1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Tarihin Sonu Nereye Doğru? ‘Demokrasi Krizi’ ve Aşırı Sağın Yükselmesi Üzerine Provokatif Tezler
Tarihin Sonu Nereye Doğru? ‘Demokrasi Krizi’ ve Aşırı Sağın Yükselmesi Üzerine Provokatif Tezler

Tarihin Sonu Nereye Doğru? ‘Demokrasi Krizi’ ve Aşırı Sağın Yükselmesi Üzerine Provokatif Tezler

Tarihin Sonu Nereye Doğru? ‘Demokrasi Krizi’ ve Aşırı Sağın Yükselmesi Üzerine Provokatif Tezler

A+A-

 

Hakan Karahasan
[email protected]

I
Tarihin sonu gelmedi çünkü hâlâ daha başlangıç noktasındayız!

Francis Fukuyama’nın liberal kapitalizmi tarihin sonu olarak ilan etmesi üzerinden geçen yıllar boyunca görülmektedir ki, liberal kapitalizm yaşadığı krizleri bir türlü atlatamamış, bu da, sonuç olarak günümüzde yaşamakta olduğumuz demokrasi krizlerine yol açmaya başlamıştır.

2000’li yılların başında Avrupa’da yükselmeye başlayan aşırı sağ (Avusturya’da Heider örneği), her ne kadar zaman içerisinde biraz dizginlense de, yakın zamanda özellikle Batı dünyasında yabancılara karşı takınılan olan tutumlar, sorunun sadece hasıraltı edildiği ve ilk kriz ile birlikte ortaya çıkabileceğidir (Polonya ve Macaristan ile Brexit sonrası Birleşik Krallık’ta –BK– yaşanan nefret suçlarındaki artış). Örneklere bakıldığı zaman, içinde yaşadığımız dünyada tarihin sonunun hâlâ gelmediğini, Walter Benjamin’in söylemiş olduğu gibi halen tarihin başlangıç noktasında olduğumuzu iddia etmek pekala mümkün.

II
Temsili demokrasi bir kriz içindedir ve çözüm şimdiki gibi oy verme işlemi ile çözülemez!

Temsili demokrasi ciddi sorunlar yaşıyor. Sadece 2016 yılında vuku bulan üç örnek bunu gösterir nitelikte: Brexit, Kolombiya referandumu ve ABD seçimleri… Küreselleşen dünyada bizzat küreselleşmenin çarpıklıklarının da önemli katkılar koyduğu sorunlar sayesinde, demokrasi sözcüğü derken ne kastedildiği, yaşadığımız postmodern dünyada tekrardan tartışılmalıdır. Her ne kadar çağdaş demokrasilerde, demokrasinin çoğunluğun azınlıklara hükmetmesi olmadığı vurgulansa da, yakın zamandaki örnekler bunu göstermiyor. Şöyle ki: Brexit referandumu, çok az bir oy oranıyla olsa da BK’ın Avrupa Birliği’nden (AB) çıkması anlamına geldi. Referandumun üzerinden geçen zamana rağmen, neyin nasıl olacağı belirsizliğini korurken, ‘kararı halk mı, yoksa parlamento mu daha sağlıklı verir?’ sorusu gündemden düşmedi. Brexit karşıtları tarafından demokrasinin sadece vatandaş bazında oy anlamına gelmemesi gerektiği, medyanın siyasi kampanya süresince ‘bilgilendirmesi’nden tutun da, daha başka manipülasyonlar (yabancı düşmanlığı, işsizlik gibi sorunlar) ile etki altında bırakılmakta olduğu vurgulanması, liberal demokrasilerin kâğıt üzerinde başka, pratik olarak başka işlediği fikrini gündeme getirdi.
İkinci bir örnek Kolombiya’daki referandum süreci olarak gösterilebilir. Yıllar süren bir çatışmanın sonlandırılması ve yeni bir siyasal oluşum, referandum ile onaylanmamış, demokrasilerin, özellikle referandumların, hangi şartlarda nasıl düzenlenmesi gerektiği sorularını akla getirmiştir.
ABD’de gerçekleştirilen başkanlık seçimlerinde, aşırı sağ  (özellikle yabancı düşmanı) söylemleri son derece rahatlıkta ifade edebilen bir aday, başkan seçilebilmiştir. Bu da akıllara, günümüzdeki anlamda demokrasinin acaba liberal teoride olduğu gibi ne kadar ‘ortak iyi’ için yapılmakta olduğunun sorgulanmasına yol açmalı. Lakin buradaki sorgulamadan yola çıkıp, Aristoteles’in demokrasiyi iyi olmayan bir yönetim biçimi olarak görmesi gibi elitist bir noktaya da gitmemeli…


III
Sosyal medya ve politik katılım, halkın bilgilendirilmesi anlamında beklenilenden uzaktır ve teknolojik deterministlerin iddia ettikleri gibi, siyasete katılım için anaakım medya hâlâ büyük bir önem arz etmektedir!

Yakın zamandaki referandum süreçleri (Brexit ve Kolombiya referandumları) göstermektedir ki, politik katılım söz konusu olduğu zaman, sosyal medya hâlâ daha başat bir konumda değildir. Aksine, “geleneksel medya” olarak adlandırılan radyo, TV, yazılı basın gibi mecralar, başka bir deyişle anaakım medya, siyasi katılım için büyük bir önem taşımaktadır.
Örneğin, geçmişte Türkiye’de vuku bulan ‘Gezi Parkı Protestoları’nda da görüleceği üzere, hareketin başlaması ve örgütlenmesinde internet ve özellikle sosyal medya önemli bir rol üstlenmiş olsa da, sonrasında siyaseten bakıldığında, ‘sosyal medya hareketi’nin gündelik siyasete yansıması son derece sınırlı olmuştur. Bu da, her ne kadar ülkelerin içinde bulundukları sosyal, ekonomik ve diğer unsurlar ile bağlantılı olsa da, uzun vadede sosyal medyanın tek başına bir yeterli olmadığının göstergelerinden sadece bir tanesi. Benzer bir başka örnek ise, Arap Baharı olarak gösterilebilir.
Başka bir deyişle, sosyal medya kullanan insanların politik katılım derken ne anladıkları önemli olsa da, kabul edilmesi gereken bir başka gerçek, anaakım medyaları takip eden kişilerin hiç de azımsanmaması gerektiğidir. Tam da bu yüzden, ‘bilinçli’ politik katılımın artması ve demokrasinin gelişmesi isteniyorsa, yapılması gereken, politik katılım süreçleri söz konusu olduğunda sadece sosyal medyaya odaklanmak değil, aynı zamanda gelenekesel medyayı da içermektir.

Bu haber toplam 2048 defa okunmuştur
Gaile 393. Sayısı

Gaile 393. Sayısı