Tarihini Yazmak Gerek… ÜLKEMİZDEKİ ŞİDDETİN…
Tarihini Yazmak Gerek… ÜLKEMİZDEKİ ŞİDDETİN…
Neriman Cahit
Hayatın, o uzun mücadelesinde, öğrendiğim / altını çizdiğim gerçeklerden biri de… Bir kitapta okuduğum ve altını çizdiğim şu cümledir…
• “Söz, gerçeğin aynası değil… Gerçeğin sırdaşıdır… Sırların Ajanı…”
Geçen gün notlarımı karıştırırken geldi elime… Anımsamaya çalıştım ama bulamadım… Acaba, onaylamış mıydım, yoksa, katılmadığım için mi not almıştım…
Üzerinde yeniden durup düşününce, pek de onaylamadığımı fark ettim… Çünkü ve eğer, her gördüğümüzü olduğu gibi kabullenirsek, büyük bir aldanış olur bu… Çünkü, hiçbir şey göründüğü gibi değildir…
VE YAŞAMAK…
Görünenin altındaki / özündeki görünmez olanı keşfedebilmektir…
Ne çok şey çeker insan, bu gerçeği öğrenene kadar…
DİL YA DA DİLSİZLİK…
Yazının girişinde yazdığım cümlenin altına, başka bir not daha yazmışım: “Kendi Uçurumlarımda Dolaştım Hep…”
O süreçte yazdığımda, bana ne anımsattığını unuttum… Ama, şimdi okuyunca, birden bire çocukluğum… Daha doğrusu 8 yaşında köyüm Kırnı’dan – Lefkoşa’ya; Şeherli deyimiyle: Birkaç çul ve çapıtla gelişimizi anımsadım… Ve, yıllar yıllar boyunca: ‘Kente tutunamayanların’ o derin ve korkunç uçurumunun kenarında yaşadım hep…
Köyümde, okulumun en iyi öğrencilerinden biriyken, Lefkoşa’nın (Şeher’in), “Ayasofya İlk Okulunda”, nasıl önemsiz, anlamsız ve beyhude bir kişiliğe zorlandığımı hiç unutamadım…
***
Ve sanıyorum, ‘İktidar’ kavramını ben, ilk olarak ‘Okulla’ sonraları da ‘Dil ile’ özleştirdim… Öyle algıladım…
Kentte – Şeher’de, okulda karşılaştıklarım… Köyümde, doğamda, bir tay gibi, yüreğim köpür köpür koştuğum dağlarımda, börtü böcekle şakıyan –beni- neredeyse ebediyen susturmuştu…
***
İlk aldığım yara: ‘Köylü giyimim, sonra da, konuşma biçimimle’ ilgiliydi… Neredeyse…
Hala daha izi kalan yara…
Beni, kendi içime gömen, susturan şey ise: BAŞKALARININ DİLİ VE, O DİLİN İFADESİYDİ…
***
Evet, babamın deyimiyle, ‘Beni okutup adam edecek okul, benim ‘Kâbusum’, başkalarının dili ise benim ‘Dilsizliğim’ olmuştu…
Ama, Köyümden, Çınarım ve Dağlarımdan getirdiğim: ‘Kocaman, vahşi ama ‘Rengarenk Dünya’, hiç peşimi bırakmamış… Dilim, sustuğu / susturulduğu için de…
ELİME KALEMİ VERMİŞTİ…
O günden beri yazıyorum…
Hep yazıyorum… Ve, dünden kalma – hala – konuşmak, bana zor geliyor… Konuşmak yerine ‘YAZ’ denende… Yüzlerce sayfa yazarım… Yazabilirim…
Evet… Hiç unutmadım… Unutamadım…
BENİ, İÇİME GÖMEN – SUSTURAN ŞEY – BAŞKALARININ DİLİYDİ…
HEP UÇURUMLARI SUNDU…
Biz, Şeh(e)re geldiğimizde neredeyse kapılar ardına kadar açıktı… Görünürde hiçbir engel yoktu… Ama, ‘Parası, aşı, işi’ olmayanlar için öylesine zordu ki her şey, öylesine zordu ki hayata tutunmak…
Her şey…
Hayatın kendisi bile, sürekli yüzümüze kapanıyordu… Sanki, solukladığımız havaya bile karışan bir ağır sızı ve sır’dı bu…
Ve, her gün büyüyen uçurumları yüreğimizin tam ortasına bina eden…
Her gün yaşıyor ve fark ediyorum…
Bizim dilsizliğimizle - başkalarının dili arasında: ‘GEÇİLMEZ BİR UÇURUM’ vardı…
Hava… Düpedüz ağır bir hava…
Ses, söz, tavır, imalar, işaretler, küçümseme, yoksama yüklü hava… Ve, hava size karşıysa, nefes alamıyorsunuz… Yaşama hakkınız, kısıtlanıyor… Hatta, yok oluyor…
***
Ve, öğreniyorsunuz, karşınızda iki seçeneğiniz olduğunu: “Ya kabullenip, korkup sinerek, bir kenarda heba olup gitmek… Ya da ölesiye savaşmak…
Ben, ikinci yolu seçtim…
Yani, ölene kadar - ölesiye savaşmayı… Hiçbir iktidarın üzerimde bir güç oluşturmasına fırsat ve olanak vermemeyi…
GÖZLERİNİ KAPARSIN…
“Gözlerinizi kaparsanız, karanlıkta kalırsınız” derdi bize bir hocamız sürekli… Sanırım kafama – yüreğime kazındı bu söz… Gözlerimi uykunun dışında, hiç kapamamaya alıştım zamanla…
Ve sanırım…
Bu bilinçle seçtim her iki mesleğimi de…
BİR ŞİDDETTİ UYGULANAN…
Şimdi düşünüyorum da, hiç durulmayan bir konuydu – konudur bu: Köylerimizden - Kasabalara Göç Olgusu…
Evet, resmen bir göçtü bu…
Evet bizler, köylerden – kasabalara göç edenler… Şiddet uygulanmış insanlarız…
Evet, başlı başına bir şiddet…
Köyden – Şeher’e gelenlerin korkunç ‘tutunma’ macerası…
***
Uzun süredir Kıbrıs’ta / bizde – yok farz edilen – ‘Şiddet Olgusu’ üzerinde düşünüyorum…
Araştırmak… Yazmak… Tarihe kanıt bırakmak gerek…
Özellikle de: Kıbrıs Türk İnsanının, maruz kaldığı şiddeti…
-----------------------------------------------------------------
PARANTEZ: 1
“Asrın yeni bir umdesi vardır
O da hak kapanındır
Söz haykıranın, mantık ise
Şarlatanındır…
Geçmez ele bir pâye
El etek öpmedikçe…
***
Kürsi-yi liyâkat, puşt ile
Pezevenk olanındır…”
Neyzen Tevfik
---------------------------------------------------
PARANTEZ: 2
“Memleket bitti, yine bitmedi
hâlâ sen - ben…
Bize bu hal ile, bizden
büyük olmaz düşmen…
Dest-i a’dadayız Allah için
ey ehl-i Vatan
Yetişir terk edelim gayrı
heva vü hevesi
Namık Kemâl