Taşların dünyasında bir insan
Taşların dünyasında bir insan
Stella Aciman
Çok sevdiğim Arasta’da dolaşırken rastladım o küçük sevimli dükkâna. Selimiye Camii’nin yan sokağında… Camın üzerinde Turmalin yazıyordu. Vitrindeki taşlar dikkatimi çekmişti öncelikle. Ne olduğunu bilmediğim bir güç beni o dükkâna girmem için iteliyordu sanki. O itelemeye daha fazla karşı koyamadım ve içeriye girdim. İyi ki de girmişim ve Sabri Borucu’yu tanımışım. O huzur veren dükkânda epeyce vakit geçirdim, çeşitli objeleri inceledim, bilgilendim. Geriye, Sabri Borucu’yu sizlere tanıtmak kaldı…
Kendinizi tanıtır mısınız?
İsmim Sabri Borucu, 1983 Kıbrıs Girne doğumluyum. Şu an yaptığım işim doğal taşlar, takı tasarımcılığı, ressamlık, oymacılık ve seramik. Her türlü el sanatıyla ilgileniyorum, değerli taslarla ve kristallerle terapiler yapıyorum. Feng Shui ile mekân enerjilerine bolluk, bereket, sağlık ve şans bölgelerini metafiziği kullanarak uyguluyorum.
Taşlarla ilgilenmeye nasıl başladınız?
10 yıl casinolarda farklı farklı ülkelerde çalıştım. Bu işe başlama serüvenim Hollanda’da bir tasçıya girmekle başladı. Taşların görsel ihtişamı beni mıknatıs gibi içeriye çekti ve mıknatıs gibi diyorum çünkü kapıda kocaman iki adet mor ametist taşı vardı. Mor mıknatıs renktir, insanı üzerine çeker. İçeri girdikten sonra oradaki kadın bir müşterisine taşların şifalı özelliklerinden bahsediyordu. Kulak verdim ve bende ‘benim
şiddetli bir migrenim var’ dedim. Oda bana çıkartıp kaplan gözünü verdi ve içerisindeki antibiyotik özellikli mineralden dolayı bana iyi geleceğini söyledi. Çok inanmamıştım ama taşı aldım çünkü o an başım çok ağrıyordu.
İlaç kullanmıyor muydunuz?
Normalde hap kullanıyordum, tramvayda giderken başımın ağrısı geçti. Kafam takıldı, psikolojik olabilir miydi bu durum diye bilekliğimi çıkardım. İki saat sonra yine başladı ağrılar bilekliği yine taktım ve beş dakika sonra etkisini gösterdi. İlginç ve güzeldi…
Sonra…
Eve gidip internetten araştırmaya karar verdim ve gördüm ki insanoğlu yüz yıllardır taşların şifalı etkilerini kullanıyorlarmış. Ne kadar geri kalmışım dedim kendi kendime. Böylece koleksiyonlar toplamaya ve daha çok araştırmaya başladım. Daha sonra Kıbrıs’a geri döndüğümde, işsiz kaldığım bir dönem bana limanda stand açmam önerildi. Amatörce ama güzel resimler çiziyordum kendi çapımda. Bende bu teklifi değerlendirdim. Daha sonra aklıma taşlarım ve bunları insanlarla paylaşmam gerektiği geldi. İstanbul’dan doğal taşlardan yapılan takılar almaya ve bu standımda satmaya başladım. Gittikçe daha çok şey öğreniyordum ve taşların bir enerjisi olduğunu, arınmaları ve programlanmalarının gerektiğini duydum. Bunu da shamballa denilen çok boyutlu bir şifa sistemiyle yapıyorlarmış. Bu eğitimi almaya karar vererek spiritüel anlamdaki ilk adımımı attım. Böylece bende eğitmen oldum. Bir rüyamın üzerine bir ışık bulacağımı gördüm.
Buldunuz mu aradığınız ışığı?
O ışığı bulduğumda birçok kapı açılacaktı. Anlam veremedim ve gezmeye başladım, elimden akacak soğuk enerjiyi takip etmeye başladım ve tam Selimiye Camii’nin yanına geldiğimde, sol tarafında inanılmaz bir üşümeyle titredim. Orada bir şey vardı ama neydi? Sağıma baktım, işyerleri vardı burada bana işaret veren. Oturdum bir meditasyon yaptım gevşedim ve Allah’ım bana o ışığı göster dedim. Gözümü açtığımda ilk gördüğüm şey karşımda duran ve üzerinde kiralık yazan boş bir dükkândı. Evet, bu dedim. Hayatım boyunca hep evde çalıştım, demek ki zamanı geldi diye düşündüm.
Ve dükkânınızı açtınız…
1750TL ile açtım. Depozit ve kira derken elde bir şey kalmadı. Bir masa üzerinde toplasanız 20 adet takı ve yağlı boya tablolarımla başladım bu işe. Gün geçtikçe daha çok sanatsal şeyler yaptım, geceleri ekstradan casinoya gidip dükkan kiramı çıkarttım. Azimle orayı ayakta tuttum ama beni üzen tek şey, bu kadar güzel şey yapıyorum yanlış olan ne neden işler yolunda gitmiyor bir bereketsizlik peşimi bırakmıyor… Sizlere burada bir bilgi paylaşmak istiyorum; paraya değer vermezseniz parada size değer vermez. Bana gelen bir müşteri, ‘sonra versem olur mu?’ diyordu. Bende, ‘olur sorun değil’ diyordum. Borç isterlerdi, verirdim sorun değil derdim. Önemli değil dediğim şey, aslında paraya biçtiğim değerdi ve ben ona değer vermediğim için oda bana gelmiyordu.
Feng Shui’ye nasıl başladınız?
Bir arkadaşım, ‘Feng Shui yap işlerin düzelsin’ dedi. ‘O ne yahu?’ dedim. ‘Elementlerle yıldızların yerleri hesaplanıyor, işlerin artıyor vb…’ dedi. ‘Eşyaların yeri değişince mi işler artacak?’ İnanmadım, parası da pahalı geldi, zaten iş yok ama yaptırmaya kara verdim. Danışman arkadaş geldi, ölçümlerini yaptı ve birçok şeyin ters olduğunu gördük. En önemlisi; bereket olan yerde oturuyordum ama sırtımı dönmüştüm. O bölgeye oturmakla paranın üzerine oturmuş ve paraya sırtımı dönmüştüm.
Başka…
Ağaç elementi olan bölgeye bir sürü Himalaya tuz lambası koymuştum; ateş ağacı yaktığı için o bölgeden hiç takı satamıyordum, gibi gibi…
Peki, faydası oldu mu?
O gün cirom 1950TL idi. Bu rakamı hiç unutmuyorum. Bu da benim bu işte yükselmeme sebep olan unsurdur. Yani demem o ki; inanmayarak yaptırdığım bu danışmanlığa bile bu kadar güzel cevaplar verdi bana evren. Evrenden isteyin, dileyin ve evrene atın gitsin. Takılmayın o istediğinize, o sizin için çalışır ve olur. Dualarımızın temeli de telekineziye dayalıdır; dualar ve dilekler nasıl isterseniz öyle adlandırın. Bu Polyannacılık değildir. Gerçek olan kimliğimizi bulmaktır ve biz evrenle bir bütünüz, evrenle bir bütün olabildiğimiz için bu dünyada değiştiremeyeceğimiz hiç bir durumumuz yoktur. Feng Shui için küçük bir tüyo vermem gerekirse; bu yıl bereket güneydedir; güneye bir akvaryum, su fıskiyesi, sallanan saat gibi hareketli obje koymanızda yarar var. Bu bölgeye oturup sırtınızı dönmeyiniz.