncü yüzyılın başında yıkılarak yerine şimdiki daha büyük apsit yapılmış, üzerine ise şimdilerde izleri görülen Bizans stilindeki freskler işlenmiştir.
DENİZ FENERİ
Kentin kuzeybatısındaki küçük limanın gerisinde bulunan deniz fenerinin Roma, Bizans veya daha geç bir döneme ait olduğu tahmin edilmektedir. İnşaatı sırasında çevreden toplanan eski sütun kasnaklarının temellerde yatay olarak kullanıldığı gözlemlenmektedir. Bakımsız ve harap durumda olması itibarıyla yetkililerin ilgisini beklediğini de belirtmiş olalım.
AZİZ EVLAMBİOS ŞAPELİ VE ODA MEZARI
Kayaya oyularak yapılan Aziz Evlambios şapeli Ahkiropietos manastırının doğusunda yer almaktadır. Pagan döneminde mezar olarak kullanılmış, Hıristiyanlık dönemindeyse “Aziz Evlambios” adıyla şapele dönüştürülmüştür. İç duvarlarında fresk izleri ve Roma mezarlarındaki gibi kayaya oyulmuş nişler bulunmaktadır. Kayalığın dış kısmındaki taş kesim izleri, burasının bir zamanlar taş ocağı olarak kullanıldığına işaret etmektedir.
AZİZ EVLALİYOS KİLİSESİ
Ahkiropietos Manastırının kuzeydoğusunda bulun ve vaktiyle Lambusa’nın piskoposu olan Evlaliyos’a adanmış bir kilisedir. Gotik ve Bizans stillerinin karışımı bir mimariye sahiptir. Kilisenin kubbesini tutan dört sütunun üç tanesine Bizans dönemine ait birer haç kazınmıştır. Mevcut kilisenin, Erken Hıristiyanlık dönemine ait büyük bir kilisenin kalıntıları üzerine inşa edildiği tahmin edilmektedir. Kilisenin içinde yapılan kazılarda, birbiri üzerinde üç ayrı döneme ait mozaik zemin kalıntısı ortaya çıkmıştır. Bunlara dayanılarak kilisenin sırası ile M.S VI’ıncı, XI’inci ve XVI’ıncı yüzyılda olmak üzere üç kez elden geçirilip kullanıldığı görüşüne varılmıştır.
GİRNE’NİN BATISINDAKİ VRYSİ TOU BARBA ANTİK MEZARLIK ALANI
Lambusa’dan ayrıldıktan sonra Celebrity otelin ilerisinde, dibine La Siesta otel ile özel bir konut inşa edilen Vrysi tou Barba (‘Yaşlı adamın pınarı’) mezarlık alanına varıyorum. Burası Lambusa kazılarının sonuçlanmak üzere olduğu 1913 yılında bir rastlantı sonucu bulunmuş ve ilk kazısı Leonard Buyton ile John L. Myres tarafından yapılmıştı. 1917 yılında arkeolog Melelaos Markides, 1927 yılında İsveç Arkeoloji Heyeti ve 1931 yılında Pensilvanya Üniversitesi Müzesi adına Bert Hodge Hill tarafından kazılır. Son kazılarda önlerinde yol (dromos) bulunan 31 mezar açığa çıkmıştı. Sahil yolunun yapıldığı 1968 yılında ise burada 21 adet mezar daha bulunur.
Mezarlık alanı Eski Tunç Devrinin ikinci safhasından (M.Ö 2075) başlayarak Orta Tunç Devrinin sonuna kadar (M.Ö 1625) kullanılmış ve buraya gömü yapan insanların gerilerindeki dağların eteklerine çekilmeleri sonucu kullanım dışı kaldığı tespitinde bulunulmuştur. Vermiş olduğu bol sayıda madeni buluntulardan dolayı zengin bir mezarlık olarak bilinmektedir. Antik Lapithos kentinde Geç Tunç Devrinde bakırın işlendiği bir isabe ocağı bulunduğu bilinirken, bu mezarlık alanın zengin madeni eşyalar vermiş olması itibarıyla, kentte eski ve orta Tunç devirlerinde de bakır filizlerinin işlendiği anlaşılmıştır.
Birbirlerine yakın olan mezarlar kayaya düzgün bir şekilde oyularak yapılmıştır. Bazı mezarların cephelerinde ana mezar odaları olmasına karşın, yan duvarlarında çocuklara ait niş şeklinde küçük mezar odaları da vardır. Bu bakımdan bu mezarlar ayni döneme tarihlenen Kırnı mezarlarının bir benzeridir. Arkeolojik kazılarda bulunan eski eserlerin benzerleri Anadolu’da da bulunduğundan, bölge insanlarının Anadolu ile ilişkili oldukları görüşüne varılmıştır.
KARMİ (KARAMAN) ANTİK MEZARLIK ALANI
Vrysi tou Barba mezarlık alanından ayrıldıktan sonra bir dağ yamacına kurulmuş olan ve genellikle İngiliz ile Alman ailelerin yaşadıkları Karmi’ye varıyorum. Köyün yakınındaki “Palealona” mevkiindeki mezarlık alanının kazısı 1960 – 1961 yıllarında Melbourne Kıbrıs Araştırmaları ile Avustralya Sidney Üniversitesi adına Prof. J.R. Stewart tarafından gerçekleştirilmiş ve mezarlık alanının Eski ile Orta Tunç devirlerinde kullanıldığı (M.Ö 2400 - 1650) belirlemesinde bulunulmuştur. Havara toprağa kazılan mezarlarda bulunan toplam 953 adet eski eserin tamamı Avustralya’ya taşınmıştır. Mezarların önlerinde dikdörtgen bir yol ve bu yolun gerisinde ise küçük bir mezar odası bulunmaktadır. Kazısı gerçekleştirilen Mezar 6’nın yolunda ilk kez yüksek kabartma (Baf rölief) olarak kabaca işlenmiş çıplak bir kadın figürü bulunmuştur. 1.16 metre boyunda olan figürün Kıbrıs’ın en eski mezar taşı olduğu görüşüne varılmıştır. Şimdilerde hayli yıpranmış durumda olan bu figürün imitasyonu halen Lefkoşa Kıbrıs Arkeoloji müzesinde sergilenmektedir. Mezardaki buluntulara dayanılarak bu dönemde Kıbrıs’ın Anadolu ve Mısır ile ilişki içinde olduğu görüşüne varılmıştır. Kazısı gerçekleştirilen 11 B mezarında M.Ö XVIII. Yüzyıla tarihlenen Girit Kamares seramiği ele geçirilmiş ve bu mezar “Gemicinin Mezarı” olarak isimlendirilmiştir. Prof. Stewart, bu mezarda bulunan beyaz macundan yapılmış bir kolye ile Kamares seramiğine dayanarak, burada yatan kişinin ölmeden önce Lapithos limanından hareketle Suriye ile Ege limanları arasında seyahat yaptığına ve Kıbrıs’a dönerken hatıra olarak bunları beraberinde getirdiğine yayınında yer vermiştir.
SON SÖZ
Ve programlanan sabah gezimizi bazı firelerle 29 Kasım günü uyguluyoruz. Daha sonra öğle yemeğimizi Eziç’te yedikten, kahvemizi ise Girne Kordon Boyunda içtikten sonra keyifli geçen bir gezimiz de Lefkoşa’ya varınca sona ermiş oluyor…