“Tassos Papadobullos ile Nikos Anastasiadis tamamen aynıdırlar...”
BASINDAN GÜNCEL...
George Kumullis
Arkadaşımız değerli yazar George Kumullis’in POLITIS gazetesinde geçtiğimiz Cumartesi günü Rumca olarak yayımlanan yazısını, google translate aracılığıyla İngilizce’ye çevirip kendisine gönderdik, o da gerekli düzeltmeleri yaparak bize gönderdi. Okurlarımız için Kumullis’in makalesini Türkçeleştirdik... George Kumullis, özetle şöyle yazıyor:
*** Geleceğin tarihçileri Tassos Papadobullos ile Nikos Anastasiadis’in gerek Kıbrıslı kamuoyunu, gerek AB kamuoyunu, gerekse Birleşmiş Milletler’i utandırdığını, kandırdığını, aşağıladığını ve yanlış yönlendirdiğini yazacaktır. Hiç kuşkusuz, bu iki adam arasındaki benzerlikler çarpıcıdır: Her ikisi de hukuk mesleğini yapmışlar ve ofisleri de bu alanda üstün bir pozisyona sahip olmuştur. Her iki hukuk bürosu da Himalayalar boyutunda ekonomik skandallara karışmışlardır...
*** Anastasiadis ile Papadobullos’un devletin en yüksek ofisine seçilebilmek için kullandıkları yöntemler bir yanıltmadır ki bu da Kıbrıs’ın seçmenleri için iğrenç bir siyasi ve etik suç oluşturmaktadır... Ancak şimdi farkına varıyoruz ki (ne yazık ki ancak şimdi...) Anastasiadis’in iki toplumlu, iki bölgeli federasyonu tek gerçekçi ve sürdürülebilir çözüm olarak takdim etmesi, Kıbrıslırumlar’ın çoğunluğunu kendisine oy versinler diye ikna etmek maksadıyla bir yem olarak kullanmasıydı... Papadobullos ise Annan planını ileri götürme yönünde Kıbrıs halkına ve BM Genel Konseyi’ne verdiği sözlere karşın süreçte bu planı boğmuştur.
*** Her ikisinin paylaştığı bir diğer özellik, iki devletli bir çözümü tercih etmeleri ve BM tarafından tanımlanan siyasi eşitliği kabul etmemeleridir. Papadobullos şimdiki durumun yani statükonun, en iyi ikinci çözüm olduğunu belirtmişti... Papadobullos için ideal çözüm, adada hiç tartışmasız Kıbrıslırum idaresinin olmasıydı ancak bu mümkün olmadığına göre, o zaman iki devletli çözüm daha iyidir ona göre.
*** Anastasiadis ise “güvendiği” dostlarına iki devletli bir çözümü arzu ettiğini gizlice söylemiştir. Ancak bunlardan birisi ona ihanet etmiştir, Başpiskobos, POLITIS gazetesiyle röportajında bu sırrı açığa çıkarmıştır! Ancak şunu da düşünebilirsiniz, iki devletli çözümün her iki toplum için felaket olacağını söyleyen birisi nasıl olur da şimdilerde iki toplumlu, iki bölgeli federasyonun ateşli bir savuncusu kesilebilir? Buna bir benzetmeyle şöyle bir yanıt verebilirim: 60 yaşındaki karısının cinsel çekiciliğini kaybettiğini ve (ne büyük utanç!) güzel genç kızları çekici bulduğunu itiraf edip de karısıyla ilişkilerini bozmak isteyebilir mi bir koca? Bu mümkün müdür? Anastasiadis de politikada ikiyüzlülüğün bir erdem olduğunu çok iyi bilmektedir...
*** Bunun da ötesinde Kıbrıs’ın yeniden birleştirilmesi düşüncesine karşı kullandıkları dil de tıpkısının aynısıdır neredeyse... Papadobullos, Annan Planı’nı reddederken ağlamış ve “Ben bir devlet devraldım, kalkıp da bir topluma dönüştürecek değilim bunu” demişti... Anstasidis de Kran Montana’dan kaçışını benzer sözcüklerle ifade ederek “Bir devlet devraldım, bir protektora devredecek değilim” demişti...
*** Kuşkulu ekonomik aktivitelere gelince, Papadobullos’un Anastasiadis’i kıskanması için bir neden yoktur. Birleşmiş Milletler savaş suçlarını kovuşturma ofisinde araştırmacı olan Morten Torkildsen’in raporuna göre (sayfa 22-25), Laiki Bankası yasadışı olarak sekiz “kabuk” (shell) şirketle işbirliği yapmaktaydı, yani bu şirketler, sahiplerinin kimliklerini saklamak maksadıyla kurulmuştu... Bu şirketler Miloseviç’in çıkarlarına hizmet etmekteydi ve BM yaptırımlarına karşı işletilmekteydiler.
*** Bu şirketler tam bir gizlilik içerisinde Miloseviç hükümetine yakıt, hammadde, yedek parça ve Bosna ve Kosova’da savaş yürütmek için silah sağlamaktaydılar ve ayrıca Miloseviç ve ailesinin bol keseden harcama yaptıkları hayatlarını sürdürmeleri için de birkaç milyon sağlamaktaydılar...
*** Bu şirketler offshore şirketler olarak Papadobullos’un hukuk firması tarafından Kıbrıs’ta kaydedilmişlerdi. 1998 ve 1999 yıllarında Miloseviç’in özel uçağıyla haftada en az bir uçuşla çimento torbalarında ya da daha somut konuşmak gerekirse para torbalarında 10 milyar dolar aktarılmış ve bu paralar da Laiki Bankası’ndaki bu şirketlerin özel hesaplarına yatırılmıştı... Kıbrıs, bir diğer özelliğiyle de övünebilir: Dünya ekonomik tarihinde hiçbir zaman böylesi büyük miktarda bir para bir ülkeden başka bir ülkeye bu şekilde aktarılmamıştır.
*** Elbette bu durumda bu süreçle ilgili olanlar da cömert biçimde ödüllendirilmiştir. Bu ücrete finans dünyasında “komisyon” denmektedir ve böyesi “duyarlı” durumlar için normalde %25’tir... Bir yerlerde, belli bir zamanda bazı Kıbrıslı banka hesapları belki de on dijitlik miktarlarda paralarla dolup taşmaktaydı...
*** Şimdiki Cumhurbaşkanı Nikos Hr. Anastasiadis ve Ortakları’nın hukuk şirketinin “altın” pasaportlarla ilgili skandallara karışması, Rus okigarklara verilen hizmetler ve Suudi “yakın” arkadaşlar herkesçe biliniyor ve dolayısıyla ben buna bir şey ekleyecek olsam, laf kalabalığı etmiş olacağım... Yakın geçmişte ortaya çıkan Pandora Belgeleri’nde ortaya dökülenlerde eğer Anastasiadis’in adı geçmemiş olacak olsaydı, o zaman büyük bir şok olacaktı! Ama geçti işte!
*** Geçtiğimiz Perşembe günü Avrupa Parlamentosu kararında da Üye Devletler’in yetkililerine ilgili ülkelerde Pandora Belgeleri’nin ortaya döktüklerinin araştırılması çağrısı yapıldı, bu da Kıbrıslılar arasında eğlenceye neden olacak... Çünkü Kıbrıs için “esaslı araştırma” ortamı, bunların örtbas edilmesiyle eşdeğerdir... Kendisi veya kendi Hukuk Bürosu’nun yasadışı davranışlarını araştırma olasılığı olan bir komiteye Anastasiadis’in onay vermesi hiç mümkün olabilir mi ki? Elbette Cumhurbaşkanı’nın kendi adının yolsuzluk, rüşvet, vergi kaçakçılığı ve kuşkulu sözleşmelere karıştırılmasına asla izin vermeyecektir, bu da anlaşılabilir birşeydir...
(POLITIS’te 23 Ekim 2021’de yayımlanan George Kumullis’in yazısını özetle derleyip Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).
KIBRIS’TAN HATIRALAR...
“Dedem Mustafa Irkad (Hısım), Çağlayan’ın barmeniydi...”
Ulus Irkad arkadaşımız, Çağlayan Bar’ın sahibi Hüseyin Çağlayan ve oğlularına ilişkin yazılarımız ve Tuncer Hüseyin Bağışkan’ın Çağlayan Bar’la ilgili araştırmasını geçtiğimiz günlerde yayımladığımızda, dedesinin Çağlayan Bar’ın barmeni olduğunu yazdı... Ulus Irkad, şöyle dedi:
“Dedem Mustafa Irkad burada çalıştı. Çağlayanın hanımı da Kaleburnu asıllıydı ve dedemin de çok yakın akrabasıydı. Londra'da meşhur bir modacı torunu var. Dünya birincisi de geldi. Çağlayan’ın iki oğlu da işadamıydılar ve 1980'lerde devamlı Kıbrıs'a gelirlerdi. Şu anda bir oğlu Londra'da yaşıyor, bir oğlu vefat etmiş... 1980'li yıllarda Kıbrıs'ta iş ortaklıklarını biliyorum. Dediğim gibi dedelerimden akrabaydık ve dedem Mustafa Irkad (Hısım) yıllarca Çağlayan Bar'ın Barmenliğini yapmıştı. Lefkoşalılar biliyor. Bu konuda küçük amcam Ata Yılmaz Irkad'dan da bilgi alabilirsiniz. Bu arada rahmetli babam da öğrencilik yıllarında bu barda müzisyenlik yapar, ve bazı geceler tango şarkılar söylerdi. Babam ağız armonikası, mandolin ve akerdionla bu barda geceleri tango şarkılar söyler ve vals müzikleri yapardı. Yaşları 80 ve 80'in üstünde olanlar bu anıları hatırlayacaklardır. 1962 yılında rahmetli halam Sultan Şifa Arıkan öğretmen olduğunda evlenirken burada düğününü yapmıştık (Sevgili abimiz Zeki Erkut muhakkak hatırlayacaktır). Halam dört sene sonra 1966 yılında 24 yaşında Kız Lisesinde Matematik öğretmeniyken ölecekti.
Sevgili Sevgül, oradaki yemeklerin ve kokteyillerin dedem tarafından yapıldığını komşuları olan küçük amcamın arkadaşı Tuncer Bağışkan abi yazmayı unuttu. Bu arada kızkardeşi Selma abla da halalarımın arkadaşıydı. Tuncer abiye bir anımsatma da yapayım. Muhakkak Tuncer abi de dedemin yemeklerinden ve yaptığı kokteyillerden tatmıştı...
Alper abiyi de rahmetle anıyorum... Onunla 1982 yılında Akgünler Turizm Acentesinde yanında Ata abi ve Hüseyin enişteyle karşılaşmış ve kim olduğumu öğrenince de bana sarılmışlardı. Hüseyin enişteye ve Alper abiye tekrar rahmetle diyorum...”
Volkan Osman ise, yazımızla ilgili olarak şöyle yazdı:
“Ata Çağlayan’ın restorantında, Londra’da okurken uzun zaman çalışmıştım. Restorantın adı Romano Santi’ydi... Londra merkezdeydi... Ünlülerin gelip gittiği bir yerdi... Cliff Richard’ı orada ağırlamıştık... Sene 1967-1971 arasında olacak...”