“Tarihin, mermilerle delik-deşik edilmiş ön camının ardındaki haykırış...”
Andreas Paraskos
Salı günü, Kıbrıs’ta, Hloraka’da yılan yumurtasına basma riskiyle karşı karşıya kaldığımız [yaşanan] olayların yankıları sürerken, hem ulusal hem de uluslararası basında, Şili’de barış şairi Viktor Jara’nın cunta katillerinin cezalarının 50 yıl sonra kesinleştiği haberine rastladım.
Victor Jara, dünya genelinde ezilmiş halkların dudaklarında bir marş haline gelen harika “Venceremos” (“Kazanacağız”) şarkısını yazan adamdı. Jara, 11 Eylül 1973’te Allende’yi deviren Pinochet cuntasının belki de en ünlü kurbanıydı.
KATİLLERE AĞIR HAPİS CEZALARI...
Ünü Şili sınırlarını aşmıştı ve yazdığı şarkı dünyanın dört bir yanındaki büyük sanatçılar tarafından seslendiriliyordu. Jara, Santiago Stadyumu’nda tutuklanan ve hapsedilen 5,000 solcudan biriydi. Orada korkunç işkencelere maruz kalmıştı. İşkencecileri, parmaklarını kırdıktan sonra ondan gitar çalmasını ve şarkı söylemesini istedi. Jara, onlara “Venceremos” şarkısını söyledi. Başına bir kurşun sıkarak onu öldürdüler. Tarih 16 Eylül 1973’tü. Şili Yüksek Mahkemesi, Pazartesi günü, yaşları 73 ile 85 arasında değişen yedi emekli askere Jara cinayeti ile ilgili hapis cezası verdi. Aldıkları cezaları 8 ile 25 yıl arasında değişiyor. Şimdi Şilili demokratlar nihayet “Venceremos” diye haykırabilirler…
KENDİ ÖLÜLERİMİ HATIRLADIM...
15 Temmuz 1974’te Larnaka’da yaşananları ve yarım yüzyıl boyunca haklarında raporlar, makaleler ve şiirler yazdığım kendi ölülerimi hatırladım. “Annemin hayır duasını aldım ve çırılçıplak savaşa gittim. Sordum ama bana silah vermediler ve zeytin dalları ile örtülmüş dört ölü adamla geri döndüm. Denizin kırmızıya döndüğü yerde ellerimi yıkadım utançla, gölgelerle ve kabuslarla”…
KATİLLER HALA SERBESTÇE DOLAŞIYOR...
Perşembe günü, yurtdışında yaşayan arkadaşım Nikitas Hristodulakis’in bir paylaşımını gördüm, yürek parçalayan bir soru sormuştu: “Doros Loizu’nun öldürülmesinin 49 yıl ardından basit bir soru sormak istiyorum. O zaman 13 yaşındaydım, şimdi 62 yaşındayım, 49 yıl boyunca hafızamda çok iyi tuttuğum üç isim yazacağım ve bu üç ismin Vassos Lissaridis’e yönelik suikast girişimiyle ve Doros Loizu’un öldürülmesiyle ne ilgisi olduğunu soracağım,” dedi ve “şapkalarını ters takan”, o dönem Lefkoşa’da yaşayan insanların iyi tanıdığı üç ünlü isim belirtti. Bir gün önce, Çarşamba günü, meslektaşım Kostas Venizelos’un [Filelefteros gazetesinde] mükemmel bir makalesi vardı ve diğer şeylerin yanı sıra şunları söylüyordu: “Türk bombardımanından yükselen duman, Lefkoşa’nın üzerine yayılan boğucu bir bulut yarattı. Mülteciler geçici olacağına inandıkları sığınaklar arıyorlardı. Aileler kayıplarını aradı. Doros Loizu 30 Ağustos 1974’te EOKA B tarafından bu ihanet, yıkım ve işgal ortamında öldürüldü. Üç fail vardı. Hem bilinen hem de ‘bilinmeyen’. ‘Şu beyaz Mazda’ya bak, Doktor. Plaka yok. Bu EOKA B’lilerin kullandıklarından bir tanesi’ dedi Doros EDEK [Sosyal Demokrasi Hareketi] lideri Vassos Lissaridis’e ve haklıydı. Kalaşnikoflar onlara doğruldu ve mermilerini arabaya boşaltmaya başladı. Lissaridis ve Doros’un eşi Barbara Loizu yaralandı, Doros öldü. Onu öldürdüler.” … Katiller hala serbestçe dolaşıyor, dosya kapanmadı ama… kapanmış gibi diye vurgu yapıyor Kostas Venizelos.
LARNAKA’DA DA KATİLLER SERBEST...
Larnaka’da da katiller hala serbestçe dolaşıyor. Orada dört kişi öldürülmüştü: Yorgo Hajistefanis, Ahilleas Kurtellis, Yorgo Haralambus ve Andreas Theodosiu. 15 Temmuz 1974’te şehir merkezinde, EOKA B’nin tanınmış Larnaka üyeleri tarafından öldürülmüşlerdi. Herkes onları adlarıyla tanır. Dosya kapanmadı, ama… kapanmış gibi! Bunun neden böyle olduğunu biliyorum çünkü kurşunların beni değil de tesadüfen önümde duran Yorgo Hajistefani’yi, yanımdaki Yorgo Haralambus’u ve arkamdaki Andreas Theodosiu’yu öldürmesi bir yana, gençliğim, devrimim ve demokrasim de o gün onlarla birlikte öldü. Anlayabildiğim, kugulayabildiğim ve anlatabildiğim kadarıyla. Demokrasim, gözümün önünde öldü ve kıpkırmızı kanı yüzümü ve kıyafetlerimi lekeledi. Yine de Alkinoos [Yuannidis]’i hatırlarım ve o şunları söylediğinde ürperiyorum: Ama geceleri yayınlanan haberleri izlediğimde/Bana anlatacak hiçbir haberleri olmadığını bilirim/Alevin içindeydim, alev bendim/Sonu, açık gözlerle gördüm. Savaşın yüzünü gördüm, bu milletin ve ırkın, en vatanseverler tarafından, içeriden ihanete uğradığını gördüm. Annemi ağzında bir silahla esir aldılar/Onların çocukları bugün Parlamentoyu süslüyor… [Çevirmenin notu: Alkinoos Yuannidis’in bir şarkısının sözleri]
49 YIL SONRA, FAŞİZM YENİLMEDİĞİ İÇİN DAHA DA GÜÇLENİYOR...
Doros Loizu da tarihin mermilerle delik deşik edilmiş ön camının ardından uyarıyor: Akıllılar bana engel olmaya gelecekler, çünkü müşterileri dükkânlardan kovuyorum… Aptallar gelecek, ciddi olanlar da… Doğulular, Batılılar… Protestanlar, Katolikler… Benim tarafımdakiler, düşmanlar… Şeytanlar, tanrılar… Neyse, hepsi, onlar ve anlık bir hevesle cana kıyanlar… [Çevirmenin notu: Doros Loizu’un bir şiirinden dizeler]
Gerçek adalet tamamen kaybolurken ve safsatacılar Hloraka yolunda zafer kazanırken, Kostas Venizelos’un (30.8.2023) tarihli yazısının son cümlelerini ödünç alacağım: ‘Tetiği çekenler ve emri verenler dahil, katiller, kayıtlara geçti. Kırk dokuz yıl sonra, faşizm yenilmediği için daha da güçleniyor. EOKA B’nin torunları, milletvekili pelerinleriyle (ilk defa değil), hiç rahatsız edilmeden hareket ediyor ve güçleniyorlar. Bugün maskeler takıyorlar, sopalar taşıyorlar ve saldırıyorlar. Peki yarın?”…
(FİLELEFTHEROS’ta 3 Eylül 2023’te yayımlanan Andreas Paraskos’un yazısını Türkçeleştirip aktaran PENNA).
EOKA B'nin cinayetini yazan 31 Ağustos 1974 tarihli gazete
*** GEÇMİŞLE YÜZLEŞMEYE DAİR YAZILAR...
“Toplama kamplarını dolaşan bir doğumgünü hediyesi...”
“Museum of Jewish Heritage — A Living Memorial to the Holocaust” yani “Yahudi Mirası Müzesi – Soykırım’ın Canlı Hatıraları” başlıklı internet sitesinde Treva Walsh’ın “Bir ömürlük bir doğumgünü hediyesi: Helenka Leboviç’in yüzüğü” başlıklı yazısını okurlarımız için özetle derleyip Türkçeleştirdik. Geçmişle yüzleşmeye dair bu güzel yazı, özetle şöyle:
*** 1 Mayıs 1944 tarihinde Helenka Leboviç, 19’uncu yaşına girmişti Kosiçe gettosunda... Birkaç hafta önce gettoya gitmesi emredilen Helenka’nın ailesi, onun yaklaşan doğumgününü düşünerek, gettoya onun için bir de doğumgünü hediyesini gizlice sokmuşlardı: Beyaz altın, oniks ve yeşimden oluşan bir yüzüktü bu. Helenka’nın, anne ve babasından alacağı son hediye işte bu yüzüktü...
*** 19 sene önce Helenka orta sınıf bir Yahudi ailesinden bir birey olarak Kosiçe, Çekosklovakya’da dünyaya gelmişti. Babası Şimon kereste tüccarıydı, annesi Aida ise evhanımıydı. Helenka dört çocuktan ikincisi olarak Macarca konuşarak büyümüştü, o günlerde Kosiçe’deki Yahudiler Macarca, Slovakça, Almanya, Rusça gibi diller de konuşuyorlardı. Helenka ancak sekikzinci sınıfa kadar eğitim görebilmişti çünkü Kosiçe’de Yahudiler’in daha ileri eğitim almasına olanak verilmiyordu. O zaman Helenka bir moda okuluna devam ederek terzilik öğrenmişti... Annesi Aida, Yahudi dini geleneklerini sürdürürken, babası Şimon daha laik ve liberaldi. Helenka’nın mahalleden Yahudi olmayan arkadaşları vardı ve birbirlerinin evlerine gelip giderlerdi.
*** Kasım 1938’de Kosiçe’yi komşu Macaristan işgal etti. Yahudi karşıtı pek çok kısıtlamayı yürürlüğe koymuş olsalar da Macaristan hükümeti, buradaki Yahudi nüfusun derhal Alman toplama kamplarına gönderilmesinden kaçındı. Helenka’nınki gibi Yahudi aileler 1940 yılına kadar Macar idaresinde yaşadılar, sonra da yaşları 21 ile 40 arasındaki tüm Yahudi erkekler, Rusya’daki zorunlu çalışma kamplarına gönderilecekti. Bu şekilde ailesinden alınıp kampa gönderilenler arasında Helenka’nın kardeşi Aleksandr da vardı.
*** 19 Mart 1944’te yani Helenka 19 yaşına girmeden iki ay önce, Almanya, Macaristan’ı işgal etti. Almanlar derhal Macar Yahudileri’ni deport etmeye ve kitlesel olarak öldürmeye giriştiler. Yahudi nüfusu ellerindeki altın veya mücevherat gibi değerli şeyleri vermeye zorladılar ve bunları Almanya’ya gönderdiler. Nisan 1944’te Helenka’nın ailesine Kosiçe’nın dışındaki bir Yahudi gettosuna gitmek için emir verildi. İşte burada Helenka’nın annesi ve babası ona 1 Mayıs’ta 19ncu doğumgünü için son hediyelerini verecektiler: 19ncu doğumgünü için altın bir yüzüktü bu, Alman yetkililerden bunu saklamak için hayatlarını tehlikeye atmıştı anne ve babası...
*** Bundan kısa süre sonra ise Mayıs ortalarında aile trenle Auschwitz toplama kampına gönderildi. Oraya vardıklarında Helenka, Elizabeth ve Berta işçi olarak çalışmaya gönderildi. Babası erkeklerin sırasına, annesi kadınların sırasına alındı. Ailesinden ayrılmak istemeyen 13 yaşındaki Berta, annelerine doğru koşup onun yanında kaldı. O anda Helenka ve kızkardeşi Elizabeth, anne ve babalarının aslında ölüm kuyruğuna konmuş olduklarını bilmiyorlardı.
*** Helenka, Auschwitz’ten Stutthof’a 1944’ün yaz ve sonbaharında gönderilen ve ağırlıkla kadınlardan oluşan 16 bin Macar Yahudisi arasındaydı. Elizabeth’ten ayrı düşmüştü ancak birkaç ay önce annesinin verdiği yüzüğü korumayı başarmıştı. Stutthof’taki yaşam koşulları, Auschwitz’tekinden bile berbattı, burada pancar hasadında çalışmaktaydı. Helenka’nın farklı dilleri konuşması, diğer tutuklulara çevirmenlik yaparak yardım etmesini sağlıyordu.
*** Stutthof’tan Grodno’ya gene pancar hasadına gönderilmişti Helenka ancak bu kez gündüz-gece demeksizin durmaksızın hendek kazmak üzere başka güçlü kızlarla birlikte seçilenler arasındaydı. Ertesi sabah bu hendekleri Almanlar’ın toplu mezar olarak kullandığına tanık olacaktı. Almanlar, kurbanları vurmuyorlar, onlara coplarla vurarak canlı canlı bu hendeklere atıyorlar ve onları gömüyorlardı. Gömülenlerin bazıları hala sağdı...
*** Ocak 1945’te Polonya’nın soğuk kışında Helenka bir ölüm yürüyüşüne çıkmak zorunda bırakılmıştı... İmkansız koşullarda bir gece, bir köy ahırında arkadaşı Klara ile birlikte Helenka artık daha fazla devam edemeyeceklerini düşünüyorlardı. Üç gün boyunca samanların içinde saklandılar. Almanlar oradan ayrılınca, ahırın sahibi Polonyalı aile onları bularak onlara kucak açacaktı. Ancak bir komşu onları Gestapo’ya ihbar edecekti. Dört asker onları vurmaya götürdüğünde Helenka bunlardan biriyle sohbete girişerek hayatta bırakılmaları için askerleri ikna edecekti. Konuştuğu farklı dillerden ötürü, hayatları kurtulacaktı...
*** Helenka ve Klara, nihayetinde kendilerini bir Rus çalışma kampında buldular. Bu noktada Müttefikler savaşı neredeyse kazanmış vaziyetteydi, böylece kızlar Kosiçe’ye doğru uzun yolu yürümeye başladılar gerisin geri ve Nisan 1945’te oraya vardılar. Helenka kızkardeşi Elizabeth, erkek kardeşi Aleksandr, geniş aileden birkaç üye ve bazı arkadaşlarını buldu. Kardeşi Aleksandr’ın Rus ordusuna alınma riski olduğu için Filistin’e doğru yola çıkacaktı... Savaş bittikten sonra Helenka ve Elizabeth, Tatra Dağları’ndaki bir sanatoryuma gönderilecekti...
*** Sanatoryumda Ernest Bokor’la tanışan Helenka, 11 Nisan 1948’de Kosiçe’de onunla evlendi. Helenka ve Ernest oradan ayrılıp İsrail’e gittiler, kızları Ronit ve Raya dünyaya geldi. Buradan da ABD’ye göç ettiler. Helenka adını Helena olarak değiştirdi, New Jersey’ye yerleşerek aileleri için iyi bir hayat kurmaya çalıştılar: Ernest, mücevher sanayiinde çalışırken, Helena da terzi olarak çalışmaktaydı. 1987’de torunlarına yakın olmak için Edison’a taşındılar. Hem Helena, hem de Ernest, Soykırım eğitimi için pek çok lisede ve toplantıda konuşmalar yaptılar, yaşadıklarını anlattılar.
*** Helena kendi kızlarına, annesiyle babasının ona son doğumgünü armağanı olan yüzüğü aramalar esnasında nasıl sakladığını anlatacaktı: Ağzında saklıyordu ya da başparmağıyla yerde kazdığı çukurda gizliyordu bu yüzüğü. Bu yüzüğü gettodan çeşitli toplama kamplarına götürerek korumak, kendi hayatını tehlikeye atmak demekti ancak artık varolmayan bir geçmişe ve bir arada olmayan ailesine bağlayan bir semboldü bu Helena için. Bu yüzüğü korumayı başarmak bir umut eylemiydi, bir direniş eylemiydi, bir sevgi eylemiydi...
*** Yıllar sonra ABD’de yüzüğün ortasındaki yeşim taşı çatlamıştı ve tamiri gerekiyordu. Ernest bunun yerine bir elmas yerleştirdi. Helena’nın 19ncu doğumgünü hediyesi olan bu yüzük, şimdilerde Müze’nin Daimi Kolleksiyonu’ndadır, Ronit ve Ranya, bu yüzüğü müzeye armağan ettiler. Şöyle dediler: “Annemizle babamız öldükten sonra bu yüzüğü dört torunlarından birine vermeyi düşündük ancak kime vereceğimizi seçmek zordu, zamanla bu yüzüğün öyküsü de unutulabilirdi kuşaktan kuşağa geçtikçe. Yüzüğün kendisi sade bir yüzüktür. Gerçek değeri ise tarihin bir parçası olmasıdır. Yüzüğü bu müzeye bağışlamak, mantıki ve rahatlatıcı bir karardı. Helena bu yüzüğün bu şekilde korunmasından mutlu olurdu. Kalbimizde hissettiğimiz şey, onun gülümseyişidir bu duruma..."
Helenka, nişanlısıyla...
https://mjhnyc.org/blog/a-birthday-gift-to-last-a-lifetime-helenka-lebovics-ring/
(Türkçesi: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).