Tatar’dan yeterli olmayan açılımlar
KıbrıslıTürk lider Ersin Tatar’ın, BM Genel Sekreteri’nin kişisel temsilcisi Cuellar’la görüşmeleri sırasında ve bu görüşmelerin öncesinde ya da sonrasında değişik zamanlarda yaptığı açıklamalar alt alta sıralandığı zaman, ortada büyük bir kafa karışıklığının var olduğu anlaşılıyor.
Tatar şimdi neyi talep ediyor? KKTC’nin tanınması anlamına gelen ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin statüsüne eşit uluslararası bir statü veya egemen eşitlik mi? Yoksa, 3D formülüyle ifade ettiği ve henüz içini doldurmak için hiçbir açılım yapmadığı ‘doğrudan ticaret’, ‘doğrudan uçuş’ ve ‘doğrudan temas’ mı talep ediyor? Dahası 3D’yi kimin için talep ediyor?
Tatar kimi zaman ‘BM’den tanınma talep etmiyoruz’ diyerek bir açılımın sinyalini vermektedir. Ardından ‘Türkiye ile birlikte saptanan ‘egemen eşitlik talebinden vazgeçilmediğinı’ ifade ediyor. Yani verilen sinyal anlaşılamayacak derecede zayıf ve çelişkilidir.
Eğer 3D’nin yerel muhatabı, 1960 haklarının sahibi olan KıbrıslıTürk toplumu değil de BM GK ve diğer uluslararası kuruluşlar tarafından varlığı reddedilen, tanınması yasaklanan KKTC ise henüz bir açılım yok demektir. Toplumlararası müzakerelerin yeniden başlayıp olumlu olarak ilerlemesinin anahtarı aslında burada aranmalıdır.
Tatar 1960’tan kaynaklanan haklarımızın tanınmasını ‘tartışma konusu yapmam’ derken ne kadar haklıysa, bu hakların uluslararası hukuk çerçevesinde kullanılmasına başlanmasını ‘KıbrıslıRum tarafına yama olmak’ şeklinde niteleyerek en azından KıbrıslıTürk toplumuna o kadar büyük bir haksızlık yapmakta ve çözümsüzlüğün devamını sağlamaktadır.
Aslında Tatar’ın bir açılım yapmaya çalıştığı, ama belki de bunu gerçekleştirmek için şimdilik yeterli olamadığı söylenebilir. Tatar’ın ifade ettiğine göre Cuellar ‘sadece dinlemiş’ ve ‘hiç tepki vermemiş’. Acaba bu tepkisizliğin nedeni nedir?
Cuellar’ın, Kıbrıs, Ankara, Atina ve Londra’yı kapsayan ziyaretlerinden sonra Tatar’dan daha farklı argümanlar işitmeyi beklemiş olması oldukça muhtemeldir. Özellikle, Ankara’daki temaslarının çok önemli olduğunu vurgulamaya gerek yoktur bile. Bunun nedeni, Ankara’nın 2017 yılında başlayarak fiilen, 2020 yılından sonra ise Tatar’ı destekleyerek resmen, BM parametrelerini çöpe atmış olmasına rağmen şimdi durumu yeniden değerlendirmeye ve yola bu şekilde devam edilemeyeceğine karar vermiş görünmesidir. Tatar ise BM parametrelerinin reddine dayalı bir çizgide sağa-sola yalpalamaktadır. Kafa karışıklığının nedeni, hem Türkiye ile uyum içindeymiş gibi görünme hem de eski tutumunda ısrar etme çabasından kaynaklanan yalpalamalardır.
Aslında, Cuellar dahil Tatar’ı dinleyenler bu kafa karışıklığının farkında olmalılar.
Tatar, Kıbrıs konusunda Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’la ayni kulvarda olduğunu ısrarla vurgularken bile bu kafa karışıklığı kendini belli ediyor. Erdoğan genel olarak Türkiye’nin Batı’yla bozulan ilişkilerini yeniden düzeltme ve özel olarak da Yunanistan’la yaşanan gerilimleri ordan kaldırma arayışındadır. Bu arayışın Kıbrıs’a bir yansıması olacağını Erdoğan aylar öncesinde açıklamıştı: Annan Planına benzer bir girişime varız!
Erdoğan’ın bu pragmatik tutumu BM’nin toplumlararası müzakerelerin yeniden başlatılmasına ilişkin yaklaşımıyla örtüşüyor. Tatar da Annan Planı’nı teleffuz etmesine rağmen, bunu sadece Rumların reddettiği plan olarak algılamaktadır. Halbuki Erdoğan Annan Planına atıfla yeni müzekere sürecine desteğini açıklamaktadır. Ayni Erdoğan’ın daha bir yıl öncesine kadar KKTC’nin tanınmasından bahsetmesi, hatta BM Genel Kurulu’ndaki konuşmasında Dünya devletlerini KKTC’yi tanımaya davet etmesi Tatar’ın kafa karışıklığının başlıca nedenidir.
Tatar’ın bir yandan Kıbrıs sorununun çözümüne ilişkin yerleşmiş BM parametrelerini reddedetmekte, öte yandan da ayni BM’den masaya oturmanın önşartı olarak ‘doğrudan uçuş’, ‘doğrudan ticaret’ ve ‘doğrudan temas’ (kısaca 3 D) talep etmesi, kafa karışıklığının derinliğini anlatması bakımından önemlidir. Tatar’nın bu konuda iki önemli yanılgısı sözkonusudur. Bunlardan birincisi, BM Güvenlik Konseyi’nin tüm kararlarında Kıbrıs Cumhuriyeti’nin toprak bütünlüğüne atfedilen önemin anlaşılmamış olmasıdır. İkincisi de müzakere masasının kurulamayacağını ya da müzakere zemini olmadığını ifade eden Tatar’ın, BM’den bu tür taleplerde bulunmasıdır.
Bu talepler doğru olsa bile, bunların ortaya konulmasında izlenen yöntem, gerçekleştirilmeleri yönündeki en büyük engeli oluşturuyor. Tatar önce tanınma talep etmekte, daha sonra BM’den bü tür bir beklentisinin olmadığını ifade etmekte ve bunun ardından da KıbrıslıTürklerin 1960’tan kaynaklanan haklarından bahsederek 3D’yi gündeme getirmektedir.
KıbrıslıTürk tarafının bu taleplerini, uluslararası toplumun desteğini de alacak şekilde yeniden tanımlamak, taksim siyasetinden vazgeçmeyi gerektiriyor. KıbrıslıTürk toplumunu, federal bir devlette ortaklık haklarını elde etmeye doğru yönlendirecek bir geçiş sürecinde, 1960’tan kaynaklanan haklar kullanılmaya başlanabilir. Bunun, uluslararası toplumdan dışlanmış olan ve içerideki uygulamalarla giderek eritilerek yok olma sürecine giren KıbrıslıTürk toplumuna veya bölünmenin kendi payına düşen bedelini ödemeye devam eden KıbrıslıRum toplumuna herhangi bir zararı yoktur.
‘1960 haklarını tartışma konusu yapmam’ diyen Tatar veya ondan sonra gelecek olan KıbrıslıTürk lider, 3 D ile ifade edilen uygulamaları ve KıbrıslıRumların benzer meşru taleplerini, müzakerelerin başlatılması süreciyle elbette ilişkilendirebilir. Müzakerelerin yavaş ilerlemesi ya da öngörülen sürede sonuçlanmaması bir risk oluştursa bile, mevcut durum her iki taraf için de daha büyük riskler ve tehlikeler barındırmaktadır.
Yani, KıbrıslıTürk tarafı federal bir devlet çözümünü öngören bir geçiş döneminde, ortaklık haklarını kademeli olarak elde etmeye yönelirken, 3 D’nin ve KıbrıslıRumların benzer taleplerinin eşzamanlı olarak hayata geçirilmesi mümkündür. Yani tarafların somut adımlar atması üzerine inşa edilecek bir çözüm süreci, her iki taraf için de riskler taşısa bile müzakerelerin sadece teorik düzeyde sürdürüldüğü ve kolaylıkla çöküşe mahkum edilebileceği bir modelden daha iyidir.